The Crew
Hayatınız boyunca hiç yurt dışına çıkmamış bile olsanız, yine de Amerika’yı avucunuzun içi gibi bilmeniz mümkün. Dexter Morgan sayesinde Miami’yi; Hank Moody ile Kaliforniya’yı; Winchester Biraderlerle de Amerika’nın en leziz hamburgerlerini yapan kırsal eyaletlerini arşınlamış bir nesil için; New York sokaklarında patinaj yapmak, Detroit’te asfalt ağlatmak, Las Vegas’ta tozu dumana katmak hiç sorun olmamalı.
The Crew bizleri, Amerika Birleşik Devletleri’nin tüm eyaletlerini karış karış gezmeye, son model asfalt canavarlarımızın direksiyonuna geçip, tüm eyaletlerde kükreyen motorlarımızla inletmeye davet ediyor. Üstelik tamamen online tabanlı ve çoklu oyuncu seçenekleri ile bezeli bir oyun sistemi ile!
Gordon, bu sen misin?
Anlatmaya oyunun hikayesinden başlamak gerekirse, bundan 10’larca yıl evvel Need for Speed oyunlarında da kullanılmış olan bir hikayenin karbon kopyası ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Kirli bir FBI ajanı ile işbirliği içinde olan acımasız yarış çetesinin karşısında, abisinin ölümüne şahit olan ve boş yere hapislerde çürüyen bir başkahramanın intikam mücadelesi ne sahne oluyor The Crew.
Eski suçlu, yeni muhbir bir kahraman olan ve Gordon Freeman’ın dört bir yandan yemiş haline benzeyen Alex Taylor rolünü üstleniyoruz. Yapmamız gereken ise çok basit! Amerika Birleşik Devletleri topraklarındaki tüm yaman yarışçıları alt edip, 1 numaradaki koltuğuna kendini beğenmiş biçimde kurulmuş olan Dayton’a toz yutturmak….
Özünde bir yarış oyunu olmasına rağmen, enteresan fikirlerle bezeli, yüksek potansiyel sunan bir oyun The Crew. Daha ilk tanıtımı yapıldığı andan itibaren, tüm Amerika Birleşik Devletleri haritasını baştan aşağı gezeceğimiz söylenmiş ve büyük ilgi toplamıştı. Hatta haritanın o kadar büyük olduğundan söz edilmişti ki, bir ucundan diğer ucuna ancak 45 dakikada ulaşabileceğimiz açıklanmıştı.
Peki, harita gerçekten bu kadar büyük mü? Bir yarış oyunu olmasından dolayı, bu sorunun cevabı kocaman bir evet! Eğer işi matematiğe dökecek olursak, The Crew’un harita büyüklüğünün yaklaşık 5.000 km kare olduğu söylendi. Amerika Birleşik Devletleri’nin gerçek yüzölçümü ise 9,8 milyon km kare civarında. Bu da demek oluyor ki, gerçeğinin yaklaşık binde 5’i oranında bir harita oyuna aktarılmış. Gerçek ölçümün binde 5’i belki küçük gelebilir ama samimiyetle söylüyorum ki, bir yarış oyunu için haddinden çok olduğu ortada. Haritanın bu büyüklüğü baştan çok etkileyici gelse de, bir yerden sonra aşırı büyüklüğün de bir işe yaramadığını, hatta “Fast Travel” sistemine sıklıkla başvurmak durumunda kalındığınızı göreceksiniz.
Car + RPG = CaRPG
Bu kadar gevezelikten sonra asıl oyuna artık geçiş yapalım. The Crew başlar başlamaz bizi heyecanlı bir kovalamacanın içinde bırakıyor. Daha ne olduğunu anlamadan polislerden kaçmaya, gaz pedalına var gücümüzle yüklenmeye odaklanıyoruz. Çerez niyetine birkaç görev yaptıktan, Detroit’in tozunu dumana katıp, biraz lastik izi bıraktıktan sonra, maceranın sonuna kadar bizleri götürecek olan esas görevler ile baş başa kalıyoruz.
The Crew her ne kadar yarış oyunu olsa da baştan aşağı RPG unsurları ile süslenmiş. Hatta öyle ki, tıpkı RPG oyunlarında karakterinize seviye atlatır gibi, hem kendimize, hem de aracımıza deneyim puanı kazandırıyor, seviye atlatıyoruz. Nasıl ki, RPG oyunlarında kahramanlarımızı yeni zırhlar, silahlar alıyorsak, The Crew’da da aracımıza yeni amortisörler, fren balataları, enjektörler gibi parçalar ekliyor, hızını, dengesini, yola tutunuşunu artıyoruz. Gittikçe daha güçlü bir yol canavarı olan aracımız ile yeni yarışlara ve test sürüşlerine katılıp daha da hızlanıyor, dosta düşmana havamızı atıyoruz.
Nasıl ki oynanış RPG öğeleri ile süslü ise, haritanın keşfedildiği ve yeni görevlerin ortaya çıkışı da aksiyon RPG oyunlarına benziyor. Ubisoft’un önce Assassin’s Creed’de sonra da Far Cry’da kullanmayı alışkanlık edindiği “viewpoint” sistemi The Crew’da da kullanılıyor. AC ve Far Cry oyunlarında haritayı açmak için bir kuleye tırmanmak gerekiyorsa, burada da haritanın gizli bir yerinde duran, dev radarı bulmamız gerekiyor. Bunun için ekranın sağ alt köşesindeki mini haritamızdan faydalanıyoruz. Sonar sistemine benzer bir uygulamayla önce kırmızı, sonra sarı ve iyice yaklaştığımızda da yeşil renge dönüşerek, bize radarın yerini tarif ediyor. Radara ulaştığımızda ise haritanın o bölgesi içindeki tüm yan görevler ortaya çıkıyor.
Gaza basmadan tüm ülkeyi dolaşmak
Harita ve Fast Travel sistemi hakkında bir iki kelam daha etmek lazım. Tüm Amerika haritası görevlerle dolu olsa da bunlara ulaşmak epey zaman alıyor. Bu yüzden mutlaka Fast Travel sistemini kullanmak durumunda kalıyorsunuz. Ancak Fast Travel ile, hedefinizdeki yere ışınlanabilmek için, o bölgeye daha evvelden gitmiş olmanız şartı koşuluyor.
The Crew içerisinde keşfettiğim enteresan bir hata ile kolay biçimde haritayı açmanız da mümkün. Benim gibi mutlaka başka kullananlar da olabilir ama ben yine de meraklılarına anlatayım. Diyelim ki, haritada daha evvel gitmediğiniz bir yere ulaşmak istiyorsunuz ve yol da son derece dolambaçlı seyir izliyor. Hiç dolambaçlı yollara girmeden, harita ekranına geçip, gideceğiniz yere en yakın noktayı işaretliyor ve Fast Travel seçeneği ile o noktaya ışınlanıyorsunuz. Haritaya geri döndüğünüz vakit, haritanın daha fazla bölgesinin açıldığını fark edeceksiniz. Aynı şeyi yeniden yapıp, yine ışınlanabildiğiniz en uzak bölgeye aracınızı gönderir ve bu işlemi, hedefiniz olan noktaya ulaşana kadar tekrarlarsanız, gaz pedalına temas etmeden kilometrelerce yolu gitmiş olacaksınız. Özellikle dağlık ve bol virajlı yolarda vakit kaybetmemek için basit bir çözüm.
Senin için yapabileceğim bir şey var mı?
The Crew’un senaryo modunda, yapmamız gerekenler iki ana gruba ayrılıyor: Hikaye görevleri ve Yan görevler. Adından da anlaşıldığı gibi senaryo görevlerinde belli başlı yarışçılarla kapışıp Amerika’nın en bıçkın yarışçıları listesinde kafaya oynarken, yan görevlerle de aracımızı daha güçlü hale getiriyoruz. Ana senaryo görevleri, diğer görevlere nazaran çok daha fazla deneyim puanı veriyor olsa da, seviye sınırlaması olduğundan, bir iki görev yaptıktan sonra, yan görevler yaparak aracımızı geliştirmemiz mecbur hale geliyor.
Senaryo görevlerinin yapısından bahsedecek olursak, klasik tur tabanlı yarışların yanı sıra, süre yarışları ve polisten kaçma gibi görevler de var. Görevlerin hemen hepsi, bugüne kadar alışık olduğumuz yarış oyunları klasiklerini sunuyor. Dolayısıyla anlamak son derece kolay.
Görevlerin arasında bir yarış türü var ki, insan şaşırmadan edemiyor; Adam Öldürme görevleri… İlk okuduğunuzda, “Adam öldürme mi? Yanlış yazdı herhalde!” diye düşünmüş olabilirsiniz, ama bu gerçeğin ta kendisi. Düzenli aralıklarla karşımıza çıkan adam öldürme görevlerinde deniliyor ki, “Filanca şöyle kötülük yaptı, böyle yetimlerin hakkını yedi. İyisi mi sen git ve son model asfalt canavarı aracını hiçe sayıp, düşmanlarının araçlarına vura vura onları ortadan kaldır!”
Nasıl bir mantığa sığıyor anlayamıyorum ama 3-5 görevde bir, aracımızla başka bir araca vura vura içindeki kişiyi öldürmemiz isteniyor. Eğer yeterince hızımızı alır ve rakip otomobile sağlam bir vuruş yaparsak, içindekini tek seferde şoförler cennetine gönderebiliyorken, yeteri kadar hızlı süremezsek, kısıtlı süre içerisinde defalarca tampon darbemizle rakibi yoklamamız gerekiyor.
Hadi canım, yandan, yandan…
Ana senaryonun dışındaki yan görev sistemini biraz açmak istiyorum. Yapımcılar hem oyun süresini uzatmak, hem de devasa haritanın dört bir yanını gezmemizi sağlamak amacı ile 1000’e yakın yan görev eklemeyi ihmal etmemiş.
Yarış çizgisini tutturma, slalom, rampadan atlama gibi seçenekleri olan yan görevlerin yapılması aslında zorunlu şart olarak gözükmese de, senaryo görevlerini yapmak için gerekli deneyim puanını ve seviyeyi bize vermeleri için gerekli oluyor. Yan görevleri düzenli biçimde yapmazsanız, aracınız asla gerçek yarışlarda başa güreşecek kadar güçlü olamıyor.
Görevlerin hepsinde, altın, gümüş ve bronz olmak üzere başarı kriterleri var. Bir yan görevin minimum ihtiyacını karşılamamız halinde bronz madalya kazanıyor, görev sonunda bize sunulan yeni araç parçasını elde ediyoruz. Eğer gümüş ya da altın madalyayı hak edecek bir performans sergilersek, bronz madalyaya göre araca daha fazla katkı sağlayan bir parçanın yanı sıra, bu parçaya ilave edilen bir de ek özelliğe sahip oluyoruz. Hızlanma, maksimum sürat, denge ve fren olmak üzere, dört farklı ek özellikten biri rastlantısal olarak hediye ediliyor. İşin bu kısmı biraz şansa bakıyor. Çünkü etkileyici bir performans sergileyip, altın madalyayı hak ettiğiniz bir motor parçasının yanında gelen ek özellik, gerçekte ihtiyacınız olmayan bir seçenek çıkarsa, yeterince mutlu olamayıp aynı görevi yeniden yapmak isteyebiliyorsunuz.
Dostum yapay zeka demişsin, bu benden akıllı!
Gelelim yarışların iç dinamiğine ve yani yapay zekaya. Tüm yarış oyunlarında adı konulmamış bir kural vardır: Eğer yeteri kadar iyi bir aracınız varsa, yapay zeka genellikle sizin için sorun olmaz. Hatta aracınız yarış ortalamasının biraz üzerinde oldu mu, tek rakibiniz, bir önceki turdaki hayaletiniz olur. The Crew’da ise yapay zeka tarafından yönetilen rakipler inanılmaz derecede acımasız. Pistte yaptığınız en ufak hatanızı bile kesinlikle affetmiyorlar. Bu da demek oluyor ki, yarış boyunca mükemmel bir performans sunsanız bile tek bir hatada yarışı kaybediyorsunuz. “Geride kaldım, ama birkaç turda telafi ederim,” diye düşünürseniz, vakit kaybından başka hiçbir şeyle karşılaşmayacaksınız, baştan söyleyeyim.
Yapay zekanın neredeyse hiç hata yapmaması baştan güzel geliyor ve insana kendini sınaması için fırsat veriyor olsa da, bir yerden sonra mantık dışı sınırlara ulaşıyor. Üç turluk yarışın son virajını dönerken trafikteki bir araca çarpmanız halinde, kendinizi podyum dışında bulmanız son derece normal.
Diyelim ki, “Yarışçılar, pistte asla hata yapmaz!” mottosunu benimsedik. Bu sefer de polis takiplerindeki hatalar göze batıyor. Arkanıza 6 polisin dizildiği amansız bir kovalamacı hayal edin. Asfalt yolda bir türlü peşinizi bırakmadıklarından, son çare olarak ormanın içine dalmayı görüyorsunuz. Birkaç usta manevranın ardından, “Vay be! Ben o ağaçların arasından nasıl geçtim?” diye övünürken bir de bakıyorsunuz ki, arkanızdaki 6 polis de aynı sürat ve aynı beceri ile ağaçların arasından sıyrılıp tamponunuza vurmaya başlamış bile! Tamam, peşinizdeki polislerin bazıları ‘Demir Bükey İleri Sürücülük Teknikleri’ kursunu birincilikle bitirmiş olabilir, ama aralarından biri bile hata yapmaz mı arkadaş!
Benim aracım, benim seçimlerim
The Crew’daki modifikasyon sistemine baktığımızda, son derece basit biçimde sunulduğunu ve üzerinde kafa yormaya hiç gerek olmadığını söyleyebilirim. Görev simgelerinin üzerinde, tamamlamamız halinde bize nasıl bir katkı sağlayacağı gösteriliyor. Kiminde maksimum sürati artırırken, kimi görevlerin sonunda daha etkili fren yapacağımız belirtiliyor. Görevi tamamladığımız anda da ilgili parça otomatik olarak araca yükleniyor. Ne garaja gitmemize, ne de araç parçaları arasında seçim yapmamıza gerek yok. Her şey otomatik oluyor.
Garaja gitmemize gerek kalmadan, araç için gerekli olan tüm gelişimlerin yapılabilmesi güzel bir özellik olsa da, oyunu çok basitleştirdiği kesin. Hatta insan modifikasyonda biraz daha özgür olmak istiyor. Her şey kendiliğinden olduğundan, deneyim kazandıkça otomatik olarak güçlenen bir makineye dönüşüyoruz.
Araç konusunda da pek fazla seçenek sunmayan The Crew’da, Lamborghini ve Ferrari gibi üst düzey otomobillere sahip olma fırsatımız bulunsa da, sadece asfaltta değil, toprak pistlerde de yol aldığımızdan, farklı zemin yapılarına uygun araçlara sahip olmak daha büyük avantaj sağlıyor.
Street, Dirt, Perf, Raid ve Circuit ismi verilen beş farklı otomobil türüne sahip oluyoruz. Yarışlara dahil olmak için bu araç türlerine önceden sahip olmamız gerekiyor, ama buna fazla kafayı takmaya gerek yok, çünkü senaryo modu zaten bize her şeyi otomatik olarak sunuyor.
Yeterince yan görev yapıp, senaryo görevlerini de takip etmemiz halinde, oyunun başında bize verilmiş olan otomobili, her türlü yarışa uygun hale getirebiliyoruz. Mesela ben oyunun başında Ford Mustang GT ile başladım ve 10. seviyeye ulaştığımda otomatik olarak, aynı aracın “Dirt” seçeneğine sahip oldum. 20. seviyede yüksek performans sunan “Perf” aracı da yine aynı şekilde senaryo görevi tarafından ücretsiz olarak garajıma eklendi. Hiç araç modeli değiştirmeden ve alım-satım işleri ile uğraşmadan, tüm görevleri yapmak son derece sıradan bir olay.
Dudağım uçuklamadı, mağdurum
Piyasa sürülmeden evvel The Crew hakkında iki şeyden bahsediliyordu: Birincisi devasa haritası, ikincisi ise dudak uçurtacak seviyedeki grafikleri. Birinci konuda yapımcılara gerçekten hak veriyorum. The Crew’un haritası yarış oyunlarından beklenmeyecek ölçüde büyük, ancak grafikler o kadar da abartılacak seviyede değil. Kendi araçlarımızın grafik kalitesi yüksek seviyede olsa da, çevre tasarımı ve diğer araçların detayları son derece sıradan gözüküyor. Yapımcıların tek savunma noktası devasa büyüklüğündeki oyun haritası olduğundan, çok bir suçlama yapılamıyor belki ama Forza Horizon 2’deki kalitenin burada bulunmadığı da kesin.
Hem Xbox One, hem de PlayStation 4’te 1080p olarak sunulan The Crew, genellikle akıcı bir oynanış sunsa da zaman zaman beklenmedik frame düşüşleri de yaşatabiliyor. Teknik anlamdaki en güzel yanı ise, bu denli büyük bir haritaya sahip olmasına karşın, yeni bir göreve başlamadığınız müddetçe, neredeyse hiç yükleme ekranı ile karşılaşılmıyor olması.
Grafiklerin haricinde bir de arabirimden bahsetmek gerek. The Crew sürekli online biçimde çalıştığından etrafımızda da sayısız oyuncu bulunuyor. Her oyunun nerede ve bize ne kadar mesafede olduğu, simgeleri ile birlikte ekranda gözüküyor. Bu simgelere, kendi kadranımız, mini harita, seviye bilgimiz gibi unsurlar da eklenince ekran çorbaya dönüyor. Hatta mini görevlerin içine dahil olduğumuzda, hareket halindeyken görev istatistiklerinin ekranda belirmesi ile birlikte önümüzü göremeyecek hale geliyoruz.
Sıklıkla kullandığımız cep telefonumuz, pek çok işi garaja gitmeden, yol üzerindeyken yapmamızı sağlıyor, ancak telefonun çok kolay kullanılabildiğini söylemek güç. GTA V’te hem yolu kolaçan edip, hem de telefon üzerindeki işleri kolayca yapabiliyorduk. Burada ise menülerin içinde dolaşırken kaza yapmamak mümkün değil.
Görsel yönden beni en çok etkileyen, garajın içine girdiğimiz zaman oldu. Aracımızın yeni parçaları kullanılması durumunda nasıl tepki vereceğini gösteren Transformers benzeri yapboz yapısı çok etkileyici. Otomobilimizin sadece şasisi kalıncaya değin, vidalarına kadar ayrılmasının ve yeniden birlemesinin çok güzel gözüktüğünü söylemeliyim.
Nerede bu insanlar, nerede bu millet?
The Crew’da, şehir atmosferi diye bir şey olmadığını söylemek zorundayım. Sanki Amerika Birleşik Devletleri’nde ikinci kara veba vakası yaşanmış da nüfusun %80’i hayatını kaybetmiş gibi, sessiz ve sakin şehirler var karşımızda. Tamam, yollarda araçlara, ışıkların olduğu yerlerde karşıdan karşıya geçen insanlara denk geliyoruz, ama bunların hiçbiri The Crew’un yaşayan bir şehirde geçtiği hissini oluşturmaya yetmiyor.
Tıpkı GTA’da olduğu gibi The Crew’da da aracımızda her an radyo dinleyebiliyoruz. Çok etkileyici, akılda kalıcı, önemli eserler var diyemem, ama herkese uygun bir türün mutlaka bulunabileceğini de belirtmeliyim. Ben şahsen klasik müzik kanalını bulur bulmaz üzerine çöktüm ve bir kere bile değiştirme gereği duymadım. Fakat şu da bir gerçek ki, beyhude yere yollara düşmediğiniz müddetçe radyoyu dinlemeye vaktiniz olmuyor. Çünkü oyunda sürekli olarak görevlere, telsiz konuşmalarına ve senaryo gereği giren tempolu müziklere şahit oluyoruz. Bu da kesintisiz biçimde radyo dinlememizi engelliyor.
Eski ekibi topluyoruz!
The Crew tamamen online temalı bir oyun. Zaten görevlerin yapısının ve seviye atlama sisteminin de sunduğu öğelerden bunu daha iyi anlıyoruz. Hatta hangi göreve başlamak isterseniz isteyin, ilk olarak co-op seçeneği aktif oluyor. Yani hızlıca yarışa girmek için düğmelere peşi sıra basarsanız, sistem sizi hemen co-op modundaki oyuna yönlendiriyor.
Eğer sunucular günündeyse ve size yakın seviyede de bol oyuncu varsa, online arenada eğlenceli yarışlar çıkarmak mümkün. İşin kötü yanı ise yarış çeşitliliğinin kısıtlı olması. Sürekli aynı tip yarışları yapmak bir yerden sonra heyecanı götürüyor. Öte yandan, online yarışlara girmeden evvel, sistemin bize oyuncu bulmak için beklemeye alması bazen haddinden fazla uzun sürebiliyor. Bir kere çoklu oyuncu modunu seçtiğiniz zaman ise, yarışçılar bulunana kadar o ekrandan çıkmak da mümkün olmuyor.
Bu senin modası olan online oyunlardaki bağlantı sorunları The Crew’da da sıklıkla karşımıza çıkıyor. Bazen yarım saati bulan oyuncu bekleme süreleri saç baş yoldurabiliyor. Hatta tam oyuncuları bulup yarışa girecekken, “Bağlantınız koptu!” yazısı ile karşı karşıya kalmanız son derece sıradan bir durum! Sunucuların ne zaman ne yapacağının belli olmaması yüzünden, her şeyi akışına bırakmak ve eğer o gün sunucular düzgün çalışıyorsa oynamak, çalışmıyor ise başka oyuna geçmek sinir sağlığı açısından en güzeli…
Potansiyel var da, sonuç var mı?
Toparlamak gerekirse, The Crew elinde çok fazla potansiyel barındıran, oyuncuya pek çok ilgi çeken özellik sunan, ama bunların hiçbirinde kalitesini yukarıya taşıyamayan, vasat üstü bir oyun olmuş. Aslında güzel yönleri epey fazla. Mesela bir yarış oyununa göre oynama süresi gerçekten uzun. Haritası tahmin edildiğinden bile çok daha büyük. Çeşitliliği az olsa da yapılacak görev sayısı aşırı derecede fazla. Gerçeğine uygun biçimde tasarlanmış şehirler de aynen olması gerektiği gibi.
Kötü yanları ise, tek başınıza oynamak bile isteseniz sürekli online bağlantıya ihtiyaç duyması, tek kişilik görevlerde dahi oyunu durdurmanın mümkün olmaması, bazen bir saati bulan Crew görevlerinin kesintisiz ve yüksek tempolu bir oyun konsantrasyonu gerektirmesi, 100’lerce defa aynı görevleri yapmanın zorunlu kılınması olarak gösterilebilir. ve tabii ki bağlantı sorunları!
Açık konuşmak gerekirse, tam manasıyla MMO ve RPG karışımı bir yarış oyunu daha yok. Eğer defalarca aynı görevi yapıp araç parçaları toplamak için saatlerinizi harcamak sizin için sorun değilse, içerisinde binlerce yapılacak görevlerin bulunduğu oyunlar ilginizi çekiyorsa, fazla araç seçeneğinin olmaması ve modifikasyon seçeneklerinin de sistem tarafından kontrol edilmesini kafanıza takmıyorsanız, The Crew ile uzun bir süre keyifli vakit geçirebilirsiniz.
Sizin için önemli olan, kendini tekrar etmeyen, gerçekçi bir yarış deneyimiyse, kaliteli grafikler vazgeçilmezinizse, zaman zaman hatalar da yapabilen yapay zekalı rakipler arayışındaysanız, The Crew’da aradığınızı bulamayacaksınız. Hele bağlantı sorunlarına tahammül edemiyorsanız, almadan evvel bir daha düşünün.