TRON 2.0
Bugüne kadar oynadığınız oyunları biraz hatırlayalım. Hep yaşadığımız dünyada veya en azından onu andıran yerlerde geçtiler. Peki hiç bize oyun oynama imkanı sunan bilgisayarların içinde geçen bir oyun aklınıza gelir miydi? Cevabınız evet ise o zaman hiç durmayın, hemen bilimkurgu yazarlığına başlamalısınız. Sizde yüksek potansiyel var. (Bu nasıl tavsiye yahu, bol boyalı gençlik dergilerindeki saçma sapan testlerde yazılan sonuçlara benzedi ama hadi neyse:) Yalnız sorduğum soruya vereceğiniz yanıt “hayır”sa o zaman da gidip TRON 2.0’ı alın ve oynamaya başlayın. Çünkü bu oyun size daha önce görmediğiniz, oldukça yeni ve güzel bir dünyanın kapılarını açacak.
Yaş itibariyle benim gibi 20 küsürlerini yaşayan, yani moruk sayılabilecek düzeye yavaş yavaş gelenler hatırlayacaktır, 80’li yılların başında TRON adında, diğer bilimkurgu filmlerine pek benzemeyen, o güne dek kimsenin görmediği bilgisayar denilen aletin içinde geçen, acayip atmosferi olan bir film ortaya çıktı. Bilmeyenler için anlatalım o yıllarda bırakın ülkemizi dünyada bile bilgisayar kavramı yeniydi. En kral makine 386’lar idi. 486’lar ise daha 1993-94 gibi çıkacaktı. Halkımız bilgisayarı “Uzay Yolu” dizisindeki gibi Mr. Spak’la konuşan, düşünebilen, Fener-Galatasaray muhabbeti yapan, icabında karşılıklı iki tek atabilen bir alet olarak kavramıştı. Nereden bilecektik ki aslında bu aletin sadece yazılanı okuyabilen bir makine olduğunu. Bununla birlikte o senelerde sinemalara şimdiki gibi her ay 5-10 tane bilimkurgu filmi gelmezdi. Dolayısıyla bu türün hastaları da az bulunurdu. Sonuçta TRON bizde öyle yurtdışındaki gibi fazla ilgi görmedi. Bir kere TV’de yayınlandı o da TRT1’in öğlen kuşağında. Filmin “Kült” seviyeye terfisi, 90’lı yıllar başında ortaya çıkan bilimkurgu hastaları sayesinde oldu. Neyse konuyu fazlaca dağıttım, hemen geriye döneyim.
Efendim bu TRON 2.0 oyununun hikayesi de filmden 20 yıl sonra geçiyor (oyunun adının neden TRON 2.0 olduğuna dair çok hoş bir anekdot geçiyor oyunda onu dikkatle takip edin:). TRON programının yazan Alan Bradley programın kodlarını yerini kimsenin bilmediği özel server’ına kaydetmiş ve server’a girişi kapatmıştır. Bir gün laboratuarında, oğlu Jet Bradley ile telefonda konuşurken aniden ortadan kaybolur. Babasının esrarengiz kayboluşunu merak eden Jet hemen laboratuara gelir ve ortalığı incelerken aniden ana bilgisayar tarafından dijitalleştirilip harddiske kaydedilir. Jet artık bir bilgisayar programıdır. Buradan kurtulması ve babasını da beraberinde gerçek dünyaya geri götürmesi için eski TRON koduna ulaşması gereklidir. Yalnız koda sadece Jet’in ihtiyacı yoktur. TRON’a ulaşmak isteyen kötü amaçlı şirketi ve onların adamları da Jet’in peşindedir.
Evet, maceraya böyle damardan başlıyoruz. Elbetteki TRON’u bulmak öyle kolay bir iş değil. Aşmamız gereken 35’ten fazla bölüm bulunuyor. Açık konuşmak gerekirse kendi hesabıma, son aylarda çıkan bazı güzel oyunların öyle 10-15 saatlik oynamadan sonra hemen bitmesine çok sinir olmaya başlamıştım. Neyse ki TRON bize en azından 20-25 saat oynama garantisi veren bir first-person. Oyuna normal seviyede bile başlansa bazı hallerde karşımızdaki rakipleri alt etmemiz uzun sürebiliyor. Bölümler, Chaser’daki gibi, devasa şekilde tasarlanmamış. Büyüklükleri ve oynama süreleri gayet uygun. Görevler, bir ana bölüm ve altındaki 2-3 altbölümden oluşuyor. Her bölümde yerine getireceğimiz 3-4 amacımız var. Bunlar, gireceğimiz bilgisayarlara giriş izni almak, bize yardımı dokunacak bazı programları kurtarmak, sistemi bozacak sabotajlar yapmak vb. şeyler. Ayrıca birkaç tane, çözmek için birazcık zeka ve dikkat gerektiren görev de oyunda var. Senaryo başlangıçtan itibaren sağlam bir şekilde ilerliyor ve sanki bir filmin içindeymiş hissi uyandırıyor.
Oyunda yardım alacağımız bazı dostlarımız da mevcut. İlk başlarda “Byte” isimli, havada uçan bir altıgen prizma bize çevreyi tanıtıyor ve tutorial sayılabilecek bölümleri oynatarak oyuna alışmamızı sağlıyor. Bölümlerde ilerledikçe Byte ile beraber kontrol elinden alınmış ana bilgisayar “Ma3a”, babamızın eskiden yazmış olduğu tarihi program “I-No” ve Jet’i dijitalleştiren laboratuar bilgisayarından da yardım alıyoruz. Bu programlar bize bulunduğumuz çevreyi tanıtıyor, kullanılacak silah ve ekipmanlar hakkında bilgi veriyor, görevlerimizi nasıl yapacağımızı anlatıyor. Bölümlerde civardaki bazı şeylerle etkileşime girmek mümkün. Mesela civardaki şeffaf kutuların içinde senaryoyu daha iyi anlamak için okuyabileceğimiz mail’ler, giriş izinleri ve en önemlisi subroutine denilen ve karakterimizin kullanabildiği altprogramlar mevcut.
TRON içine RPG öğeleri eklenmiş bir oyun. Biz de bir program olduğumuz için oyuna v1.0.0 versiyonunda başlıyor, bölümlerdeki altın plakaları aldıkça veya kilit şeyleri yerine getirdikçe versiyonumuzu artıyoruz (v2.8.4, v3.2.3, v4.0.0 diye gidiyor). Ayrıca v2.0.0, v3.0.0, v4.0.0 olukça enerji, sağlık, transfer hızı, işlemci gibi özelliklerimiz geliştimek mümkün. Karakterimiz etraftaki kutulardan veya öldürdüğü düşmanlardan 3 farklı tür altprogram (sub-routine) alabiliyor; Utility (daha yükseğe zıplama, düşmanın kimliğini görme vb. şeyler), Defense (giyebildiğimiz zırhlar) ve Combat (kullanabildiğimiz silahlar). Bunları hafızamızdaki ilgili yerlerine atıyor ve böylece özelliklerimiz geliştirebiliyoruz. Topladığımız bu subroutine’ler 3 etki derecesinde bulunuyor. Alpha yani ilk seviyede minimum etkililer, beta ikinci seviye ve etkileri biraz daha iyi. En yüksek seviye gold. Bölümlerde ilerledikçe yüksek seviyedeki subroutine’lere rastlayabilir ya da nadiren karşınıza çıkan iyileştirme yazılımı sayesinde herhangi birinin seviyesini arttırabilirsiniz. Her ana görevin başında elimizdeki subroutine’leri o göreve göre yeniden düzenlemek gerekiyor ancak bu iş biraz saçma. Yani görevin nasıl olduğunu bilmeden özellikleri ona göre ayarlamak biraz “Saldım çayıra Mevlam kayıra” gibi oluyor. Zaten sonradan işinize yaramayanı değiştirmek mümkün. O zaman ne diye böyle bir saçmalık oyunda var anlaşılır gibi değil. Ayrıca elimizdeki silahlar az sayıda ve çoğu kullanışsız. Ben en fazla diski kullandım (zaten en iyisi de o). Geri kalanlardan en sağlamı mor üçgen şeklindeki silah. Çeşitli subroutine’ler ile silahları upgrade etmek ve değişik versiyonlarını kullanmak mümkün ancak dediğim gibi silahların hemen hemen hepsi kullanışsız.
Düşmanlarımız, ICP denilen koruma programları, ellerinde acayip bir tüfek olan programlar, virüsler ve havada uçan garip bir tür robotlardan oluşuyor. ICP’ler bizim gibi disk kullanan tipler ve özellikle kalabalık geldikleri zaman çok etkililer. Virüsler subroutine’lerinizi bozan ve enerji+sağlık yiyen bombalar atıyorlar fakat dayanıksızlar. Sizi en fazla zorlayacak olanlar uçan robotlar. Bunlar görülmesi zor, asla ıskalamayan ve her vuruşta bayağı enerji+sağlık yiyen şeyler. Düşmanlarımız bayağı zeki ve organize ataklar yapabiliyor. Onları sakın hafife almayın.
TRON 2.0, bol bol ateş edilen, durmamacasına, delicesine mermi yakılan bir yapıda değil. Gerektiği zaman gerektiği kadar savaşmak yeterli. Fakat benim en fazla gıcık kaptığım nokta burası; yaşayacağınız aksiyon oynanılan bölümün tümüne yayılmamış. Yani çoğu bölümde ilk başlarda hiç veya çok az düşmanla karşılaşıyoruz ama ortalara ilerledikçe bir kırılma noktasında geliyor, ki bu nokta genellikle görevin kendini oluşturan nokta, ve bir anda üzerimizde her yerden adam yağıyor. O anda afallayıp ölmek çok kolay. Burayı geçerseniz ya bölüm hemen bitiyor ya da sonuna kadar tek tük adam geliyor. Bundan başka bölümleri anlamsız şekilde zorlaştırmak için saçma sapan şeyler yapılmış. Mesela kısıtlı süre içinde senkronize hareket eden basamakları kullanıp hoplayıp zıplamak, etrafı tamamen açık olan fakat sadece bir noktası düşman tarafından görülemeyen yerlerde, o noktayı bulana kadar defalarca ölmek, yol üstündeki alanlara zorlukla görülen, aşağı kolayca düşülecek boşluklar koymak gibi. Oyun yüksek konfigürasyon istediğinden quickload yapmak büyük eziyet. Bir de böyle uyduruk şeyler yüzünden defalarca ölüp tekrar load etmek için dakikalarca bekleyince insanda oyuna karşı antipati oluşması doğal.
TRON 2.0’daki en ilginç şey arada sırada yapacağınız, light cycle adındaki değişik bir tür motosikleti kullandığınız yarışlar. Light cycle’lar arkalarında uzayan bir ışık duvarı bırakan araçlar. Yaptığımız yarışlarda amaç rakiplerimizin arkamızda bıraktığımız bu duvara çarptırıp öldürmek. Pistlerde bulunan power up’ları alarak rakiplerinize karşı avantajlı duruma geçebilirsiniz. Light cycle ile Single mission kısmında veya ayrı bir bölümde tek başına da oynamak mümkün. Yalnız ayrı bölümde oynarken bazı light cycle’lar kilitli ve bunları açmanın tek yolu single mission’da ilerlemek. Açıkçası bu yarışlar kameraya alışıncaya kadar insana ızdırap verebilir ama daha sonra zevk alacağınızdan eminim.
TRON 2.0’da 32 kişiye kadar destekli multiplayer maçları da yapılabiliyor. İnternet veya LAN üzerinden diğer oyuncularla kapışmak mümkün. Ancak MP potansiyeli yüksek diğer oyunlar dururken TRON 2.0 MP oynanır mı onu bilemem.
Az önce de söylediğim gibi TRON 2.0 özellikle grafik yönünden yüksek konfigürasyon isteyen bir oyun. Evet oyunun her yerinde öyle canavar gibi kaplamalar yok ama oldukça sağlam hazırlanmış ışık, renk efektleri bulunmakta. Etrafta gördüğünüz her şeyden ışıklar fışkırıyor. Ayrıca düşmanlarımız (ve biz) son derece ayrıntılı modellenmişiz. Karakterlerin kaplamaları da muhteşem. Buna bir de çatışmalarda oluşan ışık efektlerini de eklerseniz makinenizin her parçası oyun tarafından sonuna kadar sömürülüyor. Oyun ekran kartı olarak minimum 32 MB GeForce2 MX istiyor fakat adam gibi oynamanız için en azından bir 128 MB Ti4200/9500Pro şart.
Seslendirmeler ise aynen grafiklerde olduğu son derece kaliteli hazırlanmış. Karakterlerin konuşmaları, silah sesleri, etraftaki alet edevatın sesleri gayet hoş. Yalnız müzikler biraz daha iyi olabilir gibi geldi bana. Ama olsun ses yönünden de kendini kurtaran bir oyun TRON 2.0.
Geldik yine lafı bağlayacağımız yere. TRON 2.0 aynen filmi gibi kaliteli, first-person olarak her yönüyle her zaman saygıyla anacağımız bir yapım. Verilen paraya değer mi? Evet değer. Eğlenceli vakit geçirir mi? Eğer sisteminiz yüksekse çok eğlenirsiniz. Peki yüksek konfigürasyonu olmayanlar oyunu almalı mı? Açıkçası sabırlıyı ve aynı zamanda bilimkurgu hastasıyım derseniz oyunu alın. Ama sabırsız ve elde makineli tüfek ha babam öldür ha öldür tarzı oyunları seviyorsanız sizi pek sarmayabilir.