BAKIŞ AŞISI #13

(Not: Paylaşımın yapıldığı Facebook grubumuz karıştığı için ufak bir bilgi vermek istiyorum. Korsan oyunların bir grup hayırsever tarafından mı internete, piyasaya salındığını sanıyoruz cidden? Hiç korsan oyunların %90’nın neden Rusça olduğunu düşündük mü? Bu işten çıkarları olan o kadar çok kötü niyetli insan var ki, inanamazsınız. Rusya’da korsan oyunların mafyası var. Oyunun mafyası mı olur demeyin, eğlence sektörünün en çok kazanan bölümüdür oyun sektörü. Sizin belki de beleş diye düşünerek indirdiğiniz oyunların faturası başka insanlara kesiliyor. İnsanlar işlerinden çıkartılıyor, büyük firmalar gibi reklam yapamayan yerler kepenk indiriyor.

Korsan indirin, önemli değil. Sadece bunun hakkınız olduğunu düşünmeyin.)

Hafta nasıl geçti, nasıl bitti inanın hiçbir fikrim yok. Bazen böyle oluyor işte, zamanın geçtiğini bile unutuyorsunuz. Halimizi anlayın, o efsane yoğun aralığa girmiş durumdayız. O çıktı, bu çıktı, kuş çıktı, Ajdar’ın yeni klibi derken hop bir bakıyorum Cuma akşamı olmuş.

Bakış Aşısı’nın yepyeni bölümüne hazır olun demeden önce bambaşka bir olaydan bahsetmek istiyorum. Hafta içinde bazı okurlarımız, benim özellikle bu makalede okuyucuları çok fazla ciddiye aldığımı söyledi. Söyledikleri şeyin saçmalığı bir kenara atarsak, bu işin özü okuyucu zaten öyle değil mi? Hayır, sizi ciddiye almayayım da sehpayı mı ciddiye alayım?

Destiny oynamaya devam bu arada, hatta bu satırları yazarken –yazmak mı kaldı, klavyeyi tıkırdatıyoruz işte- arkada oyunun müzikleri çalıyor. Wildstar’ın müzikleri bir süreliğine emekliye ayrılabilir, çünkü Destiny yılın müzik ödülünü şimdiden almış haberimiz yok. Aşağıda bir yere efsane bir parça atacağım onu dinleyin valla. Şahane, enfes, muazzam gibi sıfatlar bile yetersiz kalıyor. Adeta çölde bir vaha gibi…

Daha 13.bölümdeyiz ve ben konseptimizden inanılmaz sıkıldım arkadaşlar. Bakış Aşısı böyle gitmez. Çok bozdu çok! Katiyen kabul etmiyorum, aramızda hala o dördüncü duvar var. Arada kırıyoruz belki ama yeterli değil. Geçen hafta bir okuyucumuzun Destiny incelemesine yaptığı yorumu paylaşmıştım. Elbette, bahsettiğim konu nedeniyle o yorumu kullanmam gerekliydi ama…

Neden işleri daha eğlenceli hale getirmiyoruz?

Duvarlardan nefret ediyorum. İnsanların rahatça bahsetmek istediklerini dile getirmesini istiyorum. Anlatmak önemlidir, anlatmayı istemek daha da önemlidir. Bakış Aşısı’nı sizinle paylaştığım bir platform haline getirmek istiyorum.

Peki, bu nasıl işleyecek? Bazı bölümlerde bir hafta sonrasının konusundan kısaca bahsedeceğim. Sizinse yapmanız gereken çok basit olacak. O konu hakkında paylaşmak istediğiniz şeyleri yazıp mektup2@merlininkazani.com’a e-posta atacaksınız. Ben de aynı geçen hafta olduğu gibi onları temel alarak yazdığım bölümü şekillendireceğim.

Yok, ben yapamam diye bir psikolojiye sakın girmeyin. Yaparsınız. Yıllar önce tiyatro hocam ve arkadaşları bir oyun sonrası şans eseri Haluk Bilginer’le karşılaşmışlar. Masada sohbet, muhabbet… Herkes Haluk Bilginer’e soru sormaya başlamış. İşte nasıl bu iş yapılır? Oyunculukta para var mı?

Bizimkine sıra gelince o da “Oyuncu olmak için gerçekten ne yapmamız gerekiyor?” demiş. Cevap basit:

“Oyuncu olmak isteyen adam, oyuncu olur.”

Derler ya “İstemek başarmanın yarısıdır.” diye, yalan o (bu söz böyle miydi lan?). İstemek, başarmanın %90’ı filandır.

İsteyin, bir şeyleri anlatmak isteyin. Siz neden Bakış Aşısı’nı ısrarla devam ettirdiğimi sanıyorsunuz? Çünkü anlatmak istediğim çok fazla şey var. Anlatmazsam ölürüm.


Haftaya bugüne kadar anlatılmış en iyi oyun hikayesinden bahsedeceğim. Siz de bu konu hakkında fikirlerinizi e-posta yoluyla bana ulaştırın. En sevdiğiniz hikayenin hangisi olduğunu, neden o hikayeyi sevdiğinizi anlatın.

Yazın gitsin, soranlara yazmadım ben dersiniz. Kim bilecek?

Eğer yazı dizisinin birkaç bölümünü daha önce okuduysanız, benim konudan konuya atlama huyumu bilirsiniz. Çünkü şimdi işler biraz karışacak.


Korsanlık aslında sigortası olsa güzel iş!

 
Tabii canım, o gemi senin bu gemi ötekilerin, berikilerin… Oyun dönemi açılırken her sene yaşadığımız kavga bir kez daha sahnedeki yerini alıyor. Oyunları korsan oynamanın ne demek olduğunun hala farkında bile olmadığımız için, yeni oyun dönemi cüzdanlardan çok kotamızı zorluyor.

Korsan iyi mi kötü mü tartışmalarından önce size oyuncuların karşı cevap olarak hazırladığı argümanları sunayım:

Oyunlar çok pahalı!

Biz enayi değiliz!

O kadar param yok, durumum yok!

Ama en sevdiğim: Milletimi, dilimi tanımayan adamın oyununu almam!

Hadi bakalım, bu efsane haline gelen argümanları bir bir çökertelim.

1. Oyunlar çok pahalı

Pahalı olduklarına kesinlikle katılıyorum. Hele yeni nesil oyunlar astronomik fiyatlarla piyasaya sunuluyorlar. İşin vergi kısmı filan derken bir bakıyorsunuz olmuş 200-250 lira. Mecburuz korsan oynamaya, öyle değil mi?

Hiçte değil! Arkadaşlar on sene önce dediklerinize tamamen katılırdım ama şu an ancak gülüp geçebiliyorum. Steam başta olmak üzere birçok platform sürekli büyük oyunlara indirim yapıyorlar. Siz sanıyor musunuz biz çıkan her oyunu anında oynuyoruz? Bazen insanın alacak durumu oluyor ve bekliyorsunuz. O güzel indirim geldiğinde de yeni oyununuza kavuşuyorsunuz.

Bırakın, çıktığı anda oynamak zorunda değilsiniz. Bakın, her ay 10 tane oyunu tüketmek zorunda değilsiniz. Merlin’e Sorun zamanı gelirdi böyle sorular, ben şu kadar oyun bitirdim, oyun var mı?
Arkadaşım sen o kadar oyunu nasıl tükettin? Oh, şu bitti diğerine geçeyim. Hmm, bu da bitti. Eee oyun yok! Fast Food gibi oyun oynamaya ne gerek var, tadını çıkartın.

Yeni çıkan oyunları oynamak istiyorsanız da artık telefon faturasıyla bile taksit yapıyorsunuz, nesi zor oyun almanın anlamadım?

2. Enayi değiliz

Bu enteresan bir tür işte. Enayi değil misin? Yahu, elin adamı bilmem kaç yıl uğraşsın, sen kalk adama hiçbir şey ödemeden emeğini çal, sonra gelip enayi de. Yapmayın etmeyin arkadaşlar. Parasını geçtim, o oynadığınız şeyin bedava olduğunu artık unutmanız gerekiyor. İnsanlar bunlar için zaman ve para harcıyorlar.

Bir elbise tükanı (evet tükan) açtığınızı düşünün. Herkesin gelip elbiselerinizi aldığını ama beş kuruş vermediğini hayal edin. Onu geçtim, arada bazılarının çıkıp, iyice işi pişkinliğe vurarak elbiseleri beğenmediğini de üzerine ekleyin. Hatta size kızdığını, elbiselerin adeta “çöp” olduğunu söylediğini aklınıza getirin.

Hoşunuza gitti mi? Gittiyse daha bir şey demiyorum.

En güzel örneklerden birini zamanında Mass Effect 3’te yaşadım. Oyunun yapısı gereği, PC üzerinde bütün oyuncuları –oyunu satın almış olanlar- görebiliyorduk. Co-op’a girmeseniz bile listeye alınıyordunuz.

Binlerce oyuncu Türkiye’de oyunu yerden yere vurdu. Ağzını burnunu kırdı, hatta koltuğunda tepindi. Ülkemizdeki satış rakamı bir ayın sonunda şuydu: 400!

400 ne lan? Bir sinema salonunu dolduracak kadar adam mı aldı bu oyunu? Kalan binlerce kişi nerede? Konsol? Sanmıyorum…

3. O kadar param yok, durumum yok!

Üçüncü tipimizin bir bilgisayar versiyonu, bir de konsol versiyonu bulunmaktadır. İnsanın gerçekten durumu olmayabilir, bunu anlıyorum. Mali durumun kötüdür ve bundan daha doğal bir şey olamaz.  Keşke hepimiz istediğimiz gibi yaşabilsek, isteklerimize ulaşabilsek ama hayat acımasız işte. İşte demekle de olmuyor fakat bu başka bir yazının konusu…

Bizim olayımız şu: Battlefield 4’ü bilgisayarında ULTRA grafiklerle oynayıp, durumu olmayan arkadaşlar. Arkadaş senin durumun yoksa biz ölelim o zaman. Ryse’ı da ULTRA oynayıp param yok dersin.

Konsollar korsan olayında daha bir şanslı. Zaten firmaların konsol satışlarından işlerin orada iyi gittiğini az çok biliyoruz. Eh, bunun PSN Plus’ı var, osu var şusu var, var oğlu var!


4. Milletimi, dilimi tanımayan adamın oyununu almam!

En sevdiğim türü en kısa şekilde anlatacağım. Eğer cidden bu fikre sahipseniz, yukarıdaki maddeleri bir kez daha okuyun. Hala anlayamadıysanız bir kez daha…

Hiçbir firma ölü yatırım yapmaz. Adam ben gideyim Türkiye’ye kendi dilinde oyun yapayım demez. Ne zaman Assassin’s Creed satar, o zaman Ezio Türkçe konuşur.

Artık kaçayım mı ben? Hadi gittim!

Exit mobile version