TWD: Season Two Episode 4 – Amid the Ruins
Bir oyunda aradığınız en önemli özellik nedir? Hikaye, grafik, ses, detay? Akla gelemeyecek kadar çok içeriği video oyunlarıyla bir araya getirmek mümkün ve hatta en ince detaylarına kadar düşünen sayısız çılgın oyuncu var. Ben onlara çılgın değil de “detaycı” demeyi tercih ediyorum ve genelde onlar için en önemli şey, hikayedir.
Hayatta kalmak için ne kadar ileri giderdiniz? Birden bu soruyu sorunca biraz tuhaf oldu değil mi? Ölüme doğru ilerlediğiniz düz bir patikada, zamanı yavaşlatmak için kimi zaman büyük fedakarlıklar yapmanız gerekebilir. Engelin kim veya ne olduğu önemli değildir, zira işin ucunda daha fazla yaşamak var. Sanırım bu tarz bir cümle kurmuştum “insanlar bilinmezlikten korkarlar.”
Bu kadar tuhaf bir girişten sonra, ardından gelecekleri az çok tahmin edersiniz: The Walking Dead. Hiç kuşkusuz hikaye konusunda akla gelen ilk isimlerden biri olan Telltale Games, herkese hitap etmeyen konuları, senaryoları ve tabii ki grafikleri ile oyun dünyasının nimetlerinden biri oldu. Özellikle oyuncuya yaşattığı o duygusal anları, hafızalarda yaşatmayı başardı ve belki de farkında olmadan elindeki en önemli içerik The Walking Dead oldu. Seri tahmin edilenden daha başarılıydı aslında ve sıradan bir zombi konseptinden öte, insanlar arasındaki etkileşime önem verilmişti, hala da veriliyor.
Yazıma devam etmeden ufak bir not: The Walking Dead’i mutlaka oynayın. Sıradan bir zombi oyunu değil. Oyun boyunca yeri gelince dram, yeri gelince komedi, yeri gelince aksiyon ve yeri gelince korku dolu dakikalara şahit oluyorsunuz ve pişman olmayacağınızdan eminim. Gerek grafikleri, gerekse “oyun boyunca sadece konuşanları dinliyoruz” düşüncesinden sıyrılmanızda fayda var. Zira The Walking Dead serisi, hikaye olarak oyun tarihindeki yerini en üst noktalara taşıyabilecek cinsten. Bir de zombileri seviyorsanız, The Walking Dead serisine bayılacaksınız zaten. Yıkama, yağlama kısmını bitirdiğime göre kaldığım yerden devam edebilirim sanırım.
DEVAMI DİĞER SAYFADA
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
The Walking Dead: Season Two Episode 4 – Amid the Ruins, yazımın başında da belirttiğim gibi bizi Clementine’ın yaşam mücadelesine sürüklemeye devam ediyor. Eski ekibimizden Kenny ile yolumuza devam ederken, daha mutlu görünsek bile onun yaşadıkları, davranışlarına yansıyor ve daha fazlasını kaybetmeye hazır değil. Eh bir de grubumuzdaki hamile ve aksi karakterimiz Rebecca, işimizi daha da zora sokuyor. Bir önceki bölümde bulunduğumuz grubu esir alan William Carver, hak ettiği cezayı Kenny sağolsun alıyor ancak işimiz burada bitmiyor tabii ki. Bizi bekleyen bir zombi sürüsü, kaçmayı hedeflediğimiz noktada ziyafet için bekliyor ve asıl hikaye burada başlıyor zaten. Zombilerden birini parçalayıp, bir güzel kokusunu üzerimize yaydıktan sonra Kenny’nin yeni tanıştığı biricik aşkı Sarita’yı kurtarmaya çalıştığımız noktaya geçiyoruz. Tabii her zamanki gibi seçimlerimize bağlı olarak işin rengi değişiyor.
Hikaye tabii ki burada bitmiyor. Zombilerin bir şekilde grubu ayırdığı noktada, Jane’in başarılı planı sayesinde paçayı kurtarıyoruz. Carver’ın planlarından sıkılan Jane, Clementine’ın grubunun bir parçası oluyor ve tabii ki olaylar burada durulmuyor. Korkak tavırlarıyla Sarah, onu kurtarmaya çalışan Luke, tabii ki ikisinin peşinden giden Nick, Alvin’in yokluğuna alışamayan Rebecca ve ekibin diğer kalanları ile bir şekilde yolumuza devam ediyoruz.
Gelelim The Walking Dead: Season Two Episode 4 – Amid the Ruins’teki birkaç detaya. The Walking Dead serisinde “walkers” olarak isimlendirilen zombiler, yani aylakların hikayesinin ana noktasına bu bölümde açıklık getiriyoruz. Hoş, The Walking Dead adı altında yer alan diziyi veya çizgi romanı okuduysanız, az çok neden bahsettiğimi anladınız. Amid the Ruins ile birlikte zombilerin nasıl ortaya çıktığını az çok anlıyoruz, tabii oyun olabildiğince cevap vermekten kaçınıyor ancak bir şekilde yolunda gitmeyen şeylerin varlığını hissedebiliyoruz.
DEVAMI DİĞER SAYFADA
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
Amid the Ruins, hiç kuşkusuz en heyecanlı ve ne yazık ki en kısa bölümlerden biri. Normalde yaklaşık 2 saat süren oynanış süresi, bu sefer 1 saate kadar düşüyor ve bölüm sona erdiğinde, aklınıza gelen her türlü iğrenç kelimeyi sesli söylemeye başlıyorsunuz. Daha önce de belirttiğim gibi tercihlerimiz oyunun gidişatını etkiliyor ve kaliteli bir maceranın tadını çıkartıyoruz. Bir önceki bölümlere istinaden değişmeyen grafikler ve kaplamalar, oyuncuyu rahatsız etmeyen cinsten.
Ayrıca tartışmaya açık bir konuya da değinmeden edemeyeceğim, bir kısmımıza göre The Walking Dead, tam olarak bir oyun sayılmamakta. Bir süreden sonra sadece hikayeye odaklanmak ve oynanışı minimum seviyede tutmak, eminim bazılarınızı rahatsız edecektir (beni etmediği kesin). Doğal olarak “sadece başarılı bir hikaye”nin önüne geçip, biraz daha oynanışı arttırmak gerek. Umuyorum Telltale Games, bomba gibi bir final yapar ve oynanışı biraz daha ön plana çıkartır.
İşin tabii ki bir de müzik tarafı var, Telltale Games başarılı bir iş çıkartmış ve Anadel’in mükemmel sesiyle kulaklarımızı şenlendirmeye devam etmiş. Kısacası yine tüylerimizi diken diken eden bir bölümle karşı karşıyayız. Hayatta kalmak için ise yapacaklarımız belli. Yeter ki sana bir şey olmasın Clementine, yakarım bu gezegeni!