BAKIŞ AŞISI #5
Benim için ilginç bir tatil oldu. Aslına bakarsanız uzun zamandır bu kadar dinlendirici ve keyifli bir tatil geçirmemiştim. Hem oyun, hem deniz hem de ziyaretlerle biraz olsun günlük rutinlerden kendimi sıyırmayı başardım.
Geçen hafta “Ne oynasam tatilde?” derken konu her zaman olduğu gibi sapmış, korku oyunlarını oynayamama sebeplerime dayanmıştı. Doğaçlama şeyleri seviyorum, akımın ucundan bile geçmeyen ihtimalleri farkında olmadan ayıklamak, onları üste taşımak harika duygu.
Geçen haftanın en büyük sürpriziyse ofisten çıkmadan birkaç saat önce gelen bir inceleme ürünüydü. Haftalardır tüm iş arkadaşlarımın kafasını ütülediğim oyun teşrif ettiğinde, oyun açısından süper bir bayram tatilinin beni beklediğini anlamıştım.
Murat Oktay üzerime The Last of Us: Remastered’i fırlattığında sizin için dördüncü bölümü hazırlıyordum. Oyun önemli bir sırdı ve size ne kadar bahsetmek istesem de unutmamamız gereken kurallar vardır:
1. Asla dövüş kulübü hakkında konuşma!
Şakası bir yana üstüne bir de Dark Souls II’nin yeni içeriği gelince kafayı yedim. Güzel bir hafta sonuydu, bol oyunlu bol inceleme yazılı…
Eldekini tüketmek kaçınılmazdı ve kaçınılmaz son geldiğinde hala koca bir bayram tatili ve oynanacak bir ton oyun vardı. Peki, ne yaptım? Gittim, yine kendimi galaksiye attım. Normandy’nin bir parçası olmayı ne kadar özlediğimi fark etmiştim. İlk sinematik girip Anderson ve Udina, Shephard hakkında konuşmaya başladıklarında zamanımı neyle geçireceğim de netlik kazanmış oldu.
Bu hafta size oturup sadece Mass Effect anlatmayacağım (şimdi baktım sadece Mass Effect anlatmışım). Aslına bakarsanız oyunu bilmem kaçıncı kez bitirmeye çalışırken yaptığım tespitler ve görüşlerden bahsetmek istiyorum. Bugün Mass Effect üzerinden koca oyun dünyasının hikâye anlatımına şöyle bir değinelim istedim.
İstemekle olmuyor, yazmak gerek…
Öncelikle şunu çok iyi kavramanız gerekiyor. Her ne kadar hikaye manyağı ve her bilgi kırıntısını irdeleyen birisi olsam da asla ama asla hikaye benim için ilk planda olmadı. Bence bu çok önemli bir ayrıntı. Tamam, anlatılanlar artık iyice kendi aştı ama oyun bu. Önce onu nasıl oynadığıma bakarım ben. Hatta bunlardan geçtiğimiz bölümlerde yüksek ihtimalle bahsetmişimdir.
Elbette burada oturup hangisi diğerine üstün, niye böyle, niye şöyle, Half-Life çıkacak mı yoksa bizi kudurtacak mı gibi anlamsız bir tartışmaya girmeyeceğim.
Mass Effect avukatı iş başında
Oyun üçlemeyi tamamlayalı yıllar oldu ama hala üzerinde dönen tartışmalar bitmek bilmiyor. Özellikle Extended Cut’la geliştirilen ama bir türlü belli kesimi tatmin edemeyen oyun sonu her zaman Mass Effect tartışmalarının odak noktası olacak gibi görünüyor.
Sevdiniz mi sevmediniz mi ona karışamam ama şahsi fikrimi soracak olursanız, yapılan eleştirilerin yüzde doksanı tamamen yanlış derim. Seri bugüne kadar yapılamayanı başarıp bize bir bütünü üç bölüme ayırarak sundu ve sadece bunu derli toplu yapabilmesiyle bile benim takdirimi kazandı.
Herkes aynı sonu gördü, ışıklardan şikâyet etti, hiçbir şey değişmedi dedi. Aslında o kadar yanlıştı ki. Ben bunu Hollywood sinemasının ve best-seller kitaplarının insanların kafasına soktuğu “Katarsis” hissi yaşama ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. Antik Yunan trajedilerinin önemli bir parçası olan katarsisi, günümüzde birçok eserde görmek hala mümkün. O son an geldiğinde her şeyin sizi şaşırtmasını ve duygularınızı boşaltmasını bekliyorsunuz. Spoiler kavramı bile bundan ibaret.
Katarsis önemli bir özellik ama artık her şey buna endekslenmiş durumda. Gerçekten bir oyunun kalitesi size yaşattığı anlık katarsislerle mi belirleniyor? Katilin kim olduğunu öğrenmek bu kadar önemli mi?
İlk iş şunu yapın: Çok sevdiğiniz bir oyundan tüm o katarsis anlarını çıkartın ve elinizde ne kaldığına bakın. Eğer elinizde kalanlar sizi hala tatmin ediyorsa inanın ki o önemli bir yapımdır.
Aynı işlemi yaptığımızda, Mass Effect üçlemesini oynayan birisi hiçbir şey değişmiyor diyorsa ben oynadığı oyundan şüphe ederim. İlk oyunda Virmire’da cidden hiçbir şey değişmedi mi? Konsey yardım çağrısı istediğinde gerçekten de bir şeylere etkimiz olmadı mı? Krogan’ların, Quarian’ların, hatta Geth’lerin kaderini belirledik yahu!
Tahmin etmede kötü biriyseniz bilmiyorum ama Mass Effect’in sonu daha ilk Eden Prime görevinden beri belliydi. Hep şu hatayı yaptık: önemli olanın son olduğuna inandık. Asıl önemli olan o sona nasıl ulaştığımızdı. Son’a ulaştığımızda bakmamız istenen şey geçmişti, gelecek değil. Kim olduğumuzu hangi ışığı seçtiğimiz belirlemiyordu, Rannoch’da verdiğimiz kararlar belirliyordu.
Shepard’ın hikâyesi hiçbir zaman “Sonunda ne olacak?” türünden bir hikâye değildi. Ahlak ve duygusal seçimlerimiz üzerinden ilerleyen bir maceraydı. Ne olacağı bizim için sürpriz değildi.
Zaten ne olacağına biz karar veriyorduk.
Diyalog çemberi kadar yanlış anlaşılmış bir mekanik daha olabilir mi bilmiyorum? İnsanların bakış açıları hep tek bir noktaya baktığından onu değiştirmek için geren aşıyı yapmak bana düşüyor.
Oyunun sistemi, yeterince seçenek sunmadığı ve zaten yapacağımızın çok belli olmasıyla sürekli eleştirildi. İyi de amacı sizi “Bakalım hangisini seçecekler?” diye zorlamak değil. Mass Effect’in diyalogları bakalım hangisini seçecekler diye oluşturulmuş şeyler değil. Aksine neyi seçeceğinizi bilmeniz gerekiyor. Bu ahlakla ilgili, doğru veya yanlış ile değil.
Üstelik derdini eşsiz bir sinematik anlatımla aktarmayı seçen bir oyunu bu konuda eleştirmek gerçekten acımasızca görünüyor. Mass Effect’in diyaloglarında doğru ya da yanlış seçenekler yok. Sizin tercih ettiğiniz ahlaki yol, tek doğru olan ve bence asıl önemli nokta bu.
Bu yapıyı eleştirmek isterseniz de size sadece Mordin ve Shephard’ın ikinci oyunda bir Krogan cesedinin yanında yaptıkları konuşmayı hatırlatmak isterim. Şahsi fikrime göre oyun dünyasının bugüne kadar gördüğü en iyi diyaloga sahne olur. Karakter gelişiminin sürekliliği, Mordin’nin üçlemedeki rolü ve toplumsal bir duruş o sahnede işlenir.
Verilen kararların ahlak ve duygusallık üzerine olması, kötü ve yetersiz gibi görünüyorsa cidden bunun nedenlerini sizden duymak isterim. Empatinin doruk noktaya ulaştığı bir sistemi bu kadar eleştirmek bana biraz anlamsız geliyor.
Sidonis konuşurken her şey kontrolümüz altında. Neyi seçtiğimizi duygularımız, Garrus’a karşı olan hislerimiz belirliyor. Bir adım atıp her şeyi bitirmek varken, orada durmayı biz seçiyoruz. Doğru olanı bulmaya çalışmıyoruz. Doğru olduğuna inandığımız şeyi yapıyoruz.
Karar vermek böyle bir şeydir. 15-20 seçenek üzerinden ne diyeceğimizi seçmek değildir. Bu sadece Mass Effect ile ilgili bir durum da değil. Argümanı alıp birçok oyuna, yapıma uygulayabilirsiniz. Ben oyunların anlattıklarının gelişmesi için bu katarsis bağımlı yapıdan kurtulmaları gerektiği düşüncesine sahibim. Gerçekten bir dertleri olmalı. Bize anlatmak istedikleri şeyler olmalı.
Mordin’nin, Garrus’un, Tali’nin anlatmak istedikleri vardı. Wrex’in anlatmak istedikleri vardı. Ve koca bir bütünün içinde bunları anlattılar, biz de dinledik. Ya sırt çevirdik ya da onlarla beraber savaştık. Dediğim gibi Mass Effect hiçbir zaman sonunda ne olacağını merak edip oynadığım bir oyun olmadı. Ne yapacağımı tam olarak biliyordum. Çünkü buna hazırlanmıştım.
Bu anlattıklarımdan sonra ne düşünürsünüz bilmiyorum ama gerçekten bilmek isterim. Benim için Mass Effect’dir sizin için başka bir oyundur. Neyse, benim kurtarmam gereken bir galaksi var.
“Emin Out!”