Vampire: The Masquerade – Bloodlines neden eşsiz bir oyundu?
Oyun dünyasına bazı yapımlar vardır, eşi benzeri bulunmaz. Kim ne yaparsa yapsın, ne kadar benzetmeye çalışırsa çalışsın, ne kadar büyük bir başarı yakalarsa yakalasın asla gerçeğinin tadını veremez sonradan yapılanlar. Yapım gerçekten eşsizse, bir daha asla yerine yenisi gelemez. İşte Vampire: The Masquerade – Bloodlines tam da bu türden bir oyundu.
Belki rastlamışsınızdır. Facebook, Twitter ya da Tumblr gibi popüler sosyal medya sitelerinin oyun bazlı sayfalarında bir resim yılın belirsiz zamanlarında birkaç kez paylaşılır. Vampire: The Masquerade – Bloodlines’ın ikonik karakterlerinden birisi olan Jeanette Voerman’ın resmi gösterilir ve altında da genellikle “Vampire: The Masquerade – Bloodlines, bu oyundan bir yerde bir şekilde bahsederseniz, birisi mutlaka tekrar yükleyip oynayacaktır” diye yazar. Bu gerçekten de doğrudur biliyor musunuz? Yani en azından ben ve bu oyunu seven tüm tanıdıklarım için geçerlidir bu. Ne zaman ki birisi Vampire: The Masquerade – Bloodlines’tan bahseder, eve gider yüklerim o oyunu. Steam kütüphanemde arada görürüm mesela, “ya tekrar yüklesem mi?” der ve genellikle yüklerim. Pişman değilim hakim bey, yine olsa yine yaparım. Yazıda daha fazla ilerlemeden aşağıdaki şarkıyı açmanızı öneriyorum.
Peki neden? Neden bu oyun bu kadar büyük bir etki bıraktı? Olayı ne yani? Niye Vampire ve Masquerade kelimelerini aynı cümle içerisinde kullandığımda insanların içi bir hoş oluyor? Bu adam niye papağan gibi sürekli aynı şeyi tekrar ediyor ve Vampire: The Masquerade – Bloodlines’a eşsiz diyor?
Cevap çok basit aslında…
Çünkü eşsiz bir oyun. Başka bir söze gerek yok ki.
Gerçekten uzun yıllardır içinde bulunduğumuz şu oyun dünyasında Vampire: The Masquerade – Bloodlines’ın verdiği hissi verebilmiş başka hiçbir oyun yoktur. Öncelikle, World of Darkness temasını ve karakterlerini en orijinale yakın şekilde resmeden bir oyundu VMB. Sizin de bildiğiniz üzere vampirler ve vampir benzeri yaratıklar popüler kültüre karıştıkça daha bir naifleşti, daha insani bir hal aldı ve bütün o gotiklik ile ürkütücülüğü kaybetti. Yani buna en basit örnek olarak The Vampire Diaries dizisini veya Twilight kitap/film serisini örnek olarak gösterebilirim. Yani tamam, kendilerine has bir hayran kitlesine sahipler, belki başarılılardır bile ona ben karışamam ancak gerçek vampir temasını yansıtabiliyorlar mı? İşte orasından biraz şüpheliyim. Oyun dünyasında da artık böyle yapımlar yok. Havadan nem kapan bir kullanıcı kitlesine oyun yapan yapımcılar artık kimse bir şeye laf etmesin diye herkese uygun, herkesle barışık, herkesin sevebileceği karakterler yapıyor. Eh hal böyle olunca vampirlerin o kendine özgü, ürkütücü havası da kayboluyor. Galiba VMB bu ürkütücü vampir furyasının gotik anlamda son ve en büyük amiral gemisiydi.
Her ne kadar dışarıdan öyle gözükmese de oynadığınızda anlayacağınız büyük bir dönüm noktası vardı VMB’nin. Çok da güzel bir rol yapma oyunuydu. World of Darkness temasında ve genel gotik-vampir temasında bulunan önemli vampir ırklarını barındırıyordu içinde. Üstelik hepsi kendine has farklı kişiliklere, farklı güçlere, avantajlara ve dezavanatjlara da sahipti. Seçtiğiniz karakter ve bu karakter için seçtiğiniz her küçük özellik oynanışınızı derinden etkiliyordu. Üstelik dilerseniz seçeceğiniz karaktere yaptığınız kişilik testi sonucunda da ulaşabiliyordunuz. Seçtiğiniz cevaplara göre oyun size uygun klanı tavsiye ediyordu. Ya, harikaydı!
Mesela Nosferatu oldunuz diyelim, o kadar pislik, iğrenç ve korkutucu görünüyorsunuz ki, insanların arasındayken fark edilmemeniz imkansız! Bir şey yaptığınızda direkt olarak fark ediliyorsunuz. Bu yüzden Nosferatu oynayan kişiler genellikle ulaşım yolu olarak tünelleri ve kanalizasyonları kullanıyordu. Ana yolda bazen polisler bile durduk yere ateş açabiliyordu. Ama Nosferatu değil de bir Ventrue olduysanız insanlar tarafından kabul görmeniz daha olasıydı. Daha az korkutuyor, hatta belki daha çekici bile olabiliyordunuz. Bu çekicilik – iticilik mevzusu görevlerde karşılaşacağınız NPC’ler ile aranızdaki konuşmaları da şekillendiriyordu.
Oynanabilir tüm klanların bu tarz kendine has özellikleri bulunuyordu. 2004’te çıkan ve daha önce pek de denenmemiş olan bir oyun için bu derecede bir çeşitlilik zor rastlanan bir şeydi. Hadi oynanabilir klanları ve kendilerine haz yüzlerce özelliği geçtim, VMB evreninde bulunan her karakter ince elenip sık dokunarak oyuna aktarılmış. İlişiğiniz olsun, olmasın, etkileşim kurabildiğiniz her karakterin kendine has bir düşünce tarzı, fiziği ve davranışları vardı. Olayları gerçekleştirirken hangi yolu izleyeceğinizi size bırakıyordu oyun. Karşınızdaki adam barışçıl ama korkak mı? İsterseniz barışçıl yaklaşıp durumu düzeltmeye çalışın, isterseniz kaba kuvvet kullanıp korkutun gitsin. Size kalmış. Ama bu barışçıl ve korkak sandığınız adam bir anda şekil değiştirip kurt adama dönüşürse de suçu bana atmayın. Oluyordu böyle şeyler. Bir anda ters köşe yapıyor ve neye uğradığınıza şaşırtıyordu sizi.
Oyunda kontrol ettiğimiz karakter en başta isimsiz bir insan. Vampir – insan yasak ilişkisine girdikten sonra seçilen klana göre acemi bir vampire dönüşüyor ve birlikte olduğu partneri de direkt olarak oyunun başında idam ediliyor. Karakterimiz de aslında idam edilecekken idam törenini izleyen kişilerden birisi ve aynı zamanda anarşistlerden olan Nines Rodriguez’in araya girmesi üzerine Prens LaCroix tarafından bağışlanır. Bu noktadan sonra karakterimiz ile LaCroix adına çalışabilir ya da direnişe katılıp LaCroix’i çökertmeye çalışabiliriz. İkisi de sarmadı mı? Boşverin, ikili ajan olup her iki tarafı da çökertelim. Bu oyun her şeye izin veriyordu. İşte RPG dediğin böyle olur!
Son zamanlarda ‘RPG’ etiketi ile çıkan aksiyon oyunlarında çok kıl olduğum bir mevzu söz konusu. “Konuşarak anlaşabiliriz, savaşmamıza gerek yok, barış bence çok güzel bir şey” diyerek çoğu çatışmayı atlatıp görevi kolayca yerine getirebilmek. Bakın bu VMB’de de vardı. Ancak karşıdakini ikna edebilmek için onlarca diyalog seçeneği arasından doğru olanı seçmek, bu diyalog seçeneklerine ulaşabilmek için de karizmaya sağlam bir yatırım yapmak gerekiyordu. Hal böyle olunca da karakterin diğer yanları güçsüz kalıyor, oyun zorlaşıyordu. Son zamanlarda çıkan oyunlarda karakter hem karizmatik, hem konuşma yeteneği zirve yapmış, hem de çok güçlü. Konuşup anlaşarak görevi beş dakikada bitirebilen karakterler var yapmayın gözünüzü seveyim. VMB’de bu yoktu. Arkası dönük olsa bile sizi hissedip canınıza okuyan NPC’ler vardı. VMB gerçekten zor bir oyundu. Kanser edici bir zorluk da değildi bu. Oyun sizden her şeyi kuralına göre yapmanızı, klanınızın sunduğu yetenekleri sonuna kadar kullanmanızı istiyordu. Şu an gerçekten böylesine detaylı oyunlar zor bulunuyor.
O zamanlar henüz popülerleşmemiş olan Source motorunu kullanan VMB görsel açıdan da çok kuvvetliydi. Henüz açık dünya bazlı oyunlara fazla rastlanmıyordu ve VMB bunu hem aşırı sorunlu bir motorla yaptı, hem de çok güzel bir optimizasyon ile yaptı. VMB her açıdan kusursuz bir oyundu. Peki müzikleri? Aman Allahım o müzikleri! Asylum adlı gece kulübünde çalan şarkı (yazının başında paylaştığım şarkı), sokakta çalan parça, menü müziği… Mükemmeldi. Hepsi, her bir parça eşsiz ve harikaydı.
Eğer Vampire: The Masquerade – Bloodlines’ı bugüne kadar hiç oynamadıysanız çok büyük hata yapıyorsunuz demektir. İster FPS sevin, ister TPS, ister RPG, her şey var bu oyunda. Ben akşam eve gidince tekrar yükleyeceğim ne yalan söyleyeyim ve eminim ki bu yazıyı okuyan kişilerin en azından bir yüzde ellisi de aynı şeyi yapacaktır. Yorumlara gelin, bu güzel oyunu biraz daha övelim, yetmez bu kadar 🙂