Bundan yıllar önce heyecan içinde beklediğim bir oyunu hatırlıyorum. O dönem Prince of Persia ve Splinter Cell hastası bir oyuncu olarak tam bir Ubisoft hayranıydım. Yeni oyunun ismi bile tüylerimi diken diken etmeye yetmişti. Suikastçı olup, sofistike mekânlarda tarihe farklı bir bakış açısıyla yaklaşma fırsatı beni benden almıştı. Zamanla oyunun videoları, görüntüleri geldikçe heyecanım kat be kat artmıştı.
Assassin’s Creed belki de oyun tarihinin en orijinal yapıya sahip serilerinden birisi. Bilinmeyen teknoloji ve eşsiz tarih sosu onu rakiplerinden ayırıyor. Ama neden eleştiriliyor? Oyunu çok seven ben de dâhil neden oyuncuların birçoğu tarafından sürekli topa tutuluyor? Bunun cevabını böyle kapsamlı ve geniş bir açık dünya oyununu her yıl çıkartmaya çalışan Ubisoft verebilir sadece. Vermesine verir de biz tatmin olur muyuz işte ondan pek emin değilim. Assassin’s Creed zirveyi yaşadığı Brotherhood’dan beridir serinin sadık fanlarını bile tam olarak tatmin edemiyor. Bunda gerek teknik olarak çok şişmesi, gerekse mekân seçimleri büyük pay sahibi.
Benim anlamadığım şey ise halen oyunun düzgün bir kontrol ve dövüş sistemini oturtamaması. İlk oyunun dövüş sistemi berbat ötesiydi, hantallıktan ölüyordu. İkinci oyunla düzeldi, Brotherhood ile sorunsuz işlemeye başladı. Tamam, zor değildi, rekabet hissi uyandırmıyordu ama işliyordu. Ezio ile arka arkaya otuz düşmanı alt edebilmek gerçekçi bir his uyandırmıyordu ama karizmatik ve eğlenceliydi. AC: III’ de yeni bir sisteme geçildi. Ubisoft, elinde olan sistemi rekabetçi bir düzeye taşısaydı herkesin takdirini kazanabilirdi. Benim gördüğümse daha çok sinematik sahne ve kontrolümüz dışında kendi kendine ilerleyen bir dövüş. Üstelik yapay zekâ da olmayınca o koca oyun saatleri boş geçmiş gibi hissettim. Eğer benim gibi oyunları %100 bitirmek gibi saplantıya sahipseniz bu durum öyle can sıkıyor ki anlatamam.
Koca oyunda gerçekten eğlendiğim tek mekanik gemi savaşları olmuştu. Ubisoft bunun farkındaydı. Hop bir baktık Karayip korsanı oluverdik. Tamam, sevdik ama neden koca oyunu bunun üzerine kurdunuz? AC:II ve AC: Brotherhood’dan sonra yeni çıkacak olan Revelations’ı nasıl merakla beklediğimi hatırlıyorum. Sonra Black Flag’i umursamaz bir tavırla sırf gelenek olduğu için ön sipariş verirkenki halim… Bu heyecansızlığın tek suçlusu ben olamam herhalde.
Şov devam etmeli!
Yine yeniden tarih sahnesindeyiz Heyecansızlıktan bahsettim ya size, bunun önemli sebeplerinden birisi de seçilen şehir ve hikâye konseptleri olmuştu. Hatta iddia ediyorum koca bir oyunun İstanbul’da geçmesi bile çok yanlış bir karardı. Şimdi kaşlarınız kalktı, nasıl laf edersin diye ama durun arkadaşlar, önce dinleyin.
AC: Revelations ve AC: III ve hatta AC: IV’ ün geçtiği ortamlar serinin ruhuna aykırı bir yapıdaydı. Biz koca binaların üzerinde cirit atmaya alışmışken, Revelations ile tabanvaya hapsolduk. Bunda İstanbul’un suçu yok aslında, sonuçta o dönem şehrin bina yapısı 2-3 katlı olunca yukarıda veya aşağıda olmanın birbirinden pek farkı olmuyordu. Brotherhood oynarken ben ayaklarımın yere değdiğini bile hatırlamıyorum. Aynı sorun serinin diğer devam oyunlarında da sürünce artık Ubisoft’un bu işe bir el atması lazım diye düşünmeye başlamıştım.
Ayrıca burada ufaktan dönemsel temalara değinmek gerekiyor. Ne AC: III’ ün ne AC: IV’ ün dönemleri yeterince ilgi çekici değildi. Yani kimse kusura bakmasın ama ben Amerika’nın bağımsızlık öyküsünü o kadar da merak etmiyorum. Hem benim gibi kişilere çok uzak bir kültüre ait, hem de çok kötü işlenmiş bir hikâyeydi. Black Flag’in teması ilgi çekiciydi ama onda da konuyu resmen Assassin/Templar savaşına çekebilmek için kendilerini kastılar. Keşke Black Flag bir Assassin’s Creed oyunu olarak değil, bambaşka bir oyun olarak hazırlansaymış diyorum hala. İnanın çok daha başarılı olurdu.
Eleştirilerim ışığında yeni oyun için olumsuz fikirlere sahip olduğumu düşünebilirsiniz, ama değil. İnanılmaz heyecanlıyım. Çünkü hem mekân hem konsept olarak belki de serinin en sağlam oyunu geliyor olabilir.
…Paris, 1789…
Eğer bu şehir ve tarih sizi heyecanlandırmadıysa ya tarihe merakınız yok ya da ortaokul ve lisede tarih derslerinde rapor aldınız.
Özgürlük, bağımsızlık, demokrasi… Kavramların gerçekten anlam bulduğu yıllardayız bu sefer. Halkın kendine ait olanları almak için savaştığı bir dönemdeyiz. Fransız İhtilalı, Fransız Devrimi…
Uzun zaman sonra ilk kez Assassin’s Creed’de gerçek bir amacın, kutsal bir ideolojinin peşinden gidiyoruz.
Dönem ve karakterlerin zirve yaptığı oyunlara baktığımızda karşımıza tek bir isim çıkıyor. Ezio Auditore da Firenze. Floransalı bir genç adam bizi 3 oyun boyunca oradan oraya sürükledi.
Ezio’nun bu kadar sevilmesinin altında yatan sebepleri eşelediğimizde ortaya çıkan sonuç yüksek düzeyde empati oluyor. Empati inanılmaz önemlidir arkadaşlar. Sevdiğiniz tüm oyun karakterlerini bu yüzden seversiniz. Çünkü onları anlarsınız. Yaşadıklarının bir parçası da sizinle gezer. Onun duygularından, sevinçlerinden ve yaşadıklarından kendinize bir pay çıkartırsınız. Ezio böyleydi işte. Onunla tam manasıyla tüm hayatı boyunca beraberdir.
Kollarını oynatmaya, tekme atmaya çalıştı ilk bebek halinden, mentorluğa yükseldiği olgun haline kadar… Ağzından dökülen her söz bizim için önemliydi. Bu yüzden o son anda “Bir ömür için yeterince gördüm.” dediğinde gerçekten de yılların yorgunluğunu onunla beraber biz de omuzlarımızda hissettik. Her İtalyanca küfürler ettiğinde, agresifleştiğinde onunla aynı kızgınlığı paylaştık. Belki de Altair’e bile onun duyduğu büyük saygı sayesinde biz de saygı duyduk.
Yeni oyunlarda Haytham hariç herhangi bir karakterin Ezio’nun tırnağı bile olamadığını varsayarsak, AC: Unity ile bunun devam edeceğini düşünebiliriz. İşte bu noktada Fransız ihtilalı devreye giriyor. Çünkü dönem nedeniyle yine gerçek sebepleri olan suikastçılarla tanışacağız. Fransa’nın bunalımını kendi zihinlerinde, benliklerinde yaşayan dört ruhun içinde olacağız. Dört farklı oynanış mekaniğine sahip olacağı söylenen yeni suikastçılarımızda ben ciddi bir üç silahşorlar havası sezinledim. Ucundan bile üç silahşorlere dokundurursalar benim gibi hayranlar mest olacaktır.
Hikâyenin son iki oyunla beraber biraz düşüşe geçtiğini düşünüyorum ama karakterler ve yeni oyunun yazarı hem Unity hem de serinin geleceği için yeni bir çıkış noktası olabilir. Oyunun senaryosunun başında Fallout: New Vegas’dan tanıdığımız Travis Stout yer alıyor. Güzel işlenen bir senaryonun dışında şehir de önemlidir demiştim daha önce. Dönemin Avrupa’sını ve Paris’i düşününce yine yere inmek istemeyeceğiz gibi görünüyor. Çatılarda geçen bir Assassin’s Creed’i ben gerçekten çok ama çok özledim. Paris bu ihtiyacımıza tamamen cevap verebilecek bir şehir.
Yeni nesle uyum sağlamak
Sanırsam bundan 1,5 yıl önce yazdığım bir makalede bu konuya değinmiştim. Yeni nesil benim için sadece grafiksel gelişim anlamına gelmiyor. Oynanış, hikâye anlatımı hatta değinilen temalar bile yeni nesil kavramının içine sokulabilir. Grafiksel gelişim elbet olacaktır ama insanlar teknoloji demosunu oynamak istemezler, bir oyunu “oynamak” isterler.
İzlediğimiz oynanış videosu ve anlatılan mekaniklerden gördüğümüz kadarıyla AC: Unity büyük değişikliklere gidiyor. E3’de gösterilen oynanış videosunda benim gibi birçok insanın ağzı açık kaldı. İşte tam bu noktada aklıma Watch Dogs geldi ve demonun kalanını gözlerimi kısarak izledim. Papaz iki kere pilav yemez dedim sürekli içimden. Çünkü tek kısılan şey benim gözlerim olmayabilir.
Şahsi bir düşünce olabilir ama benim ağzım Watch Dogs’dan ana fena yandı ve o muazzam Unity grafiklerine bir türlü kanamıyorum, olmuyor. Son halini görene kadar tedirginliğim sürecek, buna inanın. Yoksa yeni Assassin’s Creed inanılmaz görünüyor. Özellikle karakterlerin yüz ifadeleri, animasyonlar rakip tanımaz bir düzeyde. Hele foto-gerçekçi çevreye ne demeli? Bildiğiniz Paris işte, vize almaya gerek yok, gidin AC: Unity oynayın. Üstelik oyun yeni neslin gücünü arkasına aldığından büyük bir kalabalığı bile rahatlıkla aynı kareye sığdırabiliyor. Fakat kanamıyorum işte, Watch Dogs ile önyargı denilen zehir damarlarıma enjekte oldu bir kere, anca oyunu alıp oynamam lazım, öyle ikna olurum.
Diğer tartışılan konu ise bilmem kaçıncı oyunda hala oturtulamayan dövüş mekanikleri bildiğiniz gibi. Yeni oyun insanda daha rekabetçi daha tok mücadelelere girecekmişiz gibi bir his uyandırıyor. Doyurucu ve başarı hissini yaşayacağımız bir mekaniğin gelmesi artık şart. Anlamsızca, daha fazla muhafız kesmek istemiyorum. Gizlilik mekaniklerinde demoda görünen işleyen siper sistemi ve rekabetçi savaşlar AC serini inanılmaz rahatlatacaktır. Aksi durumda bizi tek zorlayacak şey yine tam senkronizasyon için çabalamamız olacaktır.
Dört karakterin de kendine özgün mekaniklere sahip olacağı iddiası ve hikâye modunun co-op olarak oynanabilecek olması göze çarpan güzel detaylar ve umarız söz verildiği gibi gerçekten işlerler.
Fazla söze gerek yok, Assassin’s Creed kötü bir oyun serisi değil. Sadece her oyunla daha fazla şişen ve gereksiz detaylarla içinde boğulduğumuz bir havaya sahip. Heyecanımız git gide azalıyor ve Ubisoft artık bir şeyler yapmak zorunda. Yoksa yeni oyunda sadece hikâyenin devamını merak edenlere gelecek.
Requiescat in pace. Umarım bunu Assassin’s Creed: Unity için söylemek zorunda kalmayız.