Terraria
Saatlerdir yeri kazıyordum. Durmadan meşale hazırlayıp önümü görmeye çalışıyordum. Tekrar kazıyordum. Kazıyordum. Kazıyordum. Ardından duyduğum bir sesle irkildim: “Özgür!”. Farkettim ki ofisteyim ve Terraria adlı oyuna dalıp gitmişim.
Kazmalar elimizde
Terraria’yı incelemek için biraz geç kaldığımızı itiraf etmeliyim. Malum askerde pek oyunlara vakit ayıramıyorsunuz. Ancak askerden sonra Terraria o kadar çok vakit alıyor ki, kaptırıp gidiyorsunuz.
Uzun süredir sizi kendine böylesine hapseden bir oyunla karşı karşıya kalmamıştım. Hele de ilk görüşte “Bu neymiş be böyle? Oynanmaz ki bu.” gibi bir tepki verilen bir oyunun beni bu kadar bağlamasını beklemiyordum. Terraria oldukça ilginç bir oyun. Öncelikle grafiklerden kısaca bahsetmeliyim ki ilk gördüğünüz anda hayal kırıklığına uğramayın. Eğer günümüzdeki allı pullu 3D grafiklerden aşağısına tahammül edemeyen biriyseniz, Terraria’dan fellik fellik kaçın, uzaklaşın, kendinizi odanıza kapatıp ağlayın. Tamam, ağlamayın ama Terraria SNES döneminin 16-bit’lik grafiklerini taşıyor. Nostalji sevenler için yüzlerde gülümseme yaratacağına eminim.
Grafik kısmıyla ilgili probleminiz yoksa, Terraria’nın en ilgi çekici kısmına gelelim. Ana menüden oyunu başlatmak istediğinizde öncelikle karakterimizi yaratıyoruz. Bu karakteri kişiselleştirme seçenekleri oldukça yeterli. Ardından oyunu oynamak istediğiniz dünyanın büyüklüğünü seçiyorsunuz. İşte oyun buradan sonra size istediğiniz büyüklükte bir dünyayı oluşturuyor. Terraria’nın arkasında çalışan kod, seçtiğiniz dünyayı o an yaratıyor ve böylelikle oynadığınız yer tamamen size özel oluyor.
Batsın bu dünya
Dünyaya geldiniz, “şimdi ne yapmam gerekiyor?” dediğinizi duyar gibiyim. Bu yüzden hemen yanınızda beliren “Rehber”le konuşmalısınız. “Rehber” size ne yapmanız gerektiğiyle ilgili bazı bilgiler veriyor. Ancak oyun boyunca bu bilgiler size yeterli gelmiyor maalesef. Çünkü oyun o kadar detaylı ki, rehber size kapıyı göstermekle kalıyor, kapıdan geçecek olansa sizsiniz (The Matrix’ten’de alıntı yaparım acımam.).
Basit olarak anlatalım. Elinizde bulunan balta’yla ağaç kesip tahta toplayabilir. Kazmayla birlikte yeri kazabilir ve bir çok farklı materyali toplayabilirsiniz. Bu tahtalarla “Work Bench” adı verilen bir çalışma masası yapabilir ve bu masayı da diğer materyallerle kullanarak bir çok yeni alet edevata sahip olabilirsiniz. Buna benzer kombinasyonlarla birlikte daha güçlü silahlar, dekorasyonla ilgili malzemeler gibi bir çok farklı eşya oluşturabiliyorsunuz. Terraria’da oyun, gece-gündüz döngüsüyle işliyor. Gündüz genellikle materyal toplamakla geçiyor. Ancak gece size saldıracak tehlikeli yaratıklardan kendinizi korumalısınız. Bu yüzden topladığınız materyallerle bir ev yapmanız en doğru hareket olacaktır. Evinizi istediğiniz gibi yapabilirsiniz. İster topraktan, ister tahtadan, ister taştan… Hatta altın duvarları olan bir ev bile inşa etmeniz mümkün. Evinizi kesinlikle düzgün dekore edin. Çünkü evinize çeşitli NPC’ler gelecek. Eğer yamuk yumuk bir ev kurar, içini boş bırakırsanız haliyle kimse evinize gelmez.
Terraria’nın insanı kendine çeken özelliği sizi araştırmaya yöneltmesi. Kazmayı elinize aldığınızda demek istediğimi anlayacaksınız. Saatlerce yeri kazıp “Acaba burada ne çıkacak?” diye merak etmekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Yazı işleri müdürümüz saygıdeğer Emre Günen’in saatlerini oyuna vermesine rağmen, benim daha ilk 20 dakikada yeraltında bulduğum sandıktan “Enchanted Boomerang” çıkması gibi ibretlik bir olayda da görüldüğü gibi; Aramaya inanın. Yeraltı mağaraları bir çok materyale, sürpriz sandıklara ve size saldırmaya hazır yaratıklara evsahipliği yapıyor. Bir yerden sonra o kadar çok derine gidiyorsunuz ki, lavlara ulaşıyorsunuz. Saatlerce aşağı indikten sonra bir yerde geri dönmeniz gerektiğini de unutmayın. Çünkü aşağı inmek 1 saatinizi alıyorsa, dönüşünüz en azından bir 2 saatinizi alacak.
Şurayı da kazıp yatıyorum anne!
Terraria’da ana olarak 3 adet boss bulunuyor. Eye of Ctulhu, Eater of Worlds, Skeletron gibi korkunç(!) isimlere sahip boss’lar, karakterinizi oldukça güçlendirdikten sonra karşılaşmanız gereken yaratıklar. Oyunun tamamen açık bir dünyada olması, bu boss’larla savaşmanın zorunlu olmamasını ve ne isterseniz onu yapabilmenizi sağlıyor. Bu yüzden YouTube’dan çeşitli videolara göz atmanızı öneriyorum. Pixel art’tan Mario yapanlar mı ararsınız, yoksa inanılmaz büyüklükteki evler yapanlar mı… O kadar sınırsız seçeneğe sahipsiniz ki, oyuna verilen 10 dolar’ın karşılığını her sent’ine kadar alıyorsunuz.
Çoklu oyuncu modu da bulunan Terraria, 4 kişiye kadar co-op oynanışı da destekliyor. Oyunun asıl zevki de böyle çıkıyor. 4 arkadaş birlikte hızlıca evinizi yapabilir, farklı tünellerden yeraltına inebilirsiniz. Çoklu oyuncu modunu oynamak isteyen arkadaşlara Hamachi programını biraz araştırmalarını öneriyorum çünkü öbür türlü IP numaranızı arkadaşlarınızla paylaşmanız gerekecek.
Terraria saatlerinizi bilgisayar karşısında geçirmenize neden olacak bir oyun. Merak ettikçe daha da merak ediyor ve kendinize engel olamıyorsunuz. Oyunun tek eksiği başta sizi biraz zorlayacak olması. Çünkü ne yapmanız gerektiği pek açık söylenmiyor. Ancak yine de bir süre kendinizi tutarsanız, sonrasında karşınıza çıkacak olan bu kocaman dünyayı çok seveceksiniz. Şimdi Steam’e gidin ve bağımsız bir oyun olan Terraria’ya 10 dolar verin. Çünkü buna değecek.