2003 yılında, altı senelik bir ayrılıktan sonra Sleeping Dragon ile
hayranlarını tekrar selamlayan Revolution Software’in üçlemeyi tamamlayarak
seriye şanına yaraşır bir veda ettiği düşünülmüştü. Fakat bunun böyle olmadığı
kısa bir süre sonra anlaşıldı. 2005 ortalarında, önceki aylarda sadece bir
söylentiden ibaret olan devam oyunu resmen duyuruldu ve sonraki zaman içerisinde
de ismi kesinleşerek nihayet bugüne gelindi. Beneath A Steel Sky ile birlikte
Revolution’ın gözbebeği olan Broken Sword, Angel of Death’in piyasaya çıkışıyla
serinin geleceğini bir süreliğine bile olsa muallakta bırakmıyor. Bırakmıyor,
çünkü biliniyor ki Angel of Death ile Broken Sword defteri kesinkes kapanıyor.
Tabii ki George Stobbart
Oyunumuz oldukça süratli bir biçimde start alıyor. Başlangıç videosu içerisinde
kurban edilme törenine tanıklık ediyoruz; daha sonrasındaysa zaman ilerleyerek
günümüzden üç yıl öncesine geliyor ve bir insan iskeletinin bulunduğu bir
arkeolojik kazı görüyoruz. Bu ekran da fazla uzun sürmüyor ve kısa süre sonra da
efsanevi kahramanımız George Stobbart ile karşılaşıyoruz. Yağmurlu bir New York
akşamında ofisine yetişmeye çalışıyor, yalnız biraz sonra başına geleceklerden
haberi yok. İçeride ise Anna Maria adında güzel bir sarışın, dışarıda da bu
kadının peşinde olduklarını anlayabileceğimiz iri yarı birkaç adam var. Anna
Maria bize kendinde bulunan bir el yazmasından söz ediyor ve dışarıdaki
adamların da bu kadının peşinde olmalarının asıl sebebi bu. Oyunun ilk bölümü
bulunduğumuz yerden kaçmamız üzerine kurulmuş. Sonrasında gelişen olaylar
neticesinde bu el yazmasının neleri işaret ettiğini ve altında yatan gerçekleri
gün ışığına çıkarmamız gerekiyor. Oyun boyunca ise din ve bilim arasındaki
yüzyıllardır süregelen çatışma konu alınmaya başlanıyor.
Angel of Death’in zaman dilimi bakımından serideki yeri Sleeping Dragon’dan bir
yıl sonrası. Hikaye akışı içerisinde bunu kullanan diyaloglarla zaman zaman
karşılaşıyorsunuz, ayrıca illa ki Nico ve önceki Broken Sword oyunlarından bazı
tanıdık karakterleri yine oyun içerisinde görme imkanınız var. Bilindiği gibi
Broken Sword third person point&click arabirimini kullanan bir macera oyunu;
serinin dördüncü oyununda da bu yapı tamamıyla korunuyor. Kamera açısı ise bu
defasında çok daha etkileşimli bir şekilde kullanılarak oyuna aktarılmış.
Kahramanı bulunduğu yere göre takip ediyor ve siz hareket ettiğiniz müddetçe o
da hareket ediyor. Bazı ekstrem noktalardaki ekran geçişlerini saymazsak,
yürümeye başladığınız andan itibaren tek bir parçacık halinde etrafınızda dönüp
duran, yerine göre alçalıp yükselebilen ve bazen de yakınlaşıp uzaklaşabilen bir
kameraya sahip olduğumuzdan bahsedebiliriz. Fakat bunun farklı bir şekilde böyle
gerçekleştirilmiş olması, beraberinde ufak tefek kontrol zorluklarını da
getiriyor.
Kahramanımızı fare veya klavyenin tuşlarını kullanarak iki farklı şekilde
kontrol etme şansımız var. Fareden ziyade klavye yönlendirme açısından daha
rahat, yalnız farenin yapabileceği şeyler klavyedeki kontrol olanaklarından daha
fazla. Ekran üzerinde sürekli ilerleyerek genişleyen oyun dünyası üzerinde
istediğiniz yere tıklayarak karakterinizi harekete geçirme imkanına sahipsiniz.
Cisimlerle etkileşime geçme olayı ise üzerlerine tıkladığınızda açılan bir menü
dahilinde gerçekleşiyor. Bu menü içerisindeyse konuşma, tutma ve gözden geçirme
ikonları yer alıyor.
Broken Sword’un bilindik bulmaca yapısı serinin bu son oyununda da yerini
koruyor. Buna göre sırasıyla öncelikle etraftaki insanlarla konuşarak belli bazı
bilgiler almalı, daha sonrasında etraftaki kutuları çekmeli ve bazı cisimleri
başka yerlerde kullanmalı, en sonunda da yine insanlarla konuşarak olayları
çözmeliyiz. Circle of Blood’dan bu yana çok fazla bir değişikliğe uğramadan
günümüze taşınan bu oynanış alternatifi Angel of Death’de de güzelce
kullanılmış. Ekranın üst kısmına fare işaretçisini yaklaştırdığınızda
envanteriniz görüntüleniyor ve buradaki herhangi bir cismi tutarak etraftaki
başka bir cisimle rahatlıkla kullanabiliyorsunuz. İnsanlarla etraftaki hemen hemen her şey için konuşma imkanınız var. Bunlar bazen başka bir yerdeki belli
bir bulmacayı çözmek için gerekli bilgileri elde etmek şeklinde ortaya
çıkabildiği gibi diyalog tabanlı bulmacalar olarak da karşınıza çıkabiliyor.
Fakat diyalog ağacı sorduğunuz sorulara karşılık aldığınız yanıtlara göre
farklılaşan bir yapı dahilinde gelişmiyor. Bunun negatif bir özellik olarak
ortaya çıktığı noktayı ise hikayenin detaylarını anlamanıza gerek kalmaması
şeklinde belirtmek mümkün; ne yapmanız gerektiğini biliyorsanız diyalogları
dinlemeyebiliyorsunuz bile. PDA’mız ise bize pek çok konuda yardımcı oluyor.
Telefon şeklinde de kullanılabiliyor olması, yapımcıların bunu bir bulmaca
formatına dahil etmelerine de olanak sağlamış. Çeşitli bilgisayarları
hack’leyebiliyor olması ve notlarınızı onun üzerinde saklayabiliyor olmanız
bulmaca çeşitliliğine yine katkı sağlıyor. Sleeping Dragon’dan
hatırlayabileceğimiz aksiyon gerektiren bulmacalarla ise neyse ki Angel of
Death’de karşılaşmıyoruz.
Tabii ki İstanbul
Angel of Death’in konusu, mekanlarıyla gayet güzel bir paralellik oluşturacak
şekilde ilerliyor. Oyunun ilk bölümleri bir kaçış havasında; daha sonralarda ise
İstanbul, Mısır ve Vatikan’ı da içine alan geniş bir coğrafya üzerinde ilerleyiş
gösteriyoruz. Genel konu, az önce de kısaca değindiğim gibi din ve bilim
arasındaki çatışmayı konu alacak şekilde gelişiyor; bu konuda fazla spoiler
bilgi vermekten kaçınıyorum. Hikaye genel olarak eski mısır uygarlıklarıyla
birlikte, MFKZT şeklinde Çağların İksiri olarak bilinen bir temanın etrafında
dolaşıyor. Bölümler içerisindeki ilerleyiş dahilinde bazı mekanları tekrar
tekrar ziyaret etmek durumunda kalabiliyoruz, fakat bunlar elbette ki sürekli
ülkeler arası gidiş geliş trafiği şeklinde ortaya çıkmıyor; aynı şehir
içerisindeki mekanları dolaşabiliyoruz. İstanbul’da ise Topkapı Sarayı sizleri
bekliyor.
Grafiksel açıdan Angel of Death oldukça iyi bir puana sahip, hatta zamanına göre
yapılmış en etkileyici Broken Sword oyunu olduğunu burada belirtebiliriz. Fakat
ayrıca üzerinde durulması gereken nokta, Sleeping Dragon’dan sonraki gelişimin
gerçekten de dikkat çekici olduğudur. Karakterlerin detayları ile birlikte
mimikleri ile söylemek istedikleri rahatlıkla anlaşılabiliyor. Mekanların ise
birazcık boş oldukları hissi vermeleri dışında çok iyi bir tasarıma sahip
olduklarını belirtebiliriz. Ses ve özellikle de seslendirme açısından Angel of
Death’in yine başarılı olduğundan bahsedilebilir. Eğlenceli diyaloglar ve her an
karşınıza çıkabilecek bir espri sizi en azından gülümsetmeyi başarıyor. Ortam
ambiyansı ise genel olarak çevredeki seslerle sağlanmış ve nadiren de olsa bazı
yerlerde müzik duyma imkanınız var. Ama genel olarak her ikisinin de
yetersizliğinden şikayet etmek olası.
Angel of Dearth, çok fazla bir Broken Sword hayranı olmayan bende Sleeping
Dragon’dan sonra fazlasıyla iyi bir etki yarattı diyebilirim. Broken Sword’un
bildik bulmaca çeşitliliği onu bu şekilde kabul edenler için güzel bir deneyim
olacaktır kuşkusuz. Eğlenceli yanları onu yıllar öncesinin LucasArts oyunu
yapmasa da farklı bir noktaya taşıdığı bariz. Konuşma içeren bulmacalar bu
açıdan bir artı içerse de derinlikten yoksun olduğu için fazla bir önem arz
etmeyebiliyor. Bulmacaların da Broken Sword için kutu çekmekten fazlasını
içermesi gerektiğini düşünebiliriz. Ama genel olarak grafikler ve konu akışıyla
sağlanan oyun zevki sizi bitene kadar tatmin edecektir. Eh, bir de bunu Broken
Sword serisinin bitiş oyunu olduğunu bilerek oynarsanız bu zevki daha da
artırabilirsiniz. Şimdilerde bulabileceğiniz en sağlam adventure oyunu olarak
Angel of Death’den söz edilebilir… …ve tabii ki George Stobbart’dan. 2 B ve
2 T ile.