Unutulmayan Diyarlar #7
“Uyandığımda bütün vücudum kaskatı kesilmişti, sanki bütün gece boyunca hatırlamadığım, görünmez bir dayak yemiş gibiydim. Bütün gün uyumuş olmalıydım, geceye uyanmıştım, bir geceden diğer geceye Charon gibi kayık üzerinde geçmiştim adeta, çok açtım. Yatağımdan doğruldum, soğuk İstanbul gecesine gözlerimi diktim, saatin kaç olduğunu bilmiyordum fakat geç olduğu aşikar idi. Açlığım kendini iyice belli ediyordu. Hani bazen o kadar aç olursunuz ki mideniz içeri girer gibi hissedersiniz, işte öyle bir hissiyattı benimki.
Hayır…değildi, midemi hissedemiyordum, hayalet bir sancıydı bu. Sanki iç organlarım yok gibiydi, taş kesilmişlerdi, çalışmıyorlardı, nefes alıp vermeye çalıştım, alışkanlıktan. Hava ciğerlerime gitmiyordu, ölmüş müydüm? Ölmüş olsaydım nasıl ayakta geziyor olabilirdim? Nasıl İstanbul’a bakıyordum, bedenimi nasıl taşıyordum?
Açlık beni mahfediyordu, tezgahın üzerinde bir parça ekmek buldum, ağzıma atmaya çalıştım, yiyemedim, aç olduğum şey ekmek değildi belki…et? Ette değil…garip bir şekilde tadını bilmediğim halde kan istiyordum, kokusunu alabiliyordum, birden bire kendimden geçmeye başladım, tuvaletten birisi çıktı, dün gece barda tanıştığım kız, elinde bir poşet vardı, buram buram koku bu poşetten geliyordu, sanki aylardır çölde mahsur kalmıştım da susuzluktan ölüyordum, bana poşeti gösterdi, gözlerimin içine baktı ve hiç unutmayacağım o cümleyi kurdu; “Artık korkmana gerek yok”
Cumartesi eğlenceniz Unutulmayan Diyarlar gene karşınızda, geçtiğimiz hafta Vampire: The Requiem demiştik, bu hafta devam ediyoruz. Klanları çok genel bir şekilde tanıtmıştım ve gene çok genel bir giriş yazısı yazmıştım, şimdi asıl mevzuya yavaş yavaş giriyoruz.
Her Vampir hikayesi ölüm ile başlar, o bilindik soğuk kavram, masum bir kurbanın boğazının kesilmesi ile, kanın akması ile. Tam bu noktada bir Vampir, kendi kanını seçtiği kişinin ağzına damlatır. İşte tam bu sırada, Requiem’in kitabında yazdığı gibi; “Karanlık bir mucize gerçekleşir.” Kurban bu noktadan sonra yaşam ve ölüm arasında asla nedenini bilemeyeceği bir döngüde kalır, bu döngü onu hem ölümlülerin hem lanetlilerin dünyasına ait kılar.
Bu durumun adına Vampirizm deniliyor ve neden kaynaklandığı bilinmiyor. Ölen nasıl Vampir’in kanıyla tekrar diriltilebiliyor fakat hala ölü kalmaya devam edebiliyor? Bu ironik varoluş biçiminin sebebi ne? En bilge vampirlerin bile nail olmadığı bir sır bu. Vampirlerin nereden geldiği ile ilgili şüphesiz pek çok mit var. Kimileri İncil’e, Genesis’e kadar giderken bazıları daha hatırlanabilen tarihte Vlad Dracul’a bağlar.
Her kültürde değişebilen ve farklı isimler alabilen bu durum genel olarak aynıdır. Kişi ölür, Vampirin kanı ile geri gelir, bundan sonra asla güneşe çıkamaz, asla insani hislere sahip olmaz, onun için tek önemli olan ve hayatını (ölümünü) devam ettirmek için elinden gelen tek şey kan arayışıdır.
Sonsuza kadar yaşamak Vampirler için bir lütuf mu peki? Her insan hayatının bir noktasında sonsuza kadar yaşamayı istemiştir. Hatta küçükken Vampir olmayı kaçımız istemedik ki? Requiem’de Vampirizm bir lanet olarak tasvir edilir, ölüm ve yaşam arasında kalan bu varlıklar kesinlikle lanetliler dünyasının en şanslıları değil fakat bu onları karanlık besin zincirinin en altına koymuyor.
Bu varoluş şüphesiz zor bir varoluş. Sessiz bir müziğe benziyor, bu sessiz müzikte bir araya gelen diğer Vampirler ile birlikte ise “Danse Macabre” bu noktada başlar. Vampirlerin sosyal ortamında ilişkiler gerilimlidir, bu karanlık dansı sürekli olarak kendi güvenlikleri için devam ettirmek zorundadırlar, yalnız olduklarının bilincinde olarak.
Vampire: The Requiem gerçekten White Wolf’un ve dolayısıyla World of Darkness’ın en önemli kitaplarından birisi ve bu konudan bahsetmeye devam edeceğim, gelecek kurallar, rol yapma ve karakter yaratımını anlatacağım, Unutulmayan Diyarlar’da haftaya görüşürüz!