The Witcher 3: Wild Hunt İnceleme Güncesi #1
Öncelikle İnceleme Güncesi nedir, ne değildir açıklamak gerekiyor. Sağır Sultan’ın da haberinin olduğu üzere bugün The Witcher III adında minnacık, düşük bütçeli, hayli mütevazı bir yapım oyuncularla buluştu. Elimizden geldiğince hızlı bir şekilde fikirlerimizi size aktarıp, oyunun nihai puanını vermek istiyoruz. Ama buna engel olan bir şey var: The Witcher III’ ün devasa dünyası.
Oyunu bir süredir hem ben, hem de Çağlar Avcıl PlayStation 4 üzerinden oynuyor. O daha çok ana senaryoya bağlı kalırken, ben ise daha ilk bölgede takılı kalmış durumdayım. İyi veya kötü, The Elder Scrolls V: Skyrim’den beri gelen en devasa dünyaya sahip oyunu incelemekte olduğumuzun farkındayız. Bu yüzden yurt dışında uzunca bir süredir uygulanmakta olan Review: Work in Progress – yani incelemenin yapım aşamasında olması- mantığını izlemek istiyoruz. Uzun süredir böyle devasa oyunlar için uygulamak istediğimiz sistemi sonunda hayata geçiriyoruz. Yapım aşaması dememek için İnceleme Güncesi gibi uyduruk bir isim belirledik, affınıza sığınıyoruz. (İncelemede ayrıca, Osman Kırpat ve Lorekeeper’ın kurucusu sevgili dostumuz Can Arabacı da destek sunuyor. Çünkü size her şeyi anlatmamız gerek! 🙂
The Witcher 3 bize uzun zaman önce gösterilen ünlü açılış sinematiğiyle başlıyor ve daha ondan itibaren sizi kendi dünyasının derinliklerine çekmeyi başarıyor. Bu artık sır değil: Geralt uzun bir süredir Yennefer’i arıyor ve ilk kez buna çok yakın. Oyun aslında çok harika bir olayla başlıyor ama ilk kuralımız spoiler vermemek olduğu için sizi daha en baştan ustalıkla kurgulanmış senaryonun detaylarından mahrum bırakıyoruz. Çünkü oyunda havada kalan tek bir cümle yok, hepsi uzunca düşünülüp oraya yazılmışlar. Onun yerine Witcher’ın ünlü görev ekranından bir kesiti sizlere sunalım dedik. Oyunun giriş bölümü olan Kaer Morhen’den sadece minik bir görev açıklaması:
“Her hikaye bir yerlerde başlar. Bu seferki Witcher’ların Mavi Dağlar eteklerinde bulunan kalesi Kael Morhen’in giriş salonunda vuku buldu. Hikayemiz Witcher’ların hijyene önem vermediği savını çürütürcesine Geralt’ın banyo keyfiyle başlıyor. Fakat kahramanımızın banyosu Yennefer tarafından sabote edildi…”
Bundan sonrası dediğim gibi ağır spoiler’a girebilir. O yüzden tam burada keselim.
The Witcher ilk kez açık dünya fikrini bizlere sunuyor ve açıkçası benim en çok endişelendiğim konuların başında bu vardı. Açık dünya oyunu yapmak zordur. Hele ki böylesine derin bir kurguya sahip oyunu açık dünya haline getirmek başlı başına büyük bir risk. Uzun yıllar içinde bu işin formülü çözen iki firma var: Bethesda Softwork ve Rockstar. Bu adamlar neredeyse 15-20 yıldır bu işi yapıyor ve artık iyice ustalaşmış durumdalar. CD Projekt Red’in Geralt’ı ovada koşturacağım derken ana hikayeden bizi uzaklaştırır diye çok korkmuştum. İncelme için yeterli olmayan ama ana yapıyı çözmeye olanak sağlayan uzunca bir 13 saatin sonunda kendilerini tebrik etmekten başla çarem yok.
Oyun Skyrim gibi bir açık dünya sunmuyor, bu nokta çok ama çok önemli. Yani atınıza atlayıp daha ilk bölümde Kael Morhen’e gidemiyorsunuz. Oyun sizi bölgelerle sınırlıyor ki işte tam olarak bunu yapması gerekiyordu. Hem açık dünya tecrübesini sonuna kadar deneyim etme şansı buluyoruz hem de Witcher’a hiç yakışmayacak bir sanbox’ın ortasına düşmüyoruz.
İkinci dikkatimi çeken şeyse sonunda The Witcher’ın gayet sağlam dövüş mekanikleriyle karşıma çıkması oldu. Halen mükemmel değiller ve arada yaşadığım kopukluklar canımı sıkıyor. Biraz Dark Souls/Bloodborne kırması bir dövüş sistemi oyuncuları bekliyor. Hem animasyonlar hem de Dualshock 4’ün bize sunduğu varyasyonlar oldukça çeşitli olunca The Witcher serisinin en büyük problemlerinden biri de çözülmüş oluyor. Bu konuya elbette daha sonra daha detayla değineceğim çünkü yetenek ekranı ve anlık dövüş arasındaki sinerjiye tam hakim olduğumu düşünmüyoruz.
Basit olarak, artık akran diyecebileceğimiz From Software’ın dövüş sistemi kadar akıcı ve oturmuş görünmüyor ama bu kötü veya vasat olduğu manasına da gelmiyor.
Bahsettiğim gibi dövüşler ikinci oyunun izinden gidiyor ve onu çok çok daha iyi bir yere taşıyor. Aynı zamanda dövüş sırasında bazı eşyaları hızlıca tüketip, kısa bir süre için canımızı tazeleyebiliyoruz. Yine büyülerimizin ve eşyalarımızın olduğu bir tekerlek var. Gamepad’in varyasyonu sağ olsun hem büyülerimi hem de bombalarımı oldukça efektif kullanabildim.
Witcher III’ ün en özel yanı ne diye sorarsanız, size görevler derim. Her yerde görev var ve görevlerim hepsi inanılmaz detaylı düşünülmüş. Her oyunda gidip yaratık avlarsınız ama The Witcher’da en basit yan görevin bile inanılmaz bir arka plan hikayesi var. Diğer oyunlarda da böyleydi kabul ediyorum ama üçüncü oyunda görevleri yaparken size tanınan özgürlük had safhada. Birden fazla yapılacak şey oluyor ve bunları nasıl ve ne şekilde yaptığınız tamamen size kalmış. Bu yüzden size bir görevi göstererek ilk bölümü kapatmak istiyorum.
Görseller yardımıyla anlayacağım bu görev oyunun hemen başında karşımıza çıkıyor. Aslında istemezsek karşımıza bile çıkmıyor. Sıradan basit bir görev, değil mi? Değil.
Önemli not: Burada anlatılan görev her ne kadar ana hikayeyle alakasız olsa da oyunun bir görevi neredeyse tamamen açıklanıyor. Spoiler olarak düşünürseniz göz atmak istemeyebilirsiniz. Ama dediğimiz gibi oyunun asıl hikayesiyle hiçbir ilgisi yok.
1. Her şey bu aksi cüce arkadaş ile tanışmamızla başlıyor. Kendisi usta bir zanaatkar ve askerler için teçhizat sağlıyor, onların gereçlerini tamir ediyor. Bu arkadaşın atölyesi niyeti belirsiz bir manyak tarafından tanınmayacak hale getiriliyor. Kendisi de bizden yardım istiyor, derdi bu işi kimin yaptığını öğrenmek ve onu adalete teslim etmek. Elbette arada ırkçılıktan, cücelerin halinden yakınmak için fırsat bulmayı da ihmal etmiyor.
2. Biz de evin arkasından başlayarak Witcher hislerini kullanarak izlerin peşine düşüyoruz. Madalyonun yerine gelen bu özellik The Witcher’ın dedektiflik modu diyebiliriz. Etraftaki alınabilecek eşyaları sarı, görevle ilgili olanları kırmızı gösteriyor.
3. Neyse, takibe devam. Geralt belli aralıklarla olayla ilgili mantıklı fikirler sunuyor.
4. Burada şüpheli botlarını çıkartıyor ve ayak izlerini kapatmak için suya giriyor.
5. Ufak bir araştırma sonrası şüphelinin sudan çıktığı yeri görüyoruz.
6. Burada şüpheli bir drowner (su iblisi) ile karşılaşıyor ve yaralanıyor. Ama ölümcül değil, korkuyla botlarını bırakıp, kaçmaya başlıyor.
7. İzler bizi köye geri getiriyor.
8. Bingo! Şimdi tek yapmamız gereken yaralı birini bulmak.
9. Kendisi insan olmayanlardan nefret ediyormuş. Bize de kibarca(!) gitmemizi ve onu rahat bırakmamızı istiyor.
10. Oldu canım… Başka derdin?