Oyun İncelemeleri

The Last of Us: Left Behind (DLC İnceleme)

İtiraf ediyorum, DLC olayına bayağı karşıyım aslında. Üç beş silah, iki kaplamayı “ek içerik” diye satma yüzsüzlüğünü başlatan olay olduğu için içten içe büyük bir kinim var bu konsepte. Hele ki yeni çıkan oyuna ilk günden DLC çıkartan oyunlara iyice gıcık oluyorum. Ben zaten oyunu satın almak için para vermişim, ekstra içerik için daha ilk günden niye benden tekrar para istiyorsun ki? Ama ne yalan söyleyeyim, bu ek ödeme konseptinden ne kadar nefret edersem edeyim, arada bir böyle hikâye odaklı bir DLC yapıp da aklımı alan bir iki yapımcı çıkmadı da değil hani. Yakın zamanda Bioshock: Infinite vardı mesela bunu yapan. Şimdi ise geçtiğimiz sene içerisinde en beğendiğim oyunlardan biri olan The Last of Us yaptı aynı şeyi…

Gerçi en baştan açık konuşsam iyi olacak: Left Behind’a karşı beğeniniz, ne beklediğinize bağlı olarak değişecek. Eğer ana oyundaki hikâyenin devamını öğrenmek için alıyorsanız hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Yeni süper mekanikler, düşmanlar ve silahlar bekliyorsanız size yine hitap etmeyecek bu eklenti. Ancak Left Behind’dan beklentiniz mevcut karakterlerin yüzeyini kazıyıp derinliklerine bakış atmanızı sağlayacak bir kısa hikâyeyse, işte o zaman doğru yerdesiniz…

Left Behind genel olarak “anlardan” oluşuyor. Öyle çenenizi düşürecek olaylar, süper realistik çatışmalar ya da beklemediğiniz anda ters köşeler yapmakla uğraşmıyor oyun. Bunun yerine Ellie ve en yakın dostu Riley’in arasındaki ilişkiye yoğunlaşıyor. Ve tabii bir de dehşet saçan mantarın temas ettiği her şeyi çürütmesine rağmen içimizdeki çocuğa dokunmayı başaramamasının üzerine…

Eğer The Last of Us: American Dreams çizgi romanlarını okuduysanız göreceğiniz mekanlar, üstü kapalı bahsedilen isimler size sıkça tanıdık gelecektir. Okumadıysanız da iki üç atıf dışında kaçırdığınız çok ciddi bir detay yok zaten.  Riley ve Ellie’nin çıktığı bir “gece gezmesini” konu alan Left Behind, aynı zamanda asıl oyunda atladığımız bir zaman dilimine de ucundan dokunuyor. İki zaman dilimi arasında gidip gelmek, hikâye anlatımı açısından enteresan bir dinamik yaratmış. Bir an ilk yardım çantası bulmak için kendinizi yırtarken, bir sonraki anda ise hayatında ilk defa dönme dolaba binen Ellie’nin neşesine ortak olabiliyorsunuz. Açıkçası bu geçmişe dönüşler oyunun genel silüetine göre çok daha “rahat” bir atmosfer içerdiğinden hoş bir değişiklik olmuş. Ancak rahat dediysem kendinizi iyice yaymayın tabii, sonlara doğru her iki tarafta da tansiyon hızla tırmanmaya başlıyor…

Az önce DLC’nin “anlardan” oluştuğunu söylemiştim ya hani, onu özellikle de Riley’le birlikte olduğumuz kısımlarda yoğun şekilde hissetmek mümkün. Bir aydan biraz fazla bir süre önce bir anlaşmazlık nedeniyle araları bozulan ikilinin ilişkilerini tamir etmeye çalışmalarını izlemek gerçekten de enteresan bir deneyimdi. Bu noktada Naughty Dog oynayışı çeşitli mini oyunlara ve interaktif diyaloglara bölmeyi seçmiş. Özellikle bazı oyuncuların ana oyundaki aksiyon dozajının olması gerekenden fazla olduğuyla ilgili eleştirilerden yola çıkan firma, böylece aksiyon olmadan da ilginç bir oynanış tecrübesi sunmayı başarmış.

Hepsini tek tek sayarak tadını kaçırmak istemiyorum, ama artık her türlü oyuna gereksiz yere tıkıştırılan Quick-Time Event sahnelerine karşı bir insan olarak bu mini oyunların Left Behind’a gayet güzel yedirildiğini düşünüyorum. Özellikle de “öylesine koyulmuş olmak için” koyulan oyunlar değil de, arkasında duygu yüküyle geldikleri için… Hatta dayanamayacağım, tadımlık bir örnek sıkıştırayım hemen araya: Joel’le birlikte olan yolculuğunuz sırasında Ellie’nin sürekli bahsettiği dövüş oyununu hatırlıyor musunuz? Hani şu fazlasıyla Mortal Kombat esintisi taşıyan, The Turning adlı oyundan bahsediyorum… İşte Ellie ve Riley beraber bir “Atari” salonuna girdiklerinde ana oyundaki o sahneye ait duyduğumuz her şey yerine oturmaya başlıyor. The Turning’in makinesi bozuk olduğu halde Riley oyunu Ellie’ye yaşatmanın yolunu buluyor: Riley karşısındaki rakibin hayali hamlelerini anlatırken Ellie de karşı hareketleri sanki gerçekten oynuyormuş gibi karşılamaya çalışıyor. Bu sırada ekranda sadece iki tane sağlık barı ve Ellie’nin suratı var. Riley’in hayatında hiç bilgisayar oyunu oynamamış olan Ellie’ye olan bu hediyesi güzel bir mini oyun sekansı sunmanın yanında iki karakter arasındaki bağı da sıkılaştıran bir sahne yaratmış oluyor böylece. Ve bu tarz sahneler medeniyetin sona erdiği, insanlığın çöküşe geçtiği bir dünyada bile sıcak bir gülümseme kondurmayı başarıyor yüzünüze. Bu arada eğer hayali “Blackfang”i yenebilirseniz en sonda bir Fatality yapma şansına sahip olduğunuzu da eklemeden geçemeyeceğim…

Riley tarafında durum böyleyken, ana hikâye akışına döndüğümüzde bizi yine tüm acımasızlığıyla Clicker’lar ve avcılar karşılıyor. Her ne kadar hala E3 videolarında gösterilen seviyenin yakınından uzağından geçemiyor olsa da Naughty Dog yapay zekaya hafif birkaç dokunuş yapmış belli ki. Bu da çatışma sahnelerini daha ilgi çekici yapmış. Bir tek en sondaki sekans biraz zorlama olmuş, onun dışında çoğunlukla keyif aldığımı söyleyebilirim. Hatta açıkçası etraftaki Clicker’lardan habersiz Ellie ve Joel’i arayan avcıların üzerine bir tuğla fırlatıp onları Clicker yemi yapmak gibi çok keyifli bazı taktikleri uygulamaya da olanak sağlıyor bu yeni geliştirmeler. Ama tabii bir yandan da hala “Ah o E3’te gösterdiğiniz mekanikler nerede ha? Nerede?” diye sormak istiyorum Naughty Dog’a…

Aşağı yukarı 2-3 saatlik bir deneyim sunan Left Behind, en baştan da söylediğim gibi gerçekçi ve karakter gelişimine yönelik beklentileriniz varsa verdiğiniz parayı kesinlikle hak edecek bir yapım olmuş. Ama ben yine de bir kez daha uyarayım: Beklentileriniz çok daha farklıysa paranızı başka bir yerde harcamanız çok daha doğru bir seçim olacaktır. Kendi adıma, Ellie’yi biraz daha yakından tanımak ve umudun öldüğü bir dünyadaki çocuksu saflığını görmek güzeldi. Her ne kadar ana oyundan da bildiğimiz üzere sonu büyük bir trajediyle bitse bile…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu