Hikaye

Su artık H2o değildir

En son katta oturduğu için sürekli merdivenleri koşarak çıkardı. Apartman
boşluğunda; yağmur damlalarının cama vurduğunda çıkardığı seslerden başka hiçbir
ses yoktu. Son kata geldi. Çantasında anahtarını aradı, anahtar çantanın en
dibindeydi, buldu ve çıkardı, kapının anahtar yuvasına taktı, kapıyı açtı ve
içeri girdi. Annesi hemen yattığı yerden kalktı.
—Oğlum sen mi geldin?
Ahmet biraz yorgun biraz da nefes nefese bir halde, ”Benden başka kim olabilir
ki anneciğim” dedi.
Bu sözleri söylerken saatine baktı. Saat gecenin 02.30’u olmuştu. Annesi
Ahmet’in yanına geldi. “Çok geç kaldın bitanecik oğlum, bir terslik yoktur
inşallah” dedi.
Ahmet dizlerine kadar gelen büyük su çizmelerini çıkardı.
“Yok, anneciğim, bir terslik olmadı, gün boyu yağan yağmurdan dolayı
organizasyon iptal oldu. Dağıtacağımız suların ve yemeklerin yanında kaldık.
Dışarı çıkmadan bekledik öylece sonrada kapıya kadar bıraktılar” dedi.
Annesi:
“Yağmurluğunda çok güzelmiş iş yerinden mi verdiler? Ellikleri de varmış hatta
şapkası da! Yağmurluğun içerisinde suya düşsen boğulmazsın” dedi.
Hafiften alıngan bir tavırla; Bana niye yağmurluk almadın? Kelimelerini de
ekledi.
Ahmet annesinin gönlünü almak istercesine;
-Anne ya ben giymeyeyim sana vereyim, benim senden başka kimim var? Kıymetlim
benim.
Derken annesinin yanağına bir öpücük kondurdu.
Annesi “Aç mısın? Üzerindekileri çıkartayım” dedi.
Ahmet’in elindeki şemsiyeyi aldı, yere koydu. Yağmurluğunun fermuarını açtı.
Sırtından ceket alıyormuş gibi yağmurluğu çıkardı. Sonra da şemsiye ve
yağmurluğu banyoya götürdü.
Ahmet bu sırada mutfağa geçti.
“Anne yemekte ne var” diye bağırdı.
Annesi de Ahmet’e kızarak, “Saat gecenin 3’ü. Ne bağırıyorsun? Komşular başımıza
toplanacak” dedi. Mutfağa doğru geldi annesi, “Dünden kalma mercimek çorbası ve
biraz ekmek var, yer misin” dedi. Ahmet “Elinden zehir olsa içerim annem benim”
dedi.
Ahmet’in annesi yemeği ısıtmak için dolaptan çıkardı. Ahmet’in yiyebileceği
kadarını aldı, geri kalanını buzdolabına koydu. Çorbayı ısıtıp masanın üzerine
koydu. Ahmet bu sırada yatmak için kıyafetlerini değiştirtirdi ve mutfağa geldi.
Yemeği yemek için masaya oturdu. Soğuması için üfleyerek mercimek çorbasını
içmeye başladı.
Annesi de masaya oturdu,
-Bu yağmur Mayıs ayında birden bire nereden çıktı diyor haberler, meteoroloji
tahmin edememiş. Nisan ayındaki güneş yağmurları değilmiş bu yağan.
Ahmet hiç oralı olmamışçasına, “Aman anne ya yarın bir gün yağmur kesilir” dedi.
Sessiz geçen bir kaç dakika sonra. Ahmet annesinin kendisine baktığını hissetti.
İş yaparken birileri Ahmet’e bakınca eli ayağı dolaşıyordu. Ahmet tam bu sırada
bir kaşık çorbayı üzerine döktü.
“Anne ya ne bakıyorsun bak döktüm üzerime” dedi.
Annesi, “Benim gül oğlum, babandan kalan tek mirasım sensin, biraz izleyeyim
kıymetlimi” dedi.
Ahmet hemen gülerek “Kıymetli mi anne o, kaç defa dedim Yüzüklerin Efendisi’nde
diyordu ya kıymetlimissss”Annesi, “Ne anlarım ben filmden” dedi ve oturduğu sandalyeden ayağa kalktı.
– Ben yatıyorum Ahmet’im, erken mi gideceksin işe ?
Ahmet, “9:30’da kalkarım” dedi. Annesi yatağına gittikten beş dakika sonra
Ahmet’te masadan kalktı. Çorba tabağını lavaboda yıkadı, ekmekleri topladı,
lambayı söndürdü. Odasına geçti, çantasının içerisinden telefonunu aldı.
Telefonun çalar saatini 09:30’a kurdu. Sonrada yorganının arasına girdi ve
telefonunu kapattı. “Bu yorgunlukla güzel bir uyku iyi giderdi ama yarın yine
işe gideceğim” dedi ve uyudu.

Sabah; Saat 9:30

Telefonun çalar saati çalıyordu. Ahmet telefonunu aldı, ‘ertele’ tuşuna bastı ve
uyumaya devam etti. On dakika sonra telefon yeniden çaldı. Yatağından yavaşça
kalktı telefonun ekranında 09:40 yazıyordu. “Olamaz çalar saati ertelemişim,
kahvaltı gitti” dedi ve telefonu yatağının üzerine fırlattı. Telefon, duvar ile
yatak arasında kalan bölmeye düştü.
Üzerine kıyafetlerini giydi. Annesinin yatağına gitti ve yanağından öptü. Sanki
annesinin yanağı her zamankinden biraz daha soğuk gibiydi. Yorganı iyice
annesinin üzerine örttü. Kapıdan çıkarken dışarı baktı, hala yağmur yağıyordu.
İçeri geri girdi, dün akşamki yağmurluğunu giydi ve şemsiyesini aldı. İçerisinde
her türlü nesnenin bulunduğu çantasını yağmurluğun içerisinden beline taktı.
Çizmelerini giydi, apartmandan dışarı çıktı.
Sanki bir anda gözleri kamaştı, şemsiyesini açtı. Bu ışık neden bu kadar çok
diye hayıflandı. Çantasının içerisinden güneş gözlüğünü çıkardı, kafasını saran
yağmurluğun fermuarını açtı gözlüğü taktı, sonra da fermuarını kapattı, hafiften
tebessüm ederek,”Beni gören deli zanneder, bu yağmurda güneş gözlüğü”.

İş yerine saatinde varabilmek için hızlı hızlı yürümeye başladı. İş yeri ile
evininin arasında yaklaşık 20 dakikalık bir mesafe vardı. Kahvaltı da
yapmamıştı. Adımlarını atarken; iş yerinde simit bulurum, diye düşündü. İş
yerine giderken her zaman küçük bir gölün üzerindeki asma köprüden geçiyordu.
Yine o köprünün üzerine geldi. Hafiften şaşırmış bir tavırla “Bu gün kurbağalar
beni görünce suya atlamadı. Demek ki kurbağalar kendilerini Fransızlara
satacağımı anladılar, kavimler göçü gibi başka göle mi göç ettiler” dedi.
Gölü geçti iş yeri yavaş yavaş görünmeye başladı. Saatine baktı, 09:55 olmuştu.

“Oh zamanında yetiştim, müdür azarlamayacak” dedi. Tam zamanında iş yerindeydi.
Kapıya geldi, açtı ve içeri girdi. Selam verdi ama içeride kimse yoktu. Lambalar
yanmıyordu. Hayretler içerisinde kalarak “Ne oluyor yoksa çok mu uyudum ya da iş
yeri iflas etti de ben mi bilmiyorum?” diye söylendi. İçeride gezinmeye başladı.
Hiç kimseyi göremeyince bir anda telaşlandı. “Ne oluyor Allah aşkına burada”
dedi. Hemen elini cebine attı cep telefonu ile arkadaşlarını arayacaktı. Cep
telefonu cebinde yoktu! “Allah kahretmesin yolda düşürdüm galiba” dedi. Telefon
etmek için iş yerinin ikinci katında bulunan santralin oraya gitti. Şemsiyesini
kalorifer peteklerinin yanına koydu, yağmurluğunu ve çantasını çıkardı.
Şemsiyenin ve yağmurluğunun sayesinde çok ıslanmamıştı. Sekreter masasına baktı
her şey düzgündü. Birilerini aramak için masanın üzerindeki telefonu kaldırdı,
telefonda hiçbir ses yoktu, iyice şaşırmaya başladı. Elektriğin olmamasından
dolayı telefon çalışmıyor galiba dedi. Yemekleri ve suları koydukları dolapların
oralarda jeneratör olabileceğini düşündü. Binanın yeraltında olan Zemin 1 (z1)
katına indi.İçerisi çok karanlıktı hiç bir şey göremiyordu, ışık alan hiç bir
yerde yoktu. Karanlığın içerisinde jeneratörü buldu. Jeneratörün durumuna baktı
ama çalışmıyordu. Deposunda mazot yoktur diye düşündü. Jeneratörün yanındaki
bidonlarda mazot buldu. Bidonun kapağını açtı ve içerisindeki mazotu jeneratör
deposuna koydu. Pek göremiyordu ama “Yarıya kadar doldu galiba” dedi. Bu
jeneratör nasıl çalışır ki diye düşünürken biraz bekledi. Jeneratörden birden
bire sesler geldi. Ahmet karanlığın etkisi ile korktu ve yukarı kata koşmaya
başladı. Binadaki tüm lambalar yandı. Ahmet nefes nefese kalmıştı. Koşmayı
bıraktı, hazır su dolaplarının yanında olduğunu fark etti, dolabın kapağını
açtı, sulardan bir tanesini aldı ve içti. Sakin bir şekilde ikinci kata çıktı.
Santrale geldi telefonu kaldırdı. Telefon çalışıyordu, masanın üzerinde bir
notta “9 ile dış hat alınır yazıyordu” 9’a bastı ama çevir sesi yoktu.
Numaralara bastı, çevir sesi hala gelmiyordu. Telefonu kapatıp aynı işlemi
yeniden yaptı ama olmadı. Hemen yanındaki sandalyeye oturdu. Elleri ile kafasını
tuttu.

Ne oluyordu acaba iş yerinde. Yolda gelirken insanlarla karşılaşmadığını
hatırladı. Peki kurbağalar nereye gitmişti. İçinden bir ses kötü şeyler oluyor
dedi. Annesi geldi aklına hemen eve gitmeliydi. Oturduğu sandalyeden ayağa
kalktı. Şemsiye ve çantasını aldı, yağmurluğu giydi. Hızlıca koşmaya başladı.
Merdivenleri indi, dışarı çıktı. Yola baktı kimse yoktu. Annesi ne durumdaydı
acaba, Sabah yanağı çok soğuktu. Belki sesini birileri duyar diye bağırarak eve
koşmaya başladı. Yaklaşık on dakika sonra evinin oraya geldi. Yol boyunca kimse
ile karşılaşmadı ve yolun ortasında duran içerisinde insanların bulunmadığı
arabaları gördü. Oturduğu binanın önüne geldi. Merdivenleri koşarak çıktı,
kapıyı açtı. Doğruca annesinin odasına gitti. Yorgan aynen duruyordu ama annesi
yoktu. Ahmet sanki delirmiş gibiydi.

“Anne neredesin” diye bağırdı. Balkondan dışarı baktı, sadece yağmakta olan
yağmur vardı. Tüm sesiyle “Kimse yok mu?” diye bağırdı. Kimse yoktu, şehir
kimsesiz bir sessizliğe bürünmüştü. Ahmet ne yapacağını bilemiyordu.
Ayakkabıları ile eve girdiği için her yerde ayak izleri vardı. Balkondan içeri
girdi. Kanepenin birisine oturdu neler oluyor burada “ben kimim annem nerede
sözlerini içinden söylüyordu. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Annesi
neredeydi çok sevdiği, hayatı sadece onun için yaşadığı, günlerdir onun için
çabaladığı, her şeyi, şefkatli kolları olan annesi neredeydi…

Ahmet kısa bir şoka girdi. Bu gün hayat, ne olduysa ona ağır geliyordu. “Kentsel
bazda yalnızım artık” dedi. Yarım saat kadar zaman geçtikten sonra Ahmet ayağa
kalktı, şokun etkisindeydi ve acıkmıştı. Mutfağa gitti, buzdolabını açtı. Dünden
kalan mercimek çorbasını buldu bir kaba koydu. Ne yaptığını sanki bilmiyordu.
Ekmek var mı diye aranırken bir poşetin içerisinde ekmek buldu. Çorba kabını da
ekmek poşetine koydu ve yanına aldı. İş yerine giderse internet bağlantısı ile
birçok yere mail atabilirim diye düşündü. Kapıyı kapatmadan iş yerine gitmek
için evinden çıktı. Yolda yine kimse ile karşılaşmadı. Yürürken jeneratörün
deposunun yarıya kadar dolu olduğu aklına geldi. Bilgisayarların çalışması için
jeneratöre ihtiyaç vardı, yeniden koşmaya başladı. Bir süre sonra iş yerine
geldi. Binadan içeri girdi, elektrikler hala vardı.“Bu demek oluyor ki jeneratör hala çalışıyor” dedi. Bilgi işlem odasına gitti
Bir tane bilgisayarı açtı. Sandalyeye oturdu. Internet Explorer’ı açtı.
Mynet.com adresini yazdı ama sayfa görüntülenemiyor yazısı karşısına geldi. “Ne
oldu şimdi” diyerek elini masaya vurdu. “Tabi ya dışarı arama yapmak için hat
yoksa net’te yoktur” dedi. Explorer’ın dosya menüsü den ‘çevrim dışı çalış’
komutunu seçti. Geçmiş linkine tıkladı. En son bilgisayarda girilen sitelere
bakmaya çalıştı. Geçmişte girilen sayfaya gitti. Haberlerde Türkiye’de
beklenmeyen yağmur yazısını gördü hemen okumaya başladı. Haberde birden bire
Türkiye’de etkili olan yağmurun yapay yağmur olabileceği tartışılıyordu. Diğer
haberlere tam bakacağı sırada elektrikler kesildi. Olabilecek en son şey buydu.
Yine öylece oturdu bilgisayarın başında. Acaba ne yapmalıyım şimdi diyerek
düşünmeye başladı. Binada çalışan teknisyenlerle arası biraz iyiydi. Teknisyen
odasında her şey olabilir düşüncesi ile Zemin 2 (z2) katına gitmeye karar verdi.
Karanlıkta gözleri iyi göremese de teknisyen odasına gitti. Kapıya vurdu “Kimse
var mı diye bağırdı”. Koridordan kulağına ayak sesleri gelmeye başladı. Ahmet
korkak bir sesle “kimsin” diye yeniden bağırdı ama cevap gelmedi. Teknisyen
odasının kapısını açmaya çalıştı. Kapının kilitli olduğunu anladı. “Kapının
anahtarı var ama nerede” dedi. Kapıya yavaşça omuz attı. Kapı plastikten
yapılmış kötü bir kapıya benziyordu. Alttan tek ayağı kapının köşesine tekmeyi
atınca kapı esnedi ve Ahmet’in ağayı içeri girdi. Ayağı çok kötü şekilde kapıya
sıkıştı. Ahmet ayağım diye bağırmaya başladı.
Kapının kenarları biraz keskindi. Ahmet’in çizmesini kesip ayağına kadar
gelmişti. Ahmet bu etkiyle kendini yere attı. Ayağı kapıda sıkışmış bir halede
yerde sırt üstü yatıyordu. Ağzına küfürler geldi.

-Lan kapı sana kibar davranalım dedik, senin yaptığına bak.
Tek ayağı kapıda sıkışmış bir haldeyken diğer ayağı ile kapıya tekme attı ve
kapı açıldı. Topallayarak içeri girdi. Duvarda bir tane el feneri gördü. Asılı
olduğu yerden aldı, lambasını yaktı. Kapıya sıkışan ayağına baktı. Durumu çok
kötüydü ayağı kanıyordu. Ayağını çizmeden çıkardı. Fener ile etrafına baktı,
ecza dolabını gördü, oradan sargı bezlerini aldı, ayağına sardı.

“Bütün bunların arasında birde ayağım, olmaz bu” dedi. Odanın içerisinde bir
tane çek yat gördü ve oraya oturdu. Üzerindekileri çıkardı. Çantasını belinden
çıkarırken içerisinde yemek olduğu ve acıktığını hatırladı. Saatine baktı. Saat
13:00 olmuştu.” Sabah bir şey yemedim çorbayı içeyim” dedi. Çorbayı ve ekmeği
köşede bulunan küçük masanın üzerine koydu. Çorbayı içmek için kaşık aramaya
başladı. Teknisyenlerin dolaplarını karıştırırken kaşık, çatal, tencere ve bir
paket makarna buldu.“İyi, bunları yarına yerim” dedi. Kaşığı aldı çorbayı içmeye
başladı. Dün akşam annesi ile yediği yemek aklına geldi. Gözleri doldu
“kıymetlim neredeyse” dedi.
Karnını doyurdu. Yorgunluğun etkisi ile çek yata uzandı. Üzerine battaniye
türünden bir şey buldu, el fenerini başucuna koydu ve uyumaya başladı.
Yaşadıkları onu çok yormuştu. Sanki bugün bir yıl gibiydi. Derin bir uykuya
daldı.
Uyku arasında birden ayak sesleri duydu. Yataktan hemen fırladı. El fenerini
açtı, ayak seslerinin uzaklaştığını duydu. Seslerin geldiği yere, yukarı kata
doğru toplayarak koşmaya başladı. Ama yine kimse yoktu. Yerde sanki bir şey
vardı. Feneri yerde duran karaltıya doğru tuttu. Karaltıda kocaman bir fare
vardı, ölü bir vaziyette duruyordu. Ayağıyla hafiften fareye vurdu, sanki
farenin içi boş gibi geldi. İçindeki organlar yerine pamuk koymuşlar gibiydi.
Yeniden teknisyen odasına doğru yürüdü, uykusu daha yeni açılmaya başladı.
Saatine baktı, saat 13:00 olmuştu.“Ne kadar çok uyumuşum, neredeyse 24 saat mi ” dedi. Odaya gitti karnı yeniden
acıkmıştı. Teknisyenlerin yemek malzemelerini bulunduğu dolaba baktı.
Yiyebileceği sadece makarna vardı, dolapta duran tencereyi aldı, makarnayı
kaynatmak için su alacaktı. Bir elinde tencere bir elinde el feneri ile o katta
bulunan tuvalete gitti. El fenerini aynaya tutu, yansıması gözünü aldı. Aynada
kendisine baktı. “Bir günde unutmuşum yüzümü” dedi. Sonrada musluğu açtı,
tencereyi doldurdu. Tencerenin içerine ne kadar su koyduğunu kontrol etmek için
el fenerini tencerenin içerisine doğru çevirdi. Fenerin ışıkları direk olarak
sudan yansıdı, oradan aynaya oradan da yeniden gözünü aldı. Ahmet bu olaya çok
şaşırdı. Feneri yeniden tencerenin içerisine doğru tuttu ışık suyu geçmiyordu,
direk olarak yansıyordu. Tenceredeki suyu doktu. Emin olmak için yeniden su
doldurdu. Feneri yeniden tencere içerisine tuttu ama yine aynısı oldu. Sanki
suda değişik bir şeyler vardı, Tencerenin içerisindeki suyu döktü ve tencereyi
tuvalete bıraktı. Hazır su dolaplarının oraya gitti. Bir koli ağzı kapalı küçük
bidonlar içerinde bulunan suyu tuvalete götürdü. Tencereye hazır suları döktü.
Feneri yeniden tencereye tuttu. Bu sefer su da ışık yansımadı. Boş su
bidonlarından birisine musluktan su doldurdu. Saydam bidondan ışık geçer
düşüncesi ile feneri bu sefer musluktan doldurduğu bidona çevirdi ama ışık
sadece yansıyordu. Arkasında bir gölge bırakıyordu. Normal su ile deneyi yeniden
yaptı. Normal sudan ışık yarı yarıya geçiyordu. Suda bir şeyler var dedi yüzünü
yıkamadı.

“Olamaz dışarıda ki yağmur suyu da bundan dolayı aydınlık yapıyordu etrafı”
dedi.
Beyninde sanki şimşekler çakıyordu. Büyük bir bilim adamı gibi hissetti
kendisini. Ne işe yarardı ki kimsenin olmadığı bir ülkede bilim adamı olmak.
Hazır su ile yemeği yapma kararı aldı. Odaya gitti suda makarnayı kaynattı
karnını doyurdu ve çek yata yeniden uzandı. Acaba şimdi ne yapmalıydı. Birileri
yaşıyor olmalıydı ve onlara ulaşmalı mıydı. Yataktan kalktı. Bel çantasının
içerisinde ne var ne yok hepsini çıkardı. Teknisyenlerin odasından çantasına
yaralı olabilecek eşyaları koymaya başladı. Bir tane dürbün buldu, onu koydu.
Sonra acıkırım diye boş çorba kâsesine biraz makarna koydu. Bir tane pense aldı,
el fenerini koydu, etrafına bakınırken başka bir şey almama kararı aldı. Geri
gelebileceğini düşündü. Yanına yağmurluğunu ve şemsiyesini de aldı Yukarı
binanın çıkışına doğru yürümeye başladı. Binanın dışarıya açılan kapısında
birazcık durdu. Yağmurun sanki daha da parlak olduğunu hissetti. Şemsiyesini
açtı yaşayan birlerini bulmak umuduyla dışarı doğru ilk adımını attı.
İş yerinin önünden geçen ana yolun karşısında bulunan 15 katlı olan 6 bina
bulunuyordu. Bu binada ki kapıları çalacaktı. Birinci binaya girdi. Apartman
koridorunda ki zillere basarak yukarı çıkmaya başladı. 1nolu daireye gelip
ziline bastı ama kapı zili çalmadı. Topallayarak merdivenleri çıkmaya devam
etti. Çıkarken de kimse yok mu? diye bağırıyordu. Binanın 15. katına geldi.
Binada kimse yoktu apartman koridorunun camından dışarı baktı. Ne kadar yüksekte
olduğunu keşfetti. Dürbününü çantasından çıkardı, yüksekten dışarıya bakmak
nasıl bir işmiş şimdi onu anlayacağız dedi. Ufukta küçük bir uçak gördü.
Heyecanlandı birden, “Birileri demek ki yaşıyor” dedi. Uçağı izledi uçak çok
hızlı gidiyordu. Ufuktan kaybolana kadar izledi. Sonrada dürbünün istikametini
evlerin olduğu yerlere çevirdi. Hiç insan görünmüyordu. Binanın bir tanesinin
bacasından duman çıktığını gördü. Sonra başka yöne çevirirken dürbünü birden
aklına takılı “acaba orada ne yanıyordu”. Birileri mi vardı da ısınmak
istiyorlardı.Hava sıcaktı, “bu sıcakta kim ısınmak ister ki” dedi. Dürbünle
yeniden o yöne döndü ve ayrıntılı bir şekilde incelemeye başladı. Duman sürekli
çıkıyordu. Bayağı bir süre baktı ama kimseyi göremedi. Çıplak gözle o binaya
baktı, bakınca mesafenin çok uzak olduğunu anladı.
Acaba ne vardı orada, iş yerine mi gitmeliydi yoksa duman çıkan yere mi?
Bir cevap buldu kendince; “Kaybedecek neyim var en iyisi oraya gideyim” dedi.
Zorlanarak çıktığı merdivenleri inmeye başladı. Binadan çıktı. Gideceği
istikamete doğru yürümeye başladı. Yolun çok uzun süreceğini biliyordu. Ayağı
acımasa daha hızlı gidecekti. Yaklaşık yarım saat sonra birden ayakları karıştı.
Sanki annesi onu izliyormuş gibi oldu. Başkaları onu izleyince işlerini farkında
olmadan karıştırıyordu yada yapamıyordu. İçindeki duygu yine aynıydı. Birileri
Ahmet’i izliyordu ve bu izleme yüzünden ayakları karışmıştı. Etrafına bakındı
ama yine kimse yoktu.

“Üf ya ne oluyor Dünya’ya” dedi. Varacağı noktaya az kalmıştı, yürümeye devam
etti. Biraz zaman geçtikten sonra o binanın önüne geldi. Binanın yüksek
olmasından dolayı dumanın durumuna bakamadı. Binaya girdi kimse var mı? Diyerek
yukarı katlara çıkmaya başladı. 3. katta sen kimsin diye bir ses geldi.
Ahmet yıllardır insan sesi duymuyormuşçasına “Neredesiniz?” dedi.
Ses cevap verdi
-Bodrum kattayız aşağı gel
Ahmet heyecanlı ve topallayarak bodrum kata indi.
Karşısında beyaz önlükler giyinmiş iki genç adamı gördü. Adamlardan birisi uzun
boylu bir diğeri de orta boydaydı. İkisinin gözünde de havuza girmek için
kullanılan gözlük ellerinde de eldiven vardı. Ahmet hemen soruları sormaya
başladı
“Ne oluyor burada, nerede insanlar, ben neredeyim, dengemi yitirmek üzereyim.
Biliyorsanız lütfen anlatın” dedi.
Adamlar da “Delikanlı biraz daha sakin ol. Bizde bilmiyoruz olanları, sadece
suda bir şeyler var insanları ve temas ettiği bütün canlıları buharlaştırıyor”
dedi.
Sanki Ahmet’in dünyası karardı. “Yani tüm herkes buhar mı oldu” dedi
Uzun boylu adam evet dedi. Su ile temas eden her canlı ölüyor yaptığımız
deneylerde bunu anladık. Adam kafes içerisinde iki kurbağa göstererek.
-Bak kurbağalara içleri yavaş yavaş yok oluyor. Kurbağalar ise hiç kıpırdamadan
duruyorlardı.
Ahmet “Ne yaptınız kurbağalara” dedi.
Kısa boylu adam cevap verdi
-Biz bir şey yapmadık bir damla su damlattık sonuç buharlaşma. Kurbağalar yavaş
bir şekilde yok oluyorlar ama şunu anlayamadık. Bazı kurbağalar 5 saatte
bazıları da 5 dakika da yok oluyor. Galiba kurbağalara göre değişiyor.
İnsanlarda da büyük ihtimalle böyle. Bu her neyse yakında soluduğumuz havada da
olacak. Yani hiçbir canlı yaşamayacak. Herkesin sonu kötü, bitkiler hayvanlar
her şey yok olacak, dedi
Ahmet “Ben su ile temasta bulunmadım. Yağmurluğum iyi kamufle ettiği için galiba
buhar olmadım tesadüfi yaşıyorum yani” dedi
Uzun boylu adam sordu.
-Temiz suyun ve yemeğin var mı?
Ahmet cevap verdi.
-İş yerimde bir ömür bize yetecek kadar temiz su ve yemek var dedi.
Adam cevap verdi
-Bu çok iyi o zaman bizde az kaldı. dediUzun boylu adam ben Vedat, bu da arkadaşım Hayri. Biz havuzların temizliğini
yaparız. Bu sezon başlangıcında havuzları temizlemek için iş teklifleri aldık.
Hayri su kimyası okudu. Yağmur başladığı gün suya bir baktı. Vedat bu suda bir
şeyler var dedi. Sudan numune aldık, klor ve ph testine tabi tuttuk. ph ve Klor
sıfır çıktı. Hayri hemen söze katıldı.
-Yağmur suyuna da dokunmadan aynı testi yaptık. Sonuç yine aynı çıktı.
Kurbağalarda test ekmek için suyu üzerlerine döktük. Bazıları hiç tepki vermedi.
Öylece bekledi. Bazıları hemen buharlaşmaya başladı. Sonra kaç kurbağada
denediysek hepsi aynı çıktı.
Ahmet
-Artık daha iyi anlıyorum her şeyi dedi.
Hava kararıp gece olana kadar sohbet ettiler, güzel bir dostluk ortamı oldu.
Sonrada gecenin sessizliğinde bulundukları binanın üçüncü katında uykuya
daldılar.
-Ahmet yatarken hayatım nereden nereye geldi. Su artık H2O değil dedi…
Güzel bir uykunun arasında sabah olmuş güneş ışıkları odanın camına vuruyordu.
Yağmur hala devam ediyordu, Ahmet uyandı, yataktan kalktı. Uykunun verdiği
sersemliği üzerinden atmak için yüzünü yıkamayı düşündü ama su olmaz dedi. Diğer
arkadaşlarını yattığı odaya gitti. Odada kimse yoktu ve masanın üzerinde bir not
vardı. Notta şu cümleler yazıyordu.
“Ahmet sabaha karşı sen uyurken seninde üzerine su döktük. Artık hayatındaki son
dakikalarını istediğin gibi yaşabilirsin”
Bu not Ahmet’te soğuk duş etkisi yapmıştı.
-Ama nedeeeeeeennnnnnnnnnnnn diye bağırdı küfür etti ve ağzına gelen her şeyi
bağırarak söylemeye başladı. Zaten ölmüşüm ben, annem öldü, ne anlamı vardı ki
yaşamanın, deseydiniz bana ben kendimi öldürürdüm dedi. Hiç bir eşyasını almadan
iş yerine doğru topallayarak yürümeye başladı. Yağmurun her bir damlası rahmet
gibi Ahmet’in yüzüne çarpıyordu. Yürüme sırasında gözleri doldu. Annesinin güler
yüzü geliyordu aklına. Annesi ile geçmişte yaşadıkları düşündü. O Ahmet’in her
şey idi. Babasının ölümünden sonra annesine hep o bakmıştı. Annesinin yanına
gidiyordu artık. Anne bak üşüyorum, ısınmak istiyorum anne, ellerin nerede anne,
şefkatin nerede anne, diye mırıldanmaya başladı. Bu yalancı düşler, insanlar,
hepsi boş anne, hiçbir şey istemiyorum, anne ben sana geliyorum. Düşümde bir dağ
görüyorum derken, Ahmet’in ayağı kaydı kocaman sokakta yere yıkıldı. Ahmet çok
sinirlenmişti, Neden ben diye yeniden bağırdı. Bunları görmeden keşke ölseydim
dedi. Üzerindeki bütün kıyafetlerini çıkardı. Sinirli bir halde deliler gibi
bağırıyordu Anne üşüyorum neredesin anne, neden anne neden diyordu.
Yaşadıklarına daha fazla tahammül edemedi.
Oyun muydu bu yaşadıklarım, ayağa kalkmak isterken yeniden yüz üstü düştü. Her
yeri çamur oldu. Artık Ahmet’in gözleri görmüyordu. Ne oldu diye yeniden
bağırdı. Sırt üstü döndü elini kalbinin üzerine koydu, her yeri buz tutmuştu
annesinin yanağını öptüğü gibi soğuktu vücudu, kalbi yavaş atıyordu. Anne bak
üşüyorum ısınmak istiyorum, kucağın nerede anne şefkatine nerede, anne bak
ölüyorum dedi ve sustu. Artık su vücudunun her bir karesindeydi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu