Unutulmayan Diyarlar #19
Yaratma isteği var bende, nerede ne zaman başladı bilmiyorum. “İnsanın içinden mi gelir yaratma güdüsü?” gibi felsefi sorular sormayacağım. Tek bildiğim yaşanmışlıklar yerine yaşanmamışlıklar yaratmayı severim. Hikâye anlatmak yerine hikaye yaratmak kendimi bildim bileli daha fazla ilgimi çekmiştir.
Oyunlarımı böyle oynadım hayatım boyunca. Yaşamın kendisini bir oyun olarak göremedim hiç, daha çok karanlık bir film gibi fakat kesinlikle bir oyun değil. Elbet bazen olanları bir karakter ekranına yansıtmak daha kolay geliyor.
Bu yüzden bana anlatılan bir hikâye yerine oyunlarda kendi hikayelerimi yaşamayı çok seviyorum. Bana bunu sunan oyunları daha çok seviyorum. Çünkü benim yarattığım karakterlerin kafamın içinde kendilerine ait bir geçmişleri oluyor. Onların kendilerine ait karakterleri, zayıflıkları, yapmak istedikleri şeyler oluyor. Belki bu sebeple RPG’leri çok sevdim hayatım boyunca. Morrowind mesela. 2.5 Yıl boyunca bilgisayarımdan kaldırmadığım ve her gün düzenli olarak oynadığım bir oyundu. Çünkü bir yerden sonra o kimsesi olmayan zavallı Kara Elf kendi kendine bir kimlik ve yaşam kazanmıştı.
Bütün bunlar, kendisini tekrar başka karakterler üzerinde tanımlamayan çalışan birisinin çırpınışları belki, belki de değil. Bunun için Rol Yapma Oyunlarının kökenine bakmak gerekiyor. Herşeyden önce olay tamamen teyatral veya sanatsal kaygılar taşıyan bir durum değil. Rol Yapma Oyunları diğer bütün oyun türleri gibi “oyuncu” modellerini merkeze almaz. Merkeze alınan durum eğlenceden çok okunmaya değer bir hikâyenin ortaya çıkmasıdır. Masaüstü oynandığı vakit çoklu bir performanstır ve genel olarak Abilene Paradoksları üzerinden ilerler. Çözülmeye çalışılan sorunlar, iyi bir hikâye çıkartma kaygısı ile çözülür, çözüm şekilleri farklı oyunculara göre değişebilir fakat tek bir gaye üzerinde yoğunlaşıldığından kişisel amaçlar ikinci plana atılır.
Ortada her hikaye de olduğu gibi bir protagonist (ana kahraman) yoktur, tiyatronun aksine bütün oyuncular protagonisttir ve herkes senaryoda kendi patlama anına kavuşmalıdır.
Peki Rol Yapma Oyunlarını sevenler neden bu kadar çok sevmekteler? Modern yaşamın insanın üzerine gelmesi ile birlikte oluşan kaçış psikolojisi bunu körüklüyor olabilir mi? Kabul edelim, hepimiz hayatımızın bir noktasında çok daha farklı birisi olmak isteyebiliyoruz. Belki biraz kurgu, herkesin sağlıklı bir yaşam sürmesi için ihtiyacı olan yegane şeydir?
Yukarıda yazdıklarım, bilgisayar üzerinden oynanan Rol Yapma Oyunları için tam olarak geçerli değildir tabii. Orada durum oldukça değişiyor, öncelikle simüle dünyalarda bizi koruyan korteks, bilgisayar oyunlarında çok daha kalındır. Karar verirken, düşünürken çeşitli kurallar ve prensiplere bağlı olarak vermemiz gerekir.
Bu olayı biraz daha kişisel bir maceraya çekerken aynı zamanda şüphesiz rolü yapan kişinin özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Orada bir kahraman var, bu kahraman biziz ve yapmamız gereken şeyler sadece bizden bekleniyor, sorumluluk bize ait ve bunu layığı ile yerine getirmemiz elzem.
Rol Yapma Oyunları bize kendimizi farklı koşullar ve farklı kararlar üzerinden tanımlamamıza fırsat ve imkan verir. Yaşadığımız hayatta kendimizi diğer insanların gözünden tanımlayabilecekken orada kendi yaratımımıza sadık kalarak tanımlayabiliriz, bunu yaparken oldukça eğlenebiliriz, sorunlarımızdan kaçabiliriz.
Bir doz kurgu bütün insanlık için iyidir, değil midir?