The Darkness
Karanlıklar….
Starbreeze tarafından geliştirilen (The Chronicles of Riddick) ve yayımlayıcısı 2K Games tarafından yayımlanan The Darkness, aslında bir çizgi romana dayanmakta. İlk serisi 1996 yılında Top Cow Productions tarafından yayımlanan The Darkness, Joe Benitez ve Marc Silvestri tarafından kaleme alınmıştı.
21 yaşına girdiği gün mafya arkadaşları ile yola çıkan Jackie Estacado, mafya işlerini yürütmek için sıradan bir gecede saldırıya uğrarlar ve Jackie Estacado ailesi bildiği kişileri kaybeder. Pek tabiî ki klişeleşmiş senaryosu gereği tüm bunların arkasındaki isim olan diğer büyük mafya patronu olan Paulie Franchetti’nin peşine düşer.
The Darkness, en iyi aksiyonu bizlere yaşatabilmek için FPS türünde bir oyun olarak sahneye çıkıyor. Kahramanımız Jackie Estacado sıradan mafyacılık oyunları oynarken, kendisi ile birlikte gelişen bazı Darkness Güçlerinin de farkına varmaya başlıyor.
The Darkness’i kendi türündekilerinden keskin bir biçimde ayıran en önemli özelliği de Darkness Güçlerinin olması, genel olarak bu Darkness Güçleri; Jackie Estacado’nun bedeninden çıkan kollar, ölü insanların diritilmesiyle canlanan IMP, Silahşör ve Kamikaze formasyonundaki ölümsüzler, kendi başına açabildiği Kara Delikler olarak sıralayabiliriz.
Çevre, Atmosfer, Grafik…
The Darkness genel olarak ele alındığında sizleri yaşayan bir şehrin içindeymişsiniz duygusunu yoğun olarak yaşatabiliyor. Kimi zaman ıssız sokaklar, transfer işlemleri için metronun kullanılması, metro bekleyen yolcular, herhangi bir mekanda televizyondan sizin de içinde bulunduğunuz bir haberin yayınlanması gibi kendi dünyasını bizlere yansıtmaya çalışıyor.
Oyunda genellikle, hikayeler belirli mahallelerde geçtiğinden dolayı hem bu mahallelere gidebilmek için metroyu kullanmak zorundayız, hem de mahallelerin içindeki otobüs duraklarındaki haritalar sayesinde gitmek istediğimiz destinasyonun yerini belirleyebilmekteyiz. Bu başlı başına oyunda size çok büyük bir özgürlük sağladığı gibi gelişmelerin gerçekçi olmasında da oldukça pay sahibi bir özellik olarak duruyor.Şüphesiz ki yapımcılar ana karakter olan Jackie Estacado’u benimseyebilmemiz için oldukça farklı yöntemler geliştirmişler. Her şeyden önce oyun bir Doom, Duke Nukem, AVP gibi saf aksiyon oyunu değil.
Jackie Estacado gerçekten de belirli alışkanlıkları olan, kendi tarzını yansıtan, gündelik hayatı sadece adam öldürmek olan birisi değil. Oyunda bunları daha iyi yaşayabilmemiz ve soluk alabilmemiz için, kız arkadaşımız ile beraber televizyon izleyebilmek, doğum günü pastamızdaki mumları üfleyebilmek, insanlarla beraber televizyondan gelişmeleri takip edebilmek gibi aslında normal insanın yaptığı pek çok aktiviteyi oyuna dahil etmişler.
Bazı durumlarda geçmişe yolculuk ederek Jackie Estacado’nun çocukluk hallerini, ilk aşkını görebiliyoruz. Kimi durumlarda ise ıssız bir arazide, sislerin içinde kendimizi savunmasız bulabiliyor, bazı anlarda da tünellerde kendimizi kurtarmak için tüm ateş gücümüzü kullanıyoruz. Bu bakımdan oyunun muhteşem bir atmosferi olduğunu söyleyebilirim. Hatta çoğu oyunda sıkıcı olan yükleme süreleri sırasında Jackie Estacado bize başından geçenleri, çocukluk anılarını, hayat hikayesini ve dünya görüşlerini anlatmak gibi görevler üstleniyor. Tüm bu uygulamalar oyunun tamamında, oynadığı kahramanı benimseyen, onunla özdeşleşen, tarzını yansıtan bir oyuncu profili oluşturmasını sağlamakta.
Grafikler ele alındığında maalesef atmosfer için yaratılan dünyanın pek de yansımadığını söyleyebiliriz. Her şeyden önce oyunda çok iyi bir ışıklandırma uygulandığını, aktif olarak ve oyun dinamiği olarak oyundaki her türlü ışık kaynağını yok edebildiğimizi söylemek isterim. Ama oyunun genelindeki doku kalitesi, kullanılan çözünürlükler zaman zaman 2 yıl öncesine aitmiş gibi…
Örnek vermek gerekirse, yerdeki çoğu kağıt parçasının üzerine baktığınızda çok düşük kaliteli olduğunu, duvar ve mekan uygulamalarında yine düşük kalitedeki textureleri fark etmek oldukça kolay. Karakter modelleri ise Starbreeze’in Riddick’te uygulamış olduğu bol detaylı, kaliteli yüz animasyonları olan, bazı yerlerde kendini tekrar eden ama hatırı sayılır düzeyde envantere sahip modeller olduğunu fark ediyorsunuz. Ciddi anlamda bol bol, düşmanınız ve NPC etrafta dolaşmakta.
Oyunun geçtiği yerlerdeki mimari ise son derece gerçeğe yakın seviyede olmuş, gerek sokakların tasarımları, gerek iç dekorasyon bize gerçekçi bir görünüm çiziyor.Oyun Dinamikleri
Önceki bölümlerde de bahsettiğimiz gibi The Darkness’i Saf Aksiyon oyunlarından ayıran en önemli özelliklerinin Darkness Güçleri olduğunu söylemiştik. Darkness Güçlerini kullanabilmek için de çevrenin bu güçlere göre adapte edilmesi gerekiyordu ve Darkness Güçlerinin en zayıf yönü ise ışık kaynakları. Maalesef hiçbir Darkness Gücümüzü yüksek ışık altında kullanamıyoruz bu yüzden de oyunda kendi karanlığınızı yaratabilmek gibi alternatif verilmiş. Bunun içinde ister trafoları, istersek de ampül, florasan gibi kaynakları yok etmemiz yeterli, asıl macera ise bundan sonra başlıyor…
Oyuncunun Darkness Güçlerini kullanabilmesi için genellikle çatışmalarda oldukça fazla sayıda ve dar alanda düşmanla yüz yüze getirilmeye çalışılmış. Bu gibi durumlarda oyuncunun genellikle ilk tercihi; ışıkları yok et, Darkness Güçlerini sokağa sal şeklinde oluyor. İkinci tercih ise pek tabiî ki bileğine ve şansına güvenenler için silahlarına sarılmak oluyor.
Başlı başına Darkness Güçlerimizde; kendisine en yakın rakibe pençeleri ve dişleri ile saldıran IMP’ler, elindeki minigun ile istediğimiz hedefe saldıran Silahşör, kalabalığın içinde kendini patlatabilen Kamikaze gibi birbirinden farklı stratejileri uygulayabilmemizi sağlayan alternatifler mevcut. Ama hepsinin zayıf noktası ışık…
Berserk: Bu Darkness Gücünde ortaya çıkan yaratık, kendi testeresi olan, gerektiğinde pençelerini de kullanabilen bir IMP’den ibaret. Bu IMP’in oldukça çevik ve atak olduğunu söylemeliyim.
Gunner: Gunner, elinde minigun’ı, ağzında purosu ile tam bir savaş kahramanı, özellikle etrafta çok fazla düşman olduğunda elindeki minigun ile en büyük destekçiniz olabiliyor.
Kamikaze: Kamikazeleri aslında yıkılması gereken duvar, aşılması gereken barikat olduğu durumlarda ortama saldığınızda sırtındaki TNT deposunu patlatarak bizim yolumuzun açılmasını sağlıyor. Ayrıca kalabalık düşman ekiplerinin arasına göndermek de son derece etkili bir imha yöntemi.
Oyundaki belki de en çok kullandığımız güç, Jackie Estacado’nun sırtından çıkan kollar oluyor. Bu kollar aslında iki yılan türündeki canavarın uzantısı, bu yılanları herhangi bir yerdeyken aksiyona hiç karışmadan, çıkarıp, rakiplerimizin suratlarını parçalayabilir, kimselere görünmeden havalandırma kanallarını kullanarak kilitli kapıların arkasına çıkıp kilitleri açabilir, ulaşamadığımız yerlerdeki anahtar, silah, notları almalarını sağlayabiliriz.Bu kolların bir diğer özelliği de öldürdüğünüz rakiplerinizin kalplerini yemelerini sağlamak, bunun nedeni de yediğiniz kalp oranında yeni güçlere sahip olabilmemiz. Tabiî ki bu iki yılandan biri yerdeki cesedin kalbini yerken diğeri ona saldırabiliyor, ağzındakini almak için hamle yapabiliyor veya tıslayabiliyor. Oyun içersinde bu iki sevimli yılanın kavgalarını izlemek de oldukça keyifli olabiliyor.
Fakat The Darkness’in bu kadar farklı çatışma alternatifi varken, aksiyon dolu sahneler oldukça yavan geçmekte, çoğu zaman yapay zeka aynı tepkileri göstermekte, silah ile aksiyon her zaman beklenen keyifte olmuyor. Jackie iki silahı birden kullanabilmek gibi yetkinliğe sahip ama aynı oranda aksiyonu bize yaşatamıyor.
Müzikler ve seslendirmeler ise inanılmaz derecede özenle hazırlanmış, Jackie oyunun başından itibaren karizmatik sesiyle bize güçlü bir karakter izlenimi veriyor, aksiyon sahnelerinde çalan Hard-Core, New Age ayarındaki müziklerde bizi fazlasıyla motive edebiliyor. Bu bakımdan oyunun şüphesiz ki en belirgin özelliği sesler diyebiliriz. Silah sesleri ise ciddi anlamda elimizde Desert Eagle marka silah olduğunu hissetmemizi sağlıyor.
Zevkli, senaryosu, çok iyi atmosferleri, yer yer oldukça iyi ve kötü grafikleri, çok iyi sunumu olan ama ağızda çok iyi tat bırakmayan akşam yemeğine benzer aksiyon sahneleri olan bir oyun The Darkness… Oyunu oynarken yer yer yaratıcı yönünüzü kullanıp silahlarınıza dokunmadan bölümleri geçebilecek, Shotgun ile aksiyona girebilecek, küçük bulmacalar ile FPS’den uzaklaşabilecek, FPS oyununun sadece silah demek olmadığını anlayabileceksiniz.
Ama keşke aksiyon sahnelerine biraz daha dikkat edilip, yapay zeka da daha güçlendirilseydi. Sadece oraya buraya saklanıp, arada bir ateş eden yapay zeka ile maalesef aksiyon yaşanmıyor. Bu tip durumlar genelde Darkness Güçlerimizi kullanmamız için hazırlanmış senaryolar olduğundan kendini tekrar eden 3-5 sahneden sonra alışageldik oluyor. Ayrıca oyunda inanılmaz buglar da mevcut, duvar içinde kalan düşmandan, yerdeki cesetlerin üzerinden geçemeyen yılana kadar bazı durumlarda can sıkıcı olan ve oynanışa etki edebilen buglar bunlar ama düzeltilemeyecek seviyede olduklarına da inanmıyorum.
The Darkness özellikle FPS türünde farklılık arayanlar, birazcık mistik güçleri oyunda yaşamak isteyenler ve sıradan FPS’lere farklı bir bakış açısı ile bakmak isteyen oyun severler için biçilmiş kaftan. Eğer ki Saf Aksiyon istiyorsanız bu oyun size göre değil.