Oyun İncelemeleri

The Suffering: Ties That Bind

2004 yılının ilkbahar aylarında, Playstation oyuncuları için çok da büyük
reklam kampanyaları olmadan piyasaya sürülen The Suffering, gerek aksiyon
severler, gerekse de korku oyunu severler tarafından hak ettiği ilgiyi görmeyi
başarabilmiş, bir çırpıda bitirilip yenisi beklenmeye başlanmış, gayet kaliteli
bir oyundu. Çok başarılı grafikleri yoktu, çok iyi bir senaryosu da yoktu ama
sağlam atmosferi ve akıcılığı sayesinde oyuncuların beğenisini kazanmıştı.
Birkaç ay sonra PC versiyonu da piyasaya sürüldü ve Midway ikinci oyun için
çalışmalara başladı.

Ailesini vahşi bir şekilde öldürmekle suçlanan kahramanımız Torque, ilk oyunun
sonunda hapishaneden zar zor çıkabilmiş, Baltimore’a doğru yol almaya
başlamıştı. Binbir türlü “ucubeyle” baş edip açık havaya çıkan kahramanımızı,
sevgili yaratıklarımız bu sefer de yalnız bırakmıyor, aksine çok daha zorlu bir
şekilde karşımıza çıkıyorlar.

İkinci oyun, Torque’nin hapishaneye ilk geldiği günlerden, tam 5 yıl öncesinde
başlıyor. Bu bölüm oyunun tutorial bölümü olarak da adlandırılabilir. Etrafınıza
bakınmak, ateş etmek, eğilmek gibi hareketleri kısa bir süreliğine
tekrarlıyoruz. Bu kısa bölümden sonra kendimizi Baltimore’a doğru bir botla
ilerlerken buluyoruz. İlerlerken Torque, karısının hayalini görüyor. Baltimore’a
geri dönmenin hiç bir şeyi değiştirmeyeceğini, hatta işleri daha da
kötüleştireceğini söyleyen karısı, Torque’nün aklını daha da karıştırıyor.
Karısının söylediklerine anlam vermeye çalışan kahramanımızın hapishaneden
kaçışıda başarılı olamıyor, her ne kadar kaçmaya çalışsak da, yakalanıyoruz. Göz
altına alınan Torque’nün şansı bu sefer yaver gidiyor, tekrar bir yaratık
saldırısına uğruyoruz, yanımızdaki denetçiler ölüyor ama biz hayatta kalıyoruz.
Oyunumuz bu sahneden sonra tam anlamıyla başlamış oluyor. Evet, artık önümüzdeki
15 saat boyunca Blackmoore denen kişinin kim olduğunu, karımızı neden tehdit
ettiğini, neden peşimizi bırakmadığını bulmaya başlayabiliriz.

Suffer!

Bu arada unutmadan söyleyeyim, ilk oyunun kayıt dosyalarını hala
Playstation’ınızda tutuyorsanız, Midway’in size bir sürprizi var. Evet, ilk
oyunu hangi sonla bitirdiyseniz, ikinci oyuna da o şekilde başlayabiliyorsunuz.
İlk oyunu kötü sonla bitirdiniz diyelim mesela, yani acımasız, tam bir ölüm
makinesisiniz, ikinci oyuna da bu şekilde başlayabiliyorsunuz. Tabii, ikinci
oyunda bu kötülük-iyilik dengesini değiştirebiliyorsunuz. Bende ilk oyunun kayıt
dosyaları yok, peki ben nasıl başlayacağım diyorsanız, bu kötülük-iyilik
dengesinin tam ortasında bulunan bir karakter olarak başladığınızı
söyleyebilirim.

Oyunumuz bu sefer açıkhavada geçtiğine göre, çok daha fazla insanla
karşılaşağımızı tahmin edilebiliyor. Daha oyunun başından itibaren birçok
insanla karşılıp, onlarla beraber yaratıklara karşı koyuyoruz. Bazen çelimsiz,
ne yapacağını bilemeyen kişiler karşımıza çıkarken, bazen de elinde pompalı
tüfekleriyle bizden bile vahşi ve güçlü insanlar karşımıza çıkabiliyor.İlk oyunun en sevilen yanlarından biri, kesinlikle Torque’nün cinnet geçirip,
yaratığa dönüşüp, yenilmez bir ölüm makinesini kontrol edebilmemizdi. Torque’nin
bu özelliğini ikinci oyunda da bolca kullanacağınızı söyleyebilirim. Kötü ve iyi
dengesi Torque’nin bu özelliğine bolca etki ediyor, dönüşeğiniz “canavar” iki
farklı şekilde oluyor böylece.

Pain!

Kontrollerin ilk oyundan pek bir farkı yok. Sadece ilk oyundaki karakterimizin
hantallığı bu oyunda biraz daha iyileştirilmiş. Onun dışında, ilk oyunda bulunan
FPS özelliği ikinci oyunda da bulunuyor. Her ne kadar FPS kamerası da iyi olsa
da, Playstation sahiplerinin TPS kamerasını tercih edeceğini sanıyorum.

Oyunun en büyük artısı, ilk oyunda da olduğu gibi gene muhteşem atmosferi
kanımca. Arkaplandan gelen çığlıklar, gördüğünüz flashback’ler, puslu grafikler
gibi bir sürü özellik oyunun atmosferine inanılmaz bir katkıda bulunuyor. Fakat
söylemeliyim ki, oyun beni ilki kadar korkutamadı. Gene yaratıkların ani
çıkışları bulunuyor ama nedendir bilinmez, ilk oyundaki korkuyla aksiyonun
başarılı birleşimi, ikinci oyunda pek tatmin edici sayılmaz. Bir süreden sonra
saf bir aksiyon oyununa dönüşüyor oyun.

Yeni oyunla birlikte yeni yaratıklar da karşımıza çıkıyor. Bunlar arasında yerin
altına girip ilerleyebilenlerden tutun da, her yerine şırınga saplanmış
yaratıklara, hatta köpekler bile bulunuyor. Birde artık ne olduğu iyice
belirsizleşmiş olan “kocaman” yaratıklar var, onlar da ancak Torque’nin yaratık
haliyle öldürülebilen düşmanlar. Bu sefer düşmanlarımız arasında insanlarda
bulunuyor. Evet, oyun boyunca sürekli bizi ele geçirmek istiyen gizli bir
birliğe karşı da, bazı bölümlerde karşı koyacağız.

Torque’nin acısını dindirin

Ties That Bind’ın görsel yönden ilk yapımdan pek bir farkı olmadığını üzülerek
söylüyorum. Maalesef oyun bu yönden yeni nesil oyunların gerisinde kalmış.
Özellikle Torque ve diğer karakterlerin modellemeleri oyun içi videolarda
sırıtıyor. Mekanların kaplamalarının ise ilkine göre daha detaylı olduğunu
söyleyebilirim. Gönül isterdi ki, oyunda fizik motoru da bulunsun, çok daha iyi
ışıklandırmalar ve fizik modellemeleri olsun…

Sonuç olarak, The Suffering: Ties That Bind kötü bir oyun değil, ama ilkinden
senaryosu dışında pek bir farkı da yok. İlk oyunu sevip bir çırpıda
bitirdiyseniz, Ties That Bind’ı da bir çırpıda bitireceksiniz, bundan kuşkunuz
olmasın. Ancak ilk Suffering’i oynamadıysanız, bunu da oynamanıza pek gerek yok.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu