Turning Point: Fall of Liberty
Uzun bir süredir yapım aşamasında olan Turning Point: Fall of Liberty sonunda
kendini gösterdi. Ama göstermez olsaydı, daha geç çıksaydı bu kadar hayal
kırıklığı yaşatmasaydı. Hatırlanacağı üzere oyun 2007’nin sonlarına doğru
piyasaya sürülecekti ve 2. Dünya Savaşı’na farklı bir kurgu sunan atmosferiyle
ilgi çekiyordu. Bunun en büyük sebeplerinden biri de Spark Unlimited’tı. Daha
önce Call of Duty: Finest Hour’u PS2 ve GameCube için hazırlamışlardı. Ama ondan
daha önce Spark Unlimited, Medal of Honor’u geliştiren ekipte yer alanlardan
oluşuyordu. Call of Duty: Finest Hour aslında ortalama altında bir oyundu, ama
bu işte tecrübeliler, kendilerine ders çıkarmışlardır diyerek Fall of Liberty’e
biraz daha umut bağlamıştım. Ama hikaye ne yazık ki acıklı.
Beklentiler ve sunulan
Oyunun kısaca konusundan bahsedersek, her şey Winston Churchill’ın kazada
hayatını kaybetmesi ve savaşın kaderinin değişmesiyle başlıyor. Almanlar,
Amerika’yı işgal ediyorlar. Bizde inşaatta usta başı olarak çalışırken bir anda
kendimizi Amerika’yı kurtarmakla görevli bir kahraman olarak buluyoruz. Böyle
bir ortamda oradan buraya koşturup Nazi avlıyoruz.
İnşaatta kendi halimizde çalışırken, siren seslerini duyup, Alman zeplinlerini
gördüğümüz gibi inşaat alanından kaçışımızla maceramız başlıyor. Bu ilk bölüm
hem oyuna giriş hem de Tutorial kıvamında. Ancak zaten ilk dakikalardan itibaren
Fall of Liberty vasatlığını göstermeye başlıyor. Bunun ilk kanıtını grafikler
oluşturuyor. Yapımda güya kullanılan Unreal 3 Engine’nın potansiyelinden hiç
yararlanılmamış. Genel olarak tüm kaplamalar kötü ve modellemelerin hepsi
genetik kopya. Efektler de bunlara dahil olarak ne yazık ki, genelde vasat bir
görsellik var. En başta ayarlarda yanlışlıkla en düşüğe aldım diye düşündüm.
Ancak grafik ayarlarına yeniden baktım ve yüksek detaydaydı. Unreal Engine’la
yapılan başka oyunlarla karşılaştırdığımda, yapım bekleneni vermekten uzak.
Güzelim motora yazık etmişler. Ses bakımından oyun gene sınıfta kalıyor. Spark
Unlimited boğuk ses efektlerini oyuna yedirmiş. Bu kısımda da gerçekten kötü bir
işçilik kendini belli ediyor.
Tavşan avı
Teknik bazda ilk hayal kırıklığını yaratan Fall of Liberty, geri kalan
kısımlarda da geleneği bozmuyor. Sürekli olarak sıcak çatışma halindeyiz. Ancak
savaşlar son derece sıradan ve bayat. Yapay zekadan yoksun rakipleri kolay bir
şekilde pat pat öldürüyorsunuz. Size karşı pek bir direniş gösterdikleri de
söylenemez. En kötü kısım ise bir yerlere takılmaları ve hareket edememeleri
gibi hatalara da kurban gitmeleri. Çatışmalarda rakipleri canlı kalkan olarak
kullanmak gibi atraksiyona girebiliyorsunuz.
Oyundaki genel işleyiş son derece çizgisel. Hep belli rotadan ilerliyorsunuz.
Eğer bu rota dışına çıkılmak istenirse anında ölüyorsunuz. Aynı şekilde
yapılacaklar da bu şekilde sınırlandırılmış. Misal bir tankı illaki oyunun
istediği biçimde patlamak gerekiyor. Şuraya git, şuradakileri öldür sonra yoldan
devam et. İşleyiş klasik olabilir. Ancak oyunun sunduğu atmosfer ve tüm her şey
genel olarak kötü olduğundan, bu klişeleşmiş görev yapısı da haliyle göz önünde
duruyor.
Fall of Liberty, silah konusunda normal bir FPS oyundaki çeşitliliği
sunabiliyor. Oyunda Multiplayer seçeneği de yer alıyor. Ancak onunda pek
tatminkar olduğu söylenemez. Genel olarak oyun vasat bir yapım olarak karşımıza
çıkıyor. Spark Unlimited yapamamış, Fall of Liberty olmamış. Bu oyundan sonra
firmanın diğer projesi Legendary: The Box’a da daha temkinli yaklaşmak
gerekiyor.