Hepimiz oyun oynuyoruz ama kaçımız bu bilgisayar oyunlarının nereden geldiğini, başka hangi amaçlar için kullanıldığını biliyoruz? Nerede ise çok çok azımız. O zaman şöyle bir göz atmaya ne dersiniz? Hadi beni takip edin.
Başlamadan önce özellikle belirtmek istediğim bir konu var. Bilgisayar oyunlarının geçmişi herhangi bir yazılı ortamda saklanmamıştır ne yazık ki. Bu sebeple verdiğimiz bilgiler kişisel bilgiler ve çeşitli makalelerden derlenerek hazırlanmıştır. Başka kaynaklar ile burada okuyacağınız bilgiler arasında çakışmalar olabilir.
Böyle bir yazıya ne gerek var?
Yukarıdaki sorunun yanıtı ortada: Gerekli. “Neden?” derseniz, bunu sadece oyun sektörü olarak algılamak yanlış olur, cevabını vereceğim. Oyunlar, nugün sinemadan, askeri eğitimlere varıncaya kadar pekçok alanda etkileşim içinde bulunuyor. Bunun en güzel örneklerinden biri olan Silahlı Kuvvetler’imizin kullandığı uçuş simülasyon aletleri geliyor. Ayrıca geçtiğimiz yıl izlediğimiz Tomb Raider ve Resident Evil filmlerinin konu ve kahramanlarının önce bilgisayar oyunları için üretildiğini düşünürsek, bunun sadece bilgisayar oyunundan ibaret olmadığını görebiliriz.
Evlere GireMEyen İlk Oyun
1962 yılında genç bir bilgisayar programcısı olan Steve Russell 200 iş saatinde arkadaşları ile birlikte Spacewar’un ilk versiyonunu programladı. Oyunda amaç iki uzay gemisini birbiri ile savaştırmak idi. M.I.T labaratuvarlarında PDP-1 isimli sistem için geliştirlen oyun, iki boyutlu grafikleri ve tek ateş sesi olarak klavyenin tuşlarından çıkan tıkırtıları gözönüne alırsak, o gün için büyük bir girişim idi. Bu oyun bilgisayarların o gün için yaygın olmaması ve çok yüksek maliyetli olması sebebi ile ne yazık ki uzunca bir süre evlere giremedi.
1970’lerin başına geldiğimizde text-adventure kavramı ile yeni oyunlar çıkmaya başladı. Bu oyunlar “Interactive Fiction” teriminin baş harflerinden oluşan IF ile adlandırıldılar. IF oyunları standart bir senaryo ile ilerleyen görselliği bulunmayan oyunlar idi. Odaya girersiniz, incelediğinizde çeşitli objeleri bulur ve kullanmak üzere taşırsınız. Bu oyunun bir örneğide “Keloğlan” adı ile 80’lerde ülkemizde hazırlanmıştı. Text-Adventure oyunlar 90’ların başına kadar popülaritesini korudu. 90’larda Lucas Arts’ın eşsiz adventure oyunları arkası arkasına gelmeye başladı.
70’lerin ortalarına doğru çıkan arcade makinaları ise bilgisayar oyunlarının yaygınlaşması için en önemli adımlardan biri oldu. Genel olarak sadece SpaceWar oynatabilen bu aletler jetonlar ile çalışıyorlardı. Bizim gibi oyun delileri ise jeton deliğine üfleyerek, içindeki ince teli diğer tarafa değdirip bedavadan oynayabiliyorlardı.
Arcade makinaları aileleri bunaltmış olsa gerek ki 70’lerin sonlarına doğru çıkan Atari 2600 o dönem büyük çapta rağbet görmüştü. Bunu evlere giren en popüler alet olarak tanımlarsak doğru olur. Ülkemizde de bu alet çok tutuldu. Satıldı, kiralandı. Tam hatırlayamıyorum. Atari 2600 ile tanıştığımda 5 yaşında idim. Ama o gün için bile oldukça yüksek paralara kiraladığımızı biliyorum. Kısacası kirası bile karaborsaya düşmüştü.
O günlerde oyun üretimi çok fazla değildi. Belki 10’u bile bulmayacak rakamlar ile ifade ediliyordu. Pac-Man’in ilk olarak o makinalar için üretildiğini söylersem neden bu makinaların tutulduğu konusuna bir çivi daha çakmış olabilirim.
80’li yıllara geldiğimizde firmalar yavaş yavaş bu sektörün ne denli büyük olabileceğini fark ettiler. Sierra, Lucas Arts, Access Software gibi birçok oyun üreticisi ortaya çıktı. Çeşitli platformlar için birçok oyun üretilmeye başlandı. Ama kendilerini bekleyen büyük sorundan haberdar değillerdi. Piyasaya yavaş yavaş makina üreten firmalarda girmeye başlamıştı. Hepsi kendi sistemini sattırabilmek için yazılım üreten firmalar ile anlaşmalar yapıyorlardı. Bu, her platform için daha az sayıda oyun çıkması anlamına geliyordu. Gerçi 1983 yılında Commodore 64’ün çıkması ile biraz rahatlamış göründü. Artık yılda çıkan oyun sayısı 100’leri bulmuştu. Ama bu rahatlama 1985’e kadar sürdü.
Amiga ve PC tabanlı IBM’lerin çıkması teknolojik gelişmeleri de beraberinde getirdi. Sonuç olarak platform sayısı artmıştı. Üreticilierin de satış miktarları düşmüştü. Oyuncular istedikleri her oyunu kendi bilgisayarları için bulamıyorlardı. Bu noktada çözüm yine oyun üreticilerinden geldi. Oyunları birçok platform için üretmeye başlayacaklardı. Bu daha çok maliyet ve zaman gibi gözükse de oyun üreticilerin kazancını arttıracağına kesin gözüyle bakılıyordu.
80’lerin sonuna doğru yavaş yavaş Commodore’un etkinliği azalmıştı. Ama bıraktığı büyük bir miras vardı. Bu mirasın adı Disket teknolojisi idi. Bu sayede hem daha hızlı veri okuyup saklayabiliyordunuz hem de daha güvenli. Bir başka deyişle Kaset ve kartuşların ömrü dolmuştu.
Disketlere geçtikten sonra oyunların akışı da değişmişti. Ara yüklemeli oyunlara ağırlık verilmişti. Bu oyunun senaryosunu, grafiklerini ve seslerini oldukça olumlu etkilemişti. 64k ile sınırlı olan sistemlerin gücünü arttırmıştı. Bu sayede C-64 bir süre daha direndi. Ama 512 kb ve 1 mb’lik Amiga’lara çok fazla dayanamadı.
Amigalar ortaya çıktıklarında ses ve grafik özellikleri ile adeta devrim yaratmışlardı. Ama başlarda bu bilgisayar için üretilen oyunların azlığı bu bilgisayarı ilk yıllarında çok fazla vurdu. Hatta defalarca “Amiga kapanıyor” söylentileri ile darbeler yedi. Ama zaman Amiga’yı haklı çıkarmıştı. Çıkan oyunlar ve 3.5’luk disket teknolojisi ile kullanıcıları etkilemeye başladı. Ayrıca CD32 adı verilen bir cihaz oyun için ilk cd ortamını Amiga bilgisayarının kullanmasına imkan verirken Commodore firmasının hatalı Pazar stratejileri bu teknolojinin çok sonraları PC platformu tarafından ilerletilmesine tanık oldu. Hemen kişisel bir bilgi veriyorum. Amiga’ya asla geçmedim. Babamın okul hediyesi olarak verdiği Amiga’yı satıp C-64 için monitör, Multi Ice 3, Digitizer gibi ek ürünler almıştım.
80’lerin sonunda Amiga çok güçlenmişti. Ama alttan sessiz sedasız olarak gelen PC’ler güçlü senaryoları olan oyunlar ile gündeme yerleşmeye başlamışlardı. Özellikle CGA grafiklerin 16 renkli EGA grafiklere terfi etmesi büyük devrim oldu. PC’lerde yavaş yavaş evlere girmeye başlamıştı. Grafiklerdeki bu büyük gelişme sayesinde oyunların şekli de değişmeye başladı. Text bazlı oyunlar yerine grafik bazlı icon adventure ve simülasyon tarzında oyunlar üretilmeye başladı.
Kısa süre içinde 256 renkli VGA grafiklere terfi eden PC’ler Amiga’ya yaklaşmışlardı. Ama hala bir eksiklikleri vardı. Ses konusunda hiçbir gelişme yok idi. Ama bu da çok uzun sürmedi. Önce Adlib, ardından SoundBlaster ses kartları ile PC’ler hakimiyeti yavaş yavaş ele geçirdi. C-64 ve konsol kullanıcılarının aklını kurcalayan en büyük soru ise “daha çok iş için kullanılan bu aletlerin evdeki ihtiyacı karşılayıp karşılayamayacağı” idi. Bu soru firmalarında aklını kurcalıyordu. PC için oyun üretmek konusunda tereddütte idiler. Ama 90’lı yılların başındaki devrim niteliği taşıyan bir icat akıldaki soruları kısa sürede giderdi. CD-Rom’ların piyasaya çıkışı birçok konuda avantaj sağlamıştı. Hız, kapasite fazlalığı ve diskete oranla daha dayanıklı olması tercih sebebi idi.
90’ların ortalarına doğru PC’ler evlere girmişti bile. Maliyetleri daha yüksek olmasına rağmen artan oyun sayısı ve oyun firmalarının birer birer diğer bilgisayarlar için oyun çıkarmayacağını açıklamaları oyunseverleri ister istemez PC’ye kaydırdı. 95 yılında ise bu yüksek maliyetli bilgisayarlara alternatif Sony’den geldi. PC’ye oranla ucuz olan konsol bir anda tüm dünyayı sardı. Ardı ardına çıkan hit oyunları ile konsol piyasasında hak ettiği zirveye oturdu. PC’de parça olarak yenilenebilmesinin avantajını çok iyi kullandı. Hız kazanan teknoloji üretimi ile konsolun gerisinde kalmadı.
90’ların ortasından sonra PC için büyük fark doğuracak gelişmeler oldu. Bunların en başında ise Internet vardı. Oyunseverler birbirleri ile karşılıklı oyunu sadece Lan ortamında oynamaktan kurtuluyorlardı. Aslında multiplayer kavramı baştan yazılmıştı. Birbirini tanımayan oyunseverler, online oyunları tercih etmeye başlamışlardı. Bunun en büyük sebeplerinden biri ise yapay zekanın istenilen düzeye ulaşamamış olması idi. Bilgisayar kandırılabiliyordu. Online oyunlarda ise rakipleriniz sizin gibi düşünebilen insanlardı. Bu hem internetin yaygınlaşmasında hem de PC oyunlarının tercih edilmesinde etkin rol oynadı.
Konsol piyasasıda boş durmuyordu tabii ki. Yazılım devi Microsoft’da konsol piyasasına X-Box ile giriş yapacağını duyurmuştu. Sony ise Playstation 2 için son aşamaya geldiği haberini vermişti. Konsol devlerinden biri olan Nintendo ise GameCube için büyük yatırımları yapıyor, bu piyasada var olabilmek için projeler üretiyordu. 2000’in başında Sony’den beklenen konsol geldi. Satışları 2 gün gibi kısa süre içinde 1 milyonu geçmişti. Bu, kullanıcılar tarafından konsola verilen önemin en büyük kanıtı idi. 2001 yılında X-Box ve GameCube’ün çıkışı ile konsol piyasası en hareketli günleri yaşamaya başlamışlardı. Firmalar birbiri ardına açıklama yapıp konsollarının ulaştığı başarıyı kamuoyuna sunuyor, gelecek planlarını anlatıyorlardı. Ama yinede PC’nin sunabildiği internet kolaylığına ulaşamamıştı. Bu noktada ilk adım Sony’den geldi. Playstation 2 için network ve internet desteği sunabilecek parçalar üretilmeye başlandı.
Peki ya günümüz?
Oyun piyasasının günümüze ulaşana kadar hangi aşamalardan geçtiğini, derin detaylara girmeden anlattım. Günümüzdeki durumu çok belirli değil. “Neden?” derseniz konsolları güçlendirebilmek için üretici firmaların yoğun bir desteği var. Ayrıca kolay taşınabilir olması konsol için en büyük artılardan biri. Ama hala PC’nin sunduğu birçok olanağı henüz tam anlamı ile destekleyemiyor. X-Box’ın getirdiği bazı teknolojiler bu açıkları biraz kapatabilecek gibi gözükse de konsol’un kat etmesi gereken daha çok yol bulunuyor. PC’ler ise her geçen gün yan birimleri ve performans artışı sağlayan yeni kartları ile piyasanın liderliğini uzun süre elinden bırakacak gibi görünmüyor.