Makale

Unutulmayan Diyarlar #10

Unutulmayan Diyarlar’da Mage: The Awakening’in hikayesini anlatmaya devam ediyorum, World of Darkness’ın bu en karmaşık ve kompleks kurulumu masaüstü rol yapma oyunu oynayanların kalbinde özel bir yer işgal ederken ben de sizinle beraber okuyarak bu kurulumu öğreniyorum.

Atlantis halkı yavaş yavaş büyü kullanımını değil de büyü kullanımının ardında yatan nedenleri düşünmeye başlamıştı. Gerçekliğin ardında başka şeyler olduğunu biliyorlardı, varlık durumu materyalin ötesinde bir durumdu. Bütün varlığın formları ve şekillerinin ötesinde dünyanın tek bir devamlılığa sahip olduğuna inanmaya başlamışlardı. Bu devamlılığın aralarına giren ve bunu bölen bir perde vardı, bu perdeler alemleri birbirinden ayırıyorlardı, bu ayrılık illüzyonu sayesinde yüksek ve alçak gibi farklar ortaya çıkıyordu.

Ruhlar üst boyutlardan çıkıp alt boyutlara inerek kendilerine bir beden arıyordu, bedenlerinin ömrü dolduğunda tekrar yukarı çıkarak kendilerini yenileyip, seyahatlerine devam etmekteydiler. Üst boyutlardan indiklerinde bütün hafızalarını ve güçlerini geride bırakan ruhlar, aşağı boyutlarda ete kemiğe büründüklerinde çocuk gibi meraklı ve bir o kadar cahil bir halde kalmaktaydılar. Etten maskeleri çatladığında ise ateşten tekrar doğup , yapabildikleri şeylerin sınırlı olduğu et ve kemik içinde edindikleri bilgeliklerle tekrar üst boyutlara dönüyorlardı.

Denirki ölümlüler kilden bedenleri unutkan, parıldayan ruhlarla taşıyan varlıklardır. Fakat ölümlü ruhların aşağı inmesinin ardında ne gibi bir sebep vardı?

Bazı büyücüler bunun evrenin kendi kendini tanıma çabası olduğunu iddia etti. Bazıları ise bunun çılgın ve deli bir tanrıdan gelen bir çeşit ceza olduğunu söyledi, bu döngü ölümlüleri tanrıya dönüşmemeleri için tutan, onları kontrol eden bir döngü olabilirdi. Buna rağmen bazıları bunun bir meydan okuma olduğunu düşünüp bunu aşmaları gerektiğini söyledi. Sadece testi geçenler ve büyüye hük’m edenler bu inkarnasyon zincirinden kaçabilirdi.

Büyü kullanımı bir süre sonra bazılarının bilgeliğini köreltti. Büyücülerin kibri kontrol edilemiyordu. Nesiller boyu devam eden Atlantis mirası eski görkemini taşımıyordu. Büyücü büyüücye saldırdı ve böylece ilk büyücü savaşı başladı.

Kazananlar Atlantis’i kendilerinin ilan etmişti ve kaybedenleri dünyanın ücra köşelerine yollamışlardı. Sonra güçlerini bir araya getirerek çok kudretli bir büyü icra ettiler, bu büyü ile cennetlere bir merdiven dayadılar. Etten kemikten bir halde üst boyutlara çıkabilmelerini sağlayan bu büyü sayesinde tanrıların tahtlarını kendilerine aldılar, üst boyutlara hük’m ettiler.

Dünyaya artık bağlı olmayan bu varlıklar gökyüzünden yaradılışı kontrol edebilmeye başladılar. Saf ve saf olmayan birleşti, evren titredi, narin perdeler kalkarken üst ve alt boyutlar birbirine karıştı. Bütün evren yok olmak üzereyken sürülen büyücüler bir araya geldi ve Atlantis’e saldırdı, yıldız merdivenini tırmanıp tepedeki büyücüler ile savaştılar.

Korkunç bir savaştı, iki taraf birbirine girerken evren büyük bir kaosa büründü, iki taraftan da büyücüler alt boyutlara düştü.

Merdiven kırılmıştı, toza dönüşmüştü, kazananları dünya büyücülerinin insafına bırakarak yok olmuştu. Gerçeklik kırılıp kendi içine kapanmıştı, artık üst boyut ve alt boyut arasında büyük bir boşluk vardı. Enerjiyi ve hayatı içine çeken bir karanlık oluşmuştu. “The Abyss” evrenleri bir kez daha ayırmayı başarmıştı, üst boyutları alt boyutların yozlaşmasından kurtarmıştı. Tek bir sorun vardı, bunun olmaması gerekiyordu.

Daha önce tek olan artık ikiydi, Supernal Dünya ve Düşmüş Dünya olarak ayrılıyordu, aralarında sonsuz bir boşluk vardı. Bütün bu olayların sonucunda büyünün kaynağı Atlantis yok oldu, asla var olmamış gibiydi, insanlığın kaderini değiştiren bu medeniyet sonsuza kadar gitmişti.  Daha sonra adı sadece efsanelerde duyulacaktı.

Bir kez daha büyücüler dünyanın dört bir yanına saklandı, kaybettiklerini tekrar öğrenme sürecine başladılar. Canavarlar tarafından bir kez daha avlanmaya başlayanlar için oldukça uzun bir süreçti, hayatta kalma ihtiyaçları, gizemi anlama isteklerinden daha fazlaydı. Bu insanların çoğu onlara miras kalanı unuttu, ruhları ise daha önce hiç olmadığı kadar derin uykular uyumaya başladı.

Bu gerileme dönemine “Quiescence” , “Uyku Laneti”, “Yalan” denildi. Eskiden gözleri gören ve evrenin sırlarını anlayabilen büyücüler artık yer çekimi yüzünden iyice dünyaya çekilmişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu