Oyun İncelemeleri

The Spectrum Retreat

Bir sabah kalktınız ve kendinizi devasa bir otelin, oldukça sade bir şekilde dekore edilmiş bir odasında buldunuz. Tam neredeyim, ne oluyor dediğiniz anda kapı çalındı ve oldukça ilginç bir karşılamaya maruz kaldınız… İşte The Spectrum Retreat bu şekilde başlıyor ve daha ilk anında kafanıza yerleştirdiği soru işaretlerini, oyunun sonuna kadar canlı tutmayı başarıyor. 18 yaşındaki Dan Smith‘in tasarladığı prototip üzerinden geliştirilen bu proje tür olarak bulmaca türüne sokabileceğimiz bir yapım. Hatta Dan Smith, oyunun ilk tasarımı ile birlikte Genç oyun tasarımcısı dalında ödül kazanmayı da başarmıştı.

The Spectrum Retreat İnceleme

Peki bu tasarımın gelişmiş versiyonu olarak karşımıza çıkan The Spectrum Retreat nasıl bir oyun? Aslında bunu tam olarak kelimelere dökmek oldukça zor. Çünkü oyun yakın gelecekte geçiyor olsa da sahip olduğu füturistik temalar ve altında yatan farklı göndermeler ile birlikte bu farklı olduğunun olgusunu oyuncuya geçirmeyi başarıyor. Yani Penrose otelinde gözünüzü açtığınız andan itibaren sıradan bir oyun yerine, kendi has tarzına sahip olan bir oyun ile karşılaştığınızı anlıyorsunuz.

The Spectrum Retreat‘i genel olarak Portal ya da ondan esinlenerek oluşturulan QUBE serisine benzettiğimi söyleyebilirim. Yani bu oyunlardan keyif alıyorsanız, The Spectrum Retreat oyunundan da keyif alabilirsiniz demek. Yine de oyunun Portal kadar akıcı bir oynanışa sahip olduğunu söylemek zor. Özellikle geri dönüşler ve aynı koridorları defalarca yürümek belli bir süre sonra sıkılmanıza sebep olabiliyor. Oyun ağır işlediği için tekrar eden bu kısımları geçmek istiyorsunuz. Ama hikaye adına verilen bazı cümleler ve anlatılar, sıkıldığınız bu kısımlara da pür dikkat kesilmenizi gerektiriyor. Zaten oyunun çıkmaza girdiği en önemli faktörleri de bu kısımlar oluşturmuş.

The Spectrum Retreat kısa bir giriş sekansından sonra serbest kaldığınız bir oyun. Tabi ki ilerlemek için bulmacaları çözmek dışında yapmanız gereken bazı şeyler de var. Zaten giriş kısmında bir süre bu bulmaca sistemine ulaşamıyorsunuz. Hikaye adına bir temel oturtulmaya çalışılmış. Zaten bu işleyişin en önemli faktörlerinden birisi de otel odamızda bulduğumuz bir cihaz sayesinde iletişime geçtiğimiz Cooper oluyor. Açıkçası Cooper ile ana karakterimiz arasındaki işleyişi de Firewatch oyunundaki sisteme benzettiğimi söyleyebilirim. Yani hem direktif anlamında bize yardımcı oluyor hem de hikaye adına bazı noktalara değinerek kafamızdaki soru işaretlerini gideriyor Cooper. Tabi zaman zaman yeni soru işaretleri eklediğini de söylemeliyim.

Oyunun işleyişi ise genel olarak otel katlarına dağıtılmış durumda. Her katta bir adet şifreli kapı bulunuyor. Bu şifreli kapıları açtıktan sonra ise oyunun asıl bulmaca kısmına geçiş yapıyorsunuz. Bu bulmaca kısmında Cooper ile iletişimimiz kesiliyor ve normalde telsiz gibi kullandığımız bu cihaz, bulmaca sistemini çözmeye çalıştığımız bir dinamiğe dönüşüyor. Bulmaca yapısı ise beyaz ve kırmızı renkteki küplere yüklenmiş durumda. İlerleyen kısımlarda tabi ki bu işleyiş zorlaşıyor, hatta işin içerisine duvarda yürüme, ışınlanma gibi dinamikler giriyor ama bulmaca mantığı tıpkı Portal‘da olduğu gibi tek bir ana dinamik üzerine oturtulmuş. İşte bu dinamik az önce de söylediğim küplerden geliyor. 

Bu şifreli kapıları açtığınızda 1-1, 1-2, 1-3 gibi farklı bulmaca alanlarına ulaşıyorsunuz. Her odada yapmanız gereken tek bir şey var, o da bu odanın sonunda bulunan kapıya ulaşabilmek. İşte karşılaştığınız kırmızı ve beyaz küpler de önünüzde olan kapıların kilidini açmanızı sağlıyor. Elinizde bulunan ve normalde Cooper ile iletişiminizi sağlayan cihaz sayesinde bu küplerin rengini değiştirebiliyorsunuz. Bu değişim işlemi ise sadece tek bir şekilde oluyor. Değiştirdiğiniz küpe göre, elinizdeki cihazın da rengi değişiyor. Yani cihaz beyaz ise sadece kırmızı bir küpü beyaza çevirebilirsiniz demek. Bunu yaptığınız anda, yani küp beyaza döndüğü anda cihazınız da küpün önceki rengini alarak kırmızı oluyor. Yani cihaz kırmızı ise sadece beyaz küplere, beyaz ise sadece kırmızı küplere müdahale edebiliyorsunuz. Aslında çok daha basite indirgemek gerekirse cihazınız ve o küpün rengini değiştiriyorsunuz da diyebiliriz. Yaptığınız bu değişiklikler oyun alanındaki size engel olan duvarları da kaldırmış oluyor. Gelin bu karışıklığı bir örnek ile açıklayalım;

Bir odaya girdiniz ve önünüzde küçük bir koridor dışında bir kırmızı, bir tane de beyaz küp var. Koridor içerisinde de biri beyaz, biri kırmızı olmak üzere iki tane duvar olsun. Buradaki kırmızı duvarı kaldırmak için kırmızı küpü beyaza çevirmeniz gerekiyor. Aynı şekilde beyaz duvar içinde tersini yapmalısınız. Bu düz mantığa oturtulan bulmaca sistemi, başta basit bir şekilde geçiliyor ama ilerleyen odalarda çok daha karışık, düşünme, deneme ve yanılmaya dayalı bir sisteme dönüşüveriyor. Zaten işin içine diğer renkteki küplerin girdiğini bile düşünecek olursanız, olayın ne kadar karmaşıklaştığını da çıkarabilirsiniz.

Bulmacaları çözdükçe, daha doğrusu her katta bulunan kilitli odaları tamamladıkça yeniden otele dönüyorsunuz. Burada başta da söylediğim size verilen talimatlarda gezinerek hikaye adına önemli noktalara da ulaşıyoruz. üstelik hikaye akışına da bağlı olarak bu dönüş işlemi biraz da mecbur kılınmış. Çünkü bir yandan kaçmaya çalışırken, bir yandan da dikkat çekmemek için otel sakini gibi davranmanız gerekiyor. Yani odaları temizledikçe geri dönüyor, odanızda yatıyor, dinleniyor ve sabah olduğunda da hiçbir şey yokmuş gibi keyifli bir şekilde kahvaltınızı yapıyorsunuz. Buraya hapsolmuş, kaçmaya çalışan ama aynı zamanda durumun farkında olan karakter portresinin güzel çizildiğini söylemem gerekiyor.

The Spectrum Retreat’in Nintendo Switch versiyonu bile oldukça iyi duruyor. Tabi ki görsel anlamda çok iddialı değil, hatta tıpkı otel odanızda olduğu gibi son derece sade bir tasarıma sahip. Oyundaki bu füturistik yapı ve kapana kısılmışlık hissi grafik ve efektler yerine tamamen atmosfere teslim edilmiş. Ses kısmında ise android otel görevlilerinin seslendirmelerini oldukça beğendim. Tabi doğal bir sohbete dönüşen Cooper muhabbetlerini de es geçmemek gerek.

Sonuç olarak The Spectrum Retreat herkese hitap edebilecek bir oyun değil. Ağır bir ilerleyişi var ve buna rağmen oyun süresi olarak da oldukça kısa sürüyor. tabi bu süre sizin düşünme ve bulmacaları çözme hızınıza göre değişikli gösterecektir. Bulmaca yapısı bazı anlarda tekrara düşüyor ama bu durumun fazla gözüe batmadığınız ve bulmacaların daha komplike bir hale geldiğini söyleyebilirim. Eğer Portal, QUBE gibi oyunları seviyor ve deneme, yanılma tarzı bulmacalardan hoşlanıyorsanız The Spectrum Retreat’ten keyif alabilirsiniz. Son olarak Nintendo Switch sürümü tabi ki taşınabilir olmasından dolayı bu tarz oyunlarda bir adım daha öne çıkıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu