Wolfenstein: Youngblood
Wolfenstein: Youngblood inceleme! Wolfenstein serisinin FPS piyasasındaki yeri ve önemini eğer oyun dünyasını yakından takip ediyorsanız muhtemelen çoğu yerde görmüş veya okumuşsunuzdur. Bu sebepten dolayı Wolfenstein markasının oyun dünyası için ne denli önemli olduğu konusundaki fikirlerimi vaktinizi çalmamak adına es geçeceğim. Yeni nesil Wolfenstein’in geliştiricisi Machine Games’in daha önceden de dediği gibi üçleme olacağı söylenen bu hikayenin ara halkası ise geçtiğimiz gün piyasaya çıktı. Hikayenin efsanevi askeri BJ Blazkowicz yerine bu kez kontrolümüze karakterimizin kızlarını veren geliştiriciler, ilk iki oyunda olduğu gibi yine çok eğlenceli bir hikaye sunumunun altına imzasını atmışlar.
Wolfenstein: Youngblood inceleme
The New Colossus’ta yaşanan olayların yaklaşık 20 yıl sonrasını anlatan Youngblood, Soph ve Jess isimli ikiz kız kardeşlerin yaşadığı zorlukları gün yüzüne çıkarıyor. Bu kez ise görevimiz Kuzey Amerika’dan sonra Nazi işgalinde olan Avrupa’yı kurtarmak… Oyunun açılışında Soph ve Jess’in geçmişine dair anılar görüyoruz. Blazkowicz ve karısı Anya’nın kızlarını zorlu şartlara karşı eğitmesinden sonra sonra oyuna başlıyoruz. Kızlarının eğitimi tamamlandıktan sonra ise bir anda ortadan kaybolan ve ailesini geride bırakan Blazkowicz’in peşine düşmeye başlayarak maceramıza atılıyoruz.
Babalarını aramak için peşinden Paris’e sürüklenen Soph ve Jess’in, babalarının aksine oldukça ciddiyetsiz bir karakter portesine sahip olmaları dikkatimi çeken ilk unsur oldu. Her ne kadar Wolfenstein serisi fantastik bir alternatif tarihi anlatsa da, yeni nesil ilk iki oyunun senaryo ciddiyeti oldukça yüksekti ve komedi unsuru daha çok anlık bir şekilde oyuncuya yansıtılıyordu. Ergenlik döneminin son demlerini yaşayan ikiz kız kardeşlerin aralarında geçen konuşmalar, sizi zaman zaman güldürecek, ancak bazı zamanlarda ise içinizden “ne gerek var bu kadar sululuğa” diyeceksiniz. Hikaye anlatımında belli başlı yerlerde zaman atlaması yapan Machine Games ekibi, kurgusal karakterler arasında derin bir bağ göstermekten kaçınmış. Oyunun başında zorlu bir geçmişe sahip olan ve çocukluğunu yaşayamamış ikiz kız kardeşin arasında benim gibi derin bir bağ bekleyen oyuncular olabilir. Wolfenstein Youngblood, bu anlatım tarzından çok uzak olarak daha yüzeysel bir hikaye gidişatı sunmak istemiş. Göründüklerinden daha maskülen bir ruh yapısına sahip Soph ve Jess’in bu gibi eksilere rağmen sizi oyuna bağlayacağından emin olabilirsiniz.
Eğer oyunu tek başınıza oynayacaksanız, Wolfenstein Youngblood’a başlarken yapımcılar sizden iki karakterden bir tanesini seçmenizi istiyor. Seçim ekranındaysa karakterlerin savaş alanında nasıl bir oynanışa sahip olacağını belirleyebiliyorsunuz. İkili seçimler yüzünden sığ bir arayüze sahip olan karakter şekillendirme ekranında yaptığınız seçimlerden sonra oyuna giriş yapıyorsunuz. İsteğinize göre karakteri gizliliğe yöneltebilir veya daha savaşçı bir pozisyona sokabilirsiniz.
Diğer oyunlardan farklı olarak karakterlerimiz senaryoya oldukça güçlü bir şekilde giriş yapıyor. Direkt olarak sahip olduğumuz Power Armor’lar sayesinde oyun bize ilerleyen saatlerde oldukça fantastik sahnelerin olacağının mesajını veriyor. Karakter gelişim ekranıysa yeni nesil diğer Wolfenstein oyunlarına benziyor. Karakterlerimizin temel güçlerini ilgili ara yüzden geliştirebiliyoruz. Seviye sistemi sayesinde Soph ve Jess, kalıcı can artışı gibi özelliklere de sahip olabiliyor. Ayrıca iki karakterden birini ne kadar geliştirirseniz, aynı şekilde diğer karakterin de paralel olarak gelişeceğini bilmelisiniz. Yani karakterleri ayrı ayrı olarak geliştirme şansınız bulunmuyor. Silah çeşitliliği açısından ilk iki oyunun izinden giden Wolfenstein Youngblood, hemen hemen elimize benzer tabancaları, pompalı tüfekleri, SMG’leri ve ağır makineli silahları tutuşturuyor. Bu arada BJ Blazkowicz’ten farklı olarak Soph ve Jess‘in iki adet ağır makineli silahı aynı anda kullanamadığını belirtelim. Bu özellikte kısıtlamaya giden geliştiriciler, Soph ve Jess’in sadece küçük silahlarda bu kullanmasına izin vermiş.
Tüm bunların yanında Wolfenstein Youngblood’da ana kötü karakter eksiklikliği göze çarpan başka bir unsur olmuş. Nazi’lerin ne kadar acımasız olduğu bu kötü karakterler üzerinden gösterilirdi. Bu kez ana görevimiz BJ Blazkowicz’i kurtarmak olduğundan, oyunda tabiri caiz ise “villain” eksikliği bulunuyor. Bunun da hikaye anlatımını az da olsa baltaladığını söylersek yanlış olmaz.
Oynanış mekanikleri tarafında yine eğlenceli bir yapıyı kontrolümüze veren yapım, bu kez bölüm tasarımları konusunda çıtayı bir sonraki seviyeye taşımış. Geliştirme aşamasında Prey ve Dishonored serisinin geliştiricisi Arkane Studios’tan yardım alan Machine Games, bölümleri tasarlarken daha akıcı bir oynanış yapısı düşünmüş. İlk iki oyunun aksiyon dozajı yine çok yüksekti. Fakat düşman sayısı fazlalaştıkça çatışmalar bazen siper savaşına dönüşebiliyordu. Wolfenstein Youngblood bu sorunu karşımıza daha fazla düşman koymak yerine daha az düşman asker ve askerleri mini bosslar ile desteklemkle çözmüş. Ancak ilk iki oyunda süregelen yapay zekanın pek fazla zeki olmaması sıkıntısı, bu oyunda da devam ediyor.
Wolfenstein Youngblood’ın en dikkat çekici yanı olan ve oyunun tanıtımlarında üstüne basılan co – op mekaniklerinde ise maalesef aradığınızı bulamayabilirsiniz. Öncelikle oyunu tek başına da oynamanın oldukça zevkli olduğunu belirtmeliyim. Ancak oyunu bir arkadaşınızla birlikte oynasanız bile alacağınız zevk katlanmıyor. Geliştiricilerin her defasında altını çizdiği co – op oynanış mekanikleri, arkadaşınızla birlikte kapı/kutu açmak veya birbirinize sağlık ya da zırh yardımı yapmaktan öteye gidememiş. Çatışma sırasında arkadaşınız yaralandığında yerden kaldırıyor ve devam ediyorsunuz.
Beklenildiği gibi oyunda co – op olarak takım çalışması gerektiren bölüm sonu canavarları veya co – op temeller üzerine oturtulan bulmacalar yok. Son dönemlerde deneyimlediğim A Way Out’tan örnek verecek olursam, co – op anlamında iki oyunun arasında dağlar kadar fark olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca oyunda iki karakter olduğundan, diğer Wolfenstein oyunlarından farklı olarak oyunda ölmenin zor olduğunun da altını çizmek istiyorum. Yere düştüğünüzde, oyunu beraber oynadığınız arkadaşınız sizi rahatlıkla yerden kaldırabiliyor ve çatışmaya devam ediyorsunuz. Bu sebepten dolayı oyunun zorluk seviyesinde ciddi bir kolaylık söz konusu. Tüm bunların yanında tanımadığınız bir oyuncuyla oyunu birlikte oynamaya kalkarsanız ve yabancı oyuncunun seviyesi sizden çok yüksekse, hikayede adeta hiçbir şey yapmadan ilerleyebilirsiniz.
PC platformunda oynadığım Wolfenstein Youngblood’ın teknik tarafına geçecek olursak, satın almadan önce oyunun PC’de belli başlı sıkıntılara sahip olduğunu bilmelisiniz. Zaman zaman yaşanan FPS düşüşleri, kaplamaların geç yüklenmesi gibi sıkıntıların PC platformunda baş göstermesi rahatsız edici olabiliyor. Eğer oyunu konsolda oynasaydım, bu hataları az da olsa göz ardı edebilirdim. Fakat PC oyunculuğunda donanımların fazlasıyla ileri bir seviyede olması, oyunda yaşanan optimizasyon sıkıntılarını çekilmez bir hale getirebiliyor. Yine de bu sıkıntıların ilerleyen dönemlerde gelecek yamalarda düzeleceğine inanıyorum.
Grafiksel olarak bir önceki oyuna yakın bir seviyede olan yapım, oldukça güzel tasarımlara sahip. Metrolar eşliğinde Paris’te ziyaret ettiğimiz bölümlerde geliştiricilerin mekan tasarımlarına oldukça özen gösterdiğini daha oyunun ilk dakikalarında anlayabiliyorsunuz. Geliştiriciler müziklerde ise yine ilk iki oyundan farklı olarak daha farklı bir yol izlemiş. Özellikle yeni nesle uyarlanan ilk oyunda döneminde hit olan İngilizce şarkıların, Almanca olarak yorumlanmasını görmüştük. Wolfenstein Youngblood’ın müzikleri ise genel olarak Synthwave olarak tabir edilen ve 80’leri yansıtan şarkılardan oluşuyor.
Sona geldiğimizde Wolfenstein Youngblood, her ne kadar genel itibariyle oynaması eğlenceli bir yapıda olsa da, mekaniksel olarak ilk iki oyundan farklı olmaması, hikaye anlatımında ortaya çıkan talihsizlikler ve en önemlisi co – op tarafının beklenildiği gibi çıkmaması yüzünden belli başlı eksikliklere sahip. Ancak yine de Wolfenstein Youngblood’ı yakın bir arkadaşınızla oynadığınız zaman eğleneceğinizin garantisini verebilirim. Son olarak oyunun Buddy Pass özelliği sayesinde oyunu satın almayan bir arkadaşınızı oyununuza davet edip, beraber hikayeyi bitirebildiğinizi belirtelim.