BAKIŞ AŞISI #24

Çocuk güneşten korunduğu ağacın gölgesinde kara kara düşünüyordu. Manzara enfesti. Uzaklardaki sıra dağların, önünde uzanan yemyeşil doğanın hiçbir kitapta, hiçbir literatürde karşılığı yoktu. Tek kelimeyle nefes kesiciydi. Gökyüzü ise ayrı güzeldi, mavinin en güzel tonunda, pırıl pırıl, sonsuzluğa uzanan…

Yine de düşünceliydi. Her harika şeyin içinde karanlık gizliydi. Fazla bulut yoktu, yani gece soğuk olacaktı. Artık harekete geçmeliydi. Gecenin buz gibi ayazında soğuktan donarak ölmek gibi bir niyeti yoktu. Gece bu manzaranın artık eski kadar güzel görünmeyeceğini de biliyordu. Karanlık, yeşili ve maviyi yok edecek, onu yalnız bırakacaktı. Gerçi şu anda da yalnızdı, ne fark ederdi ki?

Kaç saattir orada oturduğunu bilmiyordu ama bacakları iyice uyuşmuştu. Zorlukla doğrulurken, öğlen sıcağının alnında biriktirdiği terleri elinin tersiyle sildi. Birkaç saniye için muhteşem aura kaybolmuştu. Artık başka dertleri vardı. Karnı guruldamaya başlamıştı, üstelik yanında hiçbir şey yoktu. Buraya gelirken yanına giysileri ve hayal gücünden başka bir şey almamıştı.

Ona, “Burada özgür olacaksın.” demişlerdi. Hayatındaki tüm sınırları, tüm zincirleri burada kıracaktı. Gerçi uyarmayı da ihmal etmemişlerdi, “Aman geceleri dikkat et. Gittiğin yer geceleri başka bir kimliğe bürünebiliyor.”

Neyden bahsettikleri hakkında en ufak bir fikri olmamasına rağmen, teklifi kabul etmişti. Yani, ne kadar kötü olabilirdi ki? Daha birkaç saat geçmişti ve hem karnı acıkmıştı hem de sıcaktan bunalmıştı. Bunu aklına getirdiğinde gecenin ne kadar kötü olabileceğinin de farkına vardı. Bir risk almıştı ve yeni hayatı ona şimdilik sadece manzara vermişti. Manzara karın doyurmazdı ki.

Elini ağacın gövdesine yasladı ve düşünmeye devam etti. Derin bir iç çekti, düşünerek de problemlerinden kurtulamazdı. Artık harekete geçmeliydi. Tam o sırada önünde uzanan muhteşem dünyanın yavaştan yana doğru kaydığını hissetti. Bir algı oyunu?

Yere düştüğünde hayret içindeydi. Ağacın elini dayadığı bölümü kaybolmuştu. Hem de kusursuz bir şekildi. Daha da ilginci, blok şeklinde kayan parça, yere düşmüş ve ağacın gövdesinin ortasında koca bir aralık bırakmıştı. Ona “Gittiğin yerde fizik biraz farklı işliyor.” demişlerdi, ama haklı olabileceklerini hiç düşünmemişti. Ağaç havada duruyordu. Yani kısmen.

Ağacın gövdesini eşelemeye başladı. Bunu yaparken yere sürüsüyle blok düşüyordu. En sonunda havada duran yeşil yapraklar kalana kadar devam etti. Şimdi yerde 8 adet blok vardı. Onda verilen kitabı cebinden çıkarttı ve blokları nasıl değerlendirebileceğini araştırmaya başladı. Eğer onlardan dört tanesini kare olacak şekilde koyarsa zanaat masası yapabiliyordu.

Olmuştu…

Ağaçları kullanarak ve kitabından yardım alarak ilk gereçlerini işledi. Tahta bir kazma ve yine tahtadan yapılma bir balta. Dayanıklı oldukları söylenemezdi ama en azından iş görürlerdi. Arkasında uzanana geniş tepeye şöyle bir baktı. Onu gözüne kestirmiş gibi görünüyordu. Acaba ağaçlar gibi bu koca tepe de yok olabilir miydi?

Kazması elinde önündeki yekpare kayaya girişti. Kısa bir süre sonra içine girebileceği kadar geniş bir oyuk açmayı başarmıştı. Tahta kazma olaydan tabii kötü etkilenmişti. Öylesine aşınmış ve ısınmıştı ki yanık kokusu yayılmaya başlamıştı. Onu daha fazla kullanamayacağını fark etti. Daha kaliteli bir malzeme kullanması gerekiyordu. Tepenin eteklerinden dökülen taş bloklar kullanılır gibiydi. Zanaat masasının başına geçti ve kendine daha sağlam gereçler hazırlamaya başladı. Bu arada da az önce kestiği ağaçtan dökülen yemişleri yiyordu. Pek lezzetli oldukları söylenemezdi ama en azından ilk gün için karnını doyursalar yeterdi.

Kazmaya devam ederken, iki büyük sorun baş gösterdi. Güneş çoktan en tepe noktaya ulaşmış ve hafiften yolculuğunu aşağı düzleme almıştı. Birkaç saat içinde hava kararacaktı. Ayrıca kazdıkça etraf kararmaya başlıyordu. Kendine masa yapıştı, az da olsa karnını da doyurmaya başarmıştı ama geceyi gündüz yapamazdı.

Çözüm yine beklenmedik oldu. Kazarken bir noktada zorlandığını fark etti. Önündeki blokların bazılarının üzerinde karaltılar vardı. Blok tamamen ayıklandığında ne olduğu ortaya çıkmıştı. Bu basbayağı kömürdü. Hemen kitabını açtı ve kömürü nasıl kullanacağına baktı. Ona tahta çubuklar gerekiyordu.

Zanaat masasından bu sefer alevler yükseliyordu. Elinde şimdi bir sürü meşale vardı. Onları kazdığı alana özenle yerleştirdi. Ortaya çıkan alev rahatlatıcıydı. Şimdi düşünmesi gereken tek bir şey vardı, geceyi dışarıda tutmak!

Elinde kalan son tahta bloklarını da masanın üzerinde güzelce işledi. Birkaç dakika sonra tepenin eteklerinde son derece güvenli görünen kapı içeriyi koruyordu. Kapının etrafını da güzelce taş bloklarla düzenlediğinde, artık güvende olacağı bir mekana sahip olacaktı. Son işlemse kapının dışına iki yâda üç tane meşale koymak olacaktı. Böylece –eğer varsa- yabancı biri burada dolaşırken nerede olduğunu bilecekti.

Gecenin bastırdığını hissedebiliyordu. Meşalelerin sıra dışı ısısına rağmen ayaz içeri kadar girmişti. Kazdığı alan ilerledikçe soğuğun etkisi geçecekti, bu yüzden çalışmaya, kazamaya devam etti. Koca bir öğleden önceyi tembel tembel uyuklayarak geçirdiği için uykusu yoktu. Günün ilk ışıklarına kadar kazacaktı.

Çalışırken uzak sayılacak bir mesafeden koyunların sesini duymuştu. Yarın ilk iş onlardan biraz yün koparmak olacaktı. Ardından uyuyacağı bir alan hazırlayabilirdi.

Şimdi çalışma zamanıydı. Hızlı ve düzenli bir şekilde kazmaya devam etti. Vurduğu her kazma darbesi onu daha da özgür kılıyordu. Her darbede sanki bir hayali daha gerçek oluyordu.

İnsanlara yardım etmek istiyordu. Bulacağı elmaslarla onlara yardım edecekti.

Kendine kocaman bir ev yapmak istiyordu, çünkü yapabilirdi. Yaptı da.

Hep gözlem kulelerine özenmişti. Kendine muhteşem bir kule yapacaktı.

O istediği her şeyi yapabilirdi. Evet, gerçek hayatından, görüntüsünden feragat etmiş adeta kutuya dönüşmüştü ama özgürdü! Ve yapabileceklerinin hiçbir sınırı yoktu…

…Anısına…

Not: Okuduğunuz yazı Minecraft’ın ilk gününü anlatmaktadır. Herkes uzun bir süredir gündemi oluşturan Minecraft yasağı hakkında bir şeyler çiziktiriyor. Belki haklı, belki haksız… Bense tepkimi bir hikayeyle anlatmak isterdim. Çünkü benim işim bu, hikayeler anlatmak. Bunu okuyan insanlardan tek istediğim, tepkilerini barışçıl yollarla göstermeleri, Minecraft en azından bu kadarını hak ediyor.

Saygılar…

Exit mobile version