Oyun İncelemeleri

XIII

Sene 2004’e geldi, biz hala en pahalı kartlarla, en hızlı veriyollarıyla, en
kocaman çözünürlüklerle boğuşalım diye didinirken hepsini kapsayan bir çözüm
geldi sonunda. Vektör grafikli, çizgi roman öğeli XIII. Vektör dediğimiz olay da
hani şu senelerdir kullandığımız Flash programında başvurulan çizim olayı. Hem
çizimi rahat, hem az yer kaplıyor, hem de sistem isterim diye ağlamıyor. Daha ne
olsun?

Oyunumuza girelim ki gecikme olmasın. Bir kere en başta Amerikan başkanının
ölümüne tanık oluyoruz. Bir binanın tepesinden ateş eden keşkin nişancı
oyunumuza girişi tam göbekten yapıyor. Sonra da bizim karakterimize geçip güneş
altında beyni bulanıklaşmış şekilde kontrolü sahiplenip kaybediyoruz. Çünkü
sağolsun kahramanımız hemen biraz yürüdükten sonra bayılıyor. Ayıldıktan sonrası
da oyunun kendisi. Oyunun türü FPS olsa da (yani şu silahım görünsün, karşıma
gelenleri işaretçime denk getirip vurayım tarzı) genel olarak tam bir
karikatürizelik, çizgi romanlık hali hüküm sürüyor. İnsanın sayfaları çeviresi
geliyor bazen, o derece yani. En basitinden tüm çizgi romanların standart efekti
olan birçok kutucuk içinde efektler göstermek oyunun en çok kullanılmış öğesi.
Ne dedi bu yazar derseniz, açıklayalım. Elinizde bir bıçak var, karşınızda da
bir düşman. En basit mantıkla yapılması gereken bıçağı adamın kafasına saplamak
olduğundan, hemen nişan alıp fırlatıyoruz. Ve o da ne? Bıçağımızın havada gidişi
ekranın sol üst tarafında kare kare gösteriliyor, ta ki düşmanımızın kafasına,
boğazına saplanana kadar.

İş buraya kadar eğlenceli ama daha herşey yeni başlıyor.

Bu kare kare görüntülenme olayının bir değişik versiyonu da dikkat çekmeler.
Mesela önemli bir tuşun, kamera ekranının önüne geldiniz. Hemen yanda çıkıyor
gene kutucuğumuz ve o an için aktif olan nesneleri önünüze seriyor. Güzel değil
mi? Ayrıca oyunda modern işler dönmesine rağmen, keskin bir ilk ajanlık
denemeleri filmlerinin havası var. Adamımız hafif meşrep, hafif aptal, hafif
zeki mesela. Nasıl olduğunu anlatamam ama James Bond serilerini izlemiş, No One
Lives Forever oynamış olan biri ne dediğimi oyunu oynadıkça anlayacaktır. İşin
eğlencesi de birşeyleri keşfetmek değil mi zaten?

Oyunun sesleri ve müzikleri de çok eğlenceli. Ana karakterimizin sesi bariz
şekilde eski Magnum dizisinde dinlediğimiz ya da Terence Hill filmlerinde
duyduğumuz karakter oyuncusunun polis sesinin aynısı. Kötü adamlar da nedense
topyekün zenci ya da kaba saba beyaz seslerinden. Bizim adam ne kadar karizma
sesler çıkarıyorsa, onlar da o derece böğürüyorlar gökyüzüne. Bu işleri atlatıp
birkaç taktik vereyim bari. Öncelikle kesinlikle etraftaki herşeye bakmadan
ilerlemeyin. Duvardaki dolaplar, masaüstündeki eşyalar, yatağın üzerindeki çanta
falan derken bin türlü malzeme biliyorsunuz. Bunların hepsi size ileriki
bölümlerde kurşun bitme, sağlık azalma gibi zamanlarda kazanç olarak dönecektir.

Vel hasıl kelam, ben bu oyunu oynamazsanız belki bir herkesi öldür oyunu
olarak hiçbir şey kazanmayacağınızı garanti ederim ama her oynamayanın da bir
çizgi film tadını damağına koyamayacağından da eminim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu