The Sandman dizisi nasıl olmuş?

DC Comics’in önemli yapımlarından biri olan The Sandman dizisi yayına giriyor. 10 bölümden oluşan baş rollerinde Tom Sturridge, Boyd Holbrook ve Patton Oswalt başrolleri paylaşırkken, Jenna Coleman, Gwendoline Christie ve Charles Dance gibi birçok ünlü isim de yan rollerde yapıma değer katıyor. Neil Gaiman tarafından yazılan çizgi romanlardan uyarlanan dizi, David S. Goyer ve Allan Heinberg tarafından geliştirildi.

The Sandman dizisi nasıl olmuş? İzlemeye değer mi?

Geçtiğimiz günlerde Tom Sturridge, Vivienne Acheampong, Vanesu Samunyai, Boyd Holbrook, Neil Gaiman ve Allan Heinberg ile röportaj yapma ve dizi hakkında daha çok bilgi alabilme şansına sahip olduk. Bu içeriğimizde onlardan gelen bilgiler ile ilk on bölümünü izlediğimiz dizinin nasıl olduğuna birleştirerek, The Sandman’in nasıl olduğuna göz atacağız. Ancak isterseniz daha önce The Sandman Dizisi hakkında hazırladığımız içeriğe göz atmak isteyebilir, karakterler ile daha aşina olmak isteyebilirsiniz.

The Sandman dizisi konusu

Kaybettiği kişileri geri getirebilmek için Death’i esir etmek isteyen bir tarikatın, onun yerine yanlışlıkla rüyalar kralı Dream’i kaçırıp, tutsak etmesi ile başlayan olaylar zinciri, her iki dünyada da birçok değişikliğe yol açar. Bunun sonucunda bozulan dengeler her iki dünyada da derin yaralar açar. Bunların tamir edilmesi sistemin eski şekilde işlemesi gerekmektedir. Ancak değişen dengeler, diğer Sonsuzların da karakterlerinde değişimler yaratmıştır. Tüm bunların tamir edilip, düzenin yeniden eskisi gibi işlemeye başlaması gerekmektedir.

Dream (Morpheus), tutsak edildiği yıllar boyunca hem gücünü hem de ona güçlerini sağlayan totemlerini kaybetmiştir. Sarayında görevli olan birçok hizmetkarı da onun yokluğunda ya onu terk edip gitmiş ya da ne yapacağını bilemediği için saraydan ayrılmıştır. Dream, kaybettiklerini yeniden kazanabilmek için çıktığı yolculuklta yeni yoldaşlar ediniyor ve bu yeni yoldaşları ile sorunlarını çözebilmek için maceralara atılıyor.

Diziyi izlemeden önce çizgi romanı alıp okudum. Arada nasıl farklılıklar olduğunu, aynı zamanda ödüllü bu çizgi romanın ekrana düzgün bir şekilde aktarılıp aktarılmadığını görmek doğru olur diye düşündüm. Baştan söyleyeyim ki, diziyi izlerken eğer çizgi romanlarına aşina iseniz, arada bazı temel farklılıklar olduğunu fark edeceksiniz. Ancak bunlar hem akışı güçlendirmiş hem de konuyu tamamlamış.

Oyunculuklar

Tom Sturridge’in canlandırdığı Dream karakteri ilk karşıma çıktığında ucuzn vampir filmlerinden gelen beyaz suratlı bir kişi olarak göründü bana. Zira çizgi romanlarda buyurgan ve sadistik kişiliği olan Dream’in, çok daha naif ve kırılgan bir karaktere dönüşmüştü. İlk birkaç bölümde karaktere alışmak zor gelse de dizi ilerledikçe neden böyle olduğunu anladım. Karaktere can veren oyuncu Sturridge’in performansı oldukça başarılı. Tutsak edilmenin ağırlığını karaktere doğru şekilde yansıtabilmiş. Kendisine neden çizgi romanlardaki daha sadistik bir kişiliği canlandırmadığını sorduğumuzda “Aslında Dream oldukça sadistik bir karaktere sahip olsa da tutsak olmanın verdiği süreçteki duygularının onu etkilediğini, ilerleyen bölümlerde (sonraki sezon) karakterine daha çok bürüneceğini” söylüyor.

Yapım çıkmadan önce isimleri çokça geçen Game of Thrones dizisinin oyuncuları Charles Dance (Roderick Burgess) ve Gwendoline Christie’nin (Lucifer) oyunculuklarını zaten biliyoruz. Ancak özellikle Dance’in dizideki rolü son derece kısa. Yine de karakterine kattığı değer yadsınamaz. Ayrıca Lucifer rolündeki Christie’nin de rolü kısa olsa da önümüzdeki sezonun baş kötüsü olacağını rahatlıkla anlayabiliyoruz.

Benim en çok merak ettiğim karakterlerden biri olan Constantine Jenna Coleman tarafından canlandırılıyor. Birçok film ve dizide yer almasına rağmen onu en çok Doctor Who dizisindeki Clara Oswald rolü ile tanıyoruz. Hanım hanımcık kızımızın yerine, şeytan ve iblis avcısı bir manyağı canlandırıyor olması, ilk başta “Acaba Coleman bu karaktere uygun mu?” sorusunu aklıma getirdi. Ancak bölümlerin ilerlemesi ile karakterin kişiliği daha çok kafamızda oturuyor ve Constantine ile Coleman bağdaşıyor.

Neil Gaiman’a bu noktada ilettiğimiz bir soru sizin de kafanızı kurcalıyor olabilir. “Kendine ait yapımları olan Lucifer ve Constantine’de ana karakterler oldukça baskın kişiler tarafından canlandırılmıştı. Şimdi yeni karakterler ile benzer bir başarıyı yakalayabileceğinize inanıyor musunuz?” sorumuza “Lucifer ve Constantine’in Gaiman tarafından yaratıldığı, daha önce kullanılan karakterler ile hiçbir bağlantısı olmadığını” söylüyorlar. Ayrıca Tom Ellis tarafından canlandırılan Lucifer’in oldukça sevecen ve çekici bir karakter olduğunu, kendisinin yansıtmak istediği Lucifer’dan çok daha farklı bir kişiliğe sahip olduğunu da belirtiyor. Böyle bir karakterin, Dream’in çekeceği sıkıntıların temel sebebi olmasına da izin vermediğini sözlerine ekliyor.

Başta Dream’in yerine kaçırılmak isteyen Death karakteri ise benim gibi diğer birçok gazeteciyi de etkilemiş görünüyor. Dream’in ablası Death ile Kirby Howell-Baptiste tarafından canlandırılıyor ve ölüm o kadar sevecen bir yolla anlatılıyor ki insanın ölesi geliyor.

Dizinin ilk iki bölümü oldukça yavaş akıyor. İzleyicileri sıkabilecek nitelikte. Ancak olay örgüsünü doğru kavrayıp, ailenin yapısını öğrenebilmek açısından doğru bir anlatım olmuş. Ancak üçüncü bölümden itibaren olaylar gelişmeye başlıyor ve daha akıcı bir hale geliyor. Bugüne kadar DC ve Marvel tarafından yayınlanan süper kahraman yapımları bizi o kadar çok etkisine almış ki hemen aksiyon olsun, bir yerler havalara uçsun diye bekleyebiliyorsunuz. Ancak The Sandman ne bir süper kahraman dizisi ne de aksiyon dolu bir yapım. Kendine özgü fantastik dünyası, CGI’dan yeterince payını alamamış görüntüleri ile daha çok duygusal ve entrikalar ile kurgulanmış bir dünya.

Bugüne kadar The Sandman dünyasına giriş yapmadıysanız, diziyi izlemeniz gerekli. Hem Gaiman’ın eşsiz dünyasına onun gözünden tanık olacak hem de DC’nin süper kahraman olmayan evreninde çok daha fazlasının yattığını göreceksiniz.

Exit mobile version