The Tomorrow Children
Günümüzde oyunlar öyle bir hal aldı ki, bazı türleri oynamayı ya çok sevip başka bir şey oynamıyor, ya da nefret edip hiç dokunmuyoruz bile. Günümüzün hayatta kal/yarat/inşa et oyunları da bu türün içine giriyor. Ya Minecraft’tan başka bir şey oynamaz, ya da Minecraft’a dokunmazsınız bile. Neden böyledir peki? Çünkü bu tür oyunlarda gerçekten elle tutulur bir şeyleri başarabilmek için tüm zamanınızı ayırmanız gerekir. Günde en az yarım saat, en fazla da üç saat ayırarak bu tür oyunlarda hedeflenen başarıyı yakalayamazsınız. O yüzden de ya sadece bu oyuna zaman vereceksiniz, ya da hiç oynamayacaksınız. Elbette istisnalar vardır, hep olur.
İşte The Tomorrow Children da bir önceki paragrafta bahsettiğim oyunlardan birisi. Ya çok seversiniz, ya da hiç sevmeyip bir daha dokunmazsınız. Ancak bahsettiğim türün oyunları genellikle birbirini tekrar eden ve birbirinin sunduğundan daha fazlasını sunamayan oyunlar olmaktadır. Minecraft, Rust, DayZ, H1Z1, Subnautica ve daha fazlası. Bu oyunlarda hep bir şeyler inşa eder, bir şeyler bulur, bir şeyler yapar ve hayatta kalmaya çalışırız. Herhangi bir hikaye ya da nihai amaç yoktur. The Tomorrow Children da işler biraz daha değişiyor. Bu kez ‘boş beleş farming’ten daha çok kavramsal bir bütün karşımıza çıkıyor. The Tomorrow Children’ın gerçek bir emeli ve kavram kaygısı var.
Böyle kavram kaygısı, kavramsal bir bütün gibi kelimeler kurduğuma bakmayın. Öyle müthiş, farklı ve daha önce eşi benzeri görülmemiş bir fikre de sahip değil bu oyun. Basitçe yaptığımız şeyi şöyle anlatabilirim. Ne idüğü belirsiz bir deney sonucu tüm insanlık çok büyük bir tehlike ile karşılaşır ve dünya neredeyse yok olur. Tüm binalar ve doğal yaşam alanları dünyanın içine doğru göçüp kum fırtınaları içinde kaybolur. Yıllar sonra gruplaşan insanlar tekrar bir medeniyet kurmaya çalışır ancak “Izverg” adlı mekanik canavarlar insanlara saldırıp işleri zorlaştırır. Bu topluluklardaki mühendisler daha sonra birbirinin klonu olan işçileri yaratır. Bizim de bu işçilerden olduğumuz oyunda amacımız giriştiğimiz bölümdeki şehrin kurulmasına yardımcı olmak ve bu sırada karakterimizin de sınıfını yükseltmek. Bunların hepsi sıfırdan başlatılan, komünizm temalı bir dünyada gerçekleşiyor.
Oyuna ilk başladığınızda önce ne olduğunu pek anlayamıyorsunuz. Oyun size sürekli bir şeyler veriyor, bir şeyler yaptırıyor ve bunları yapabildiğinizi kavradığı anda sizi birden oyunun içine bırakıyor. İşte o noktadan sonra yalnız ve oyundaki diğer kullanıcılar gibisiniz. Elinizden kimse tutmuyor. Elbette çeşitli monitörler sayesinde ne yapmanız gerektiğini öğreniyorsunuz ancak bahsedilen şeyi tam olarak nerede yapacağınızı bulmanız biraz zaman alabiliyor. Kendimden örnek verecek olursam; oyunda belli işleri gerçekleştirdikçe işçi puanı kazanıyor ve bu puanları Çalışma Bakanlığı’nda kullanarak maaş alıyorsunuz. Oyun bana bunu söylediğinde, Çalışma Bakanlığı’nı bulmam biraz zaman almıştı. Çünkü şansıma, ilk doğduğum şehirde Çalışma Bakanlığı binası bazı diğer binaların arkasında kalmıştı ve işaret gösteren yazılar da havada veya yanda değil de, yerde olduğu için bahsedilen binayı bulmakta zorluk çekmiştim. Aynı şekilde ilk bir saat nereye nasıl gideceğimi, neyi nasıl yapacağımı ve bu büyük alanı binalarla nasıl dolduracağımı akıl etmeye çalışmak ile geçti.
The Tomorrow Children ilk bakıldığında aslında tek-oyunculu bir oyun gibi gözükse de, hiç öyle değil. Girdiğiniz ‘bölüm’de sizinle birlikte aynı sınıfta olan ve aynı görevleri yapması gereken başka yoldaşlarınız bulunuyor. Oyunun sosyal yönü de burada ortaya çıkıyor. Önceki paragraflarda oyunun komünizm yapısı üzerine kurulu olduğundan bahsetmiştim. Oyun yapısı bunu gerçekten iyi yansıtıyor. Diğer oyuncuların sahip olamadığı ancak sizin özel olarak sahip olabileceğiniz herhangi bir şey bulunmuyor. Örneğin bir taşıt yaptığınızda ‘bu artık benim, başka kimse ellemesin’ gibi bencilce bir düşünceye kapılamıyorsunuz. O taşıtı yaptınız ve sizin gibi başkaları da o taşıttan yararlanabilecek. Kendinize ait ancak giysilere ve iş aletlerine sahip olabilirsiniz ki onlar da diğer oyuncuların sahip oldukları ile aynı nitelikte.
Giriştiğiniz bölümlerde amacınız ilk başta karmaşık gözükse de bir yerden sonra oldukça basit bir hale geliyor ve hatta bununla beraber ‘tekrar etmeye’ başlıyor. Nedir peki? Direkt olarak bir örnek ile açıklayayım. Bir bölüme girdiniz. Amacınız o bölümün nüfusunu 500’e çıkarmak. Sizin ise halihazırda 150 nüfusunuz var. Yeni vatandaşlar için ne yapmak gerekiyor? Yeni evler inşa etmek gerekiyor. Peki yeni evler inşa etmek için ne gerekiyor? Maden kaynakları, odun, kömür ve elektrik. Maden, odun ve kömür etrafınızdaki adalarda bulunuyor. Peki bunları toparlamak için ne gerekiyor? Evet, doğru tahmin. İş gücü! Burada da biz ve yoldaşlarımız devreye giriyoruz.
Sistem nasıl işliyor? Bulunduğunuz bölüm öyle müthiş bir büyüklükte değil, öncelikle bunu söyleyeyim. Oyunun temasını anlattığım zaman dünyanın bir kum fırtınası eşliğinde yok olduğundan bahsetmiştim. Yok olup kuma gömülen yerlere oyunda ‘void’ adı veriliyor. Yani boşluk. İşte bulunduğunuz bölümün/şehrin de etrafı bu void ile çevrili. Yaya olarak fazla uzaklaştığında bu void bir bataklık gibi sizi içine çekmeye başlıyor. Bu yüzden de etrafta bulunan adalara gidebilmek için motorlu bir taşıta ihtiyacınız var. Bu bağlamda gerçek hayattaki ikilem ortaya çıkıyor. Kendi tekil aracınızla mı gideceksiniz yoksa bir toplu taşıma aracı olan otobüsü bekleyip mi gideceksiniz.
Hedeflediğiniz adaya bir şekilde gittikten sonra yapabileceğiniz pek fazla şey kalmıyor. Çevredeki madenleri toplayabilmek için kazma ile kazmanız, odunları kesmek için elektirkli testereyle girişmeniz, kömürü de aynı şekilde bulmanız gerekiyor. İhtiyaç duyulan kaynakları çıkarabilmek için kazma ve testere gibi araçlara ihtiyacınız olduğunu anlamışsınızdır. Bunları şehirde bulunan işçi dükkanlarından satın alabiliyorsunuz. Satın alabilmek için gereken işçi parasını da şehre katkı sağladıkça Çalışma Bakanlığı’ndan alıyorsunuz. Yani burada bir döngüye giriyorsunuz. Çalışıyor, para kazanıyor, daha çok çalışmak için bu parayı harcıyor ve aldığınız araçlarla para kazanıp başka araçlar alıyorsunuz. Kendinize ait ancak birkaç giysi alabiliyorsunuz. Onun dışında kazandığınız para hep bu araçlara gidiyor.
Gereken kaynakları edindikten sonra bu kaynakları yükleme alanına götürüyorsunuz ve ardından sizi ve yoldaşlarınızı almak için gelen otobüse yüklüyorsunuz. Kaynaklar şehre gittiğinde bu kaynakları şehre yeni binalar yapmak için kullanıyorsunuz. Böylece nüfusunuz ve nüfusunuzun yaşam kalitesi de yavaş yavaş artmaya başlıyor.
İşte aslında oyunun problemi de bu. Yapmanız gereken ve yapabileceğiniz tek şey bu. En azından, şimdilik bu. Çünkü oyunun henüz erken erişimde olduğunu söylememiz gerekiyor. Bu erişim paketine ücretli bir şekilde sahip olabiliyorsunuz ancak oyun tam çıkışını gerçekleştirdiğinde ücretsiz olacak. Ücretsiz bir oyun olacağı için yapımcı da haliyle oyun içinde kullanabileceğiniz bir para birimi eklemiş. Komünizm tabanlı bir oyunda gerçek para satın alarak avantaj elde etmek fazla ironik olsa da yapımcı nedense böyle bir şey yapmayı tercih etmiş. Satın aldığınız bu Freeman paralarını çeşitli avantajlar elde etmek için kullanabiliyorsunuz. Ben bu özelliği pek etik bulmadım. Oyunun diretmeye çalıştığı kavram ile yaptığı şey burada çelişiyor.
Oyunun neden ‘tekrarcı’ bir yapıya sahip olduğunu şöyle anlatayım: Oyunu yaklaşık beş saat oynadım herhalde. İlk iki saat, yenilik hissi çok hoşuma gitti. Diğer oyuncularla ortaklaşa bir iş yapıp bir şeyleri başarabilme fikri gerçekten kaliteli ve yeni bir fikirdi. Ardından ilk şehirdeki nüfus hedefine ulaştım. Bundan sonra ikinci şehre geçtim ve oradaki hedefe de ulaştım. Sonra üçüncü şehre geçtim ve birden ‘ben ne yapıyorum ya?’ demeye başladım. Anlayacağınız bir yerden sonra çok tekrara bağladı.
Sonuç olarak, The Tomorrow Children’ı şu anda satın almanızı pek tavsiye etmiyorum. Ücretsiz sürümü çıktığında elbette deneyebilirsiniz ancak şimdi gidip para vermek ne kadar mantıklı bilemiyorum. Biraz daha gelişsin, yeni şeyler eklensin, belki o zaman bir şans verilebilir. Ancak şu anki haliyle müthiş bir oyun deneyimi sunduğunu söyleyemem.