Bazı oyunlar vardır ya hani, günümüzün yaşını başını almış oyuncuları için geçmişle eş anlamlıdır, birçoğunun gençliğini, çocukluğunu hatırlatır. İşte bu tip oyunlara verilebilecek en iyi örneklerden birisi kuşkusuz Call of Duty serisidir. Oyun dünyasına sinematik oynanışı hediye etmiş, içerisindeki dramatik sahneler ile gözlerimizden bir damla yaş akıtmış, hikayesi ve karakterleri ile ölümsüz olmuş serilerden biridir Call of Duty. İlk oyundaki Stalingrad çıkarması, ikinci oyundaki Normandiya saldırısı, Modern Warfare‘deki keskin nişancı bölümü, Modern Warfare 2‘deki hava alanı vs. vs. derken, bir oyun serisi için fazlasıyla anı barındırır COD, ancak ne yazık ki son yıllarda Call of Duty ismi anılar yerine hayal kırıklıkları ile anılmaya başlandı. Call of Duty: WWII‘de durum değişti mi? Gelin birlikte inceleyelim.
Call of Duty: WWII bizleri serinin köklerine götürüyor
Öncelikle Call of Duty serisi ile aramdaki bağı kısaca açıklamak istiyorum çünkü puana bakıp “ne!?” dememek için önce, serinin nasıl bir hayranı olduğumu anlamalısınız. Call of Duty serisini ilk oyundan son oyuna kadar hiçbir oyunu kaçırmadan oynadım. Hepsinin hikayesini bitirdim, istinasız hepsinin çoklu oyuncu kısmında en az 50 saatimi gömdüm ki buna Infinite Warfare gibi yoğun eleştiri alan bir Call of Duty de dahil. Bu yüzden oyunun incelemesini yazarken hiçbir ön yargımın olmadığından emin olun, hatta ve hatta yeni Call of Duty‘nin 2. Dünya Savaşına döneceğini öğrendiğimde, sevinçten çığlık atmıştım diyebilirim.
Öncelikle oyunun duyurusunda en çok vurgu yapılan durumun, Call of Duty‘nin özüne döneceği olduğunu hatırlayalım. Buradaki öze dönüş aslında oyunun genel temasının özüne dönmesi değil, sadece futuristik Call of Duty’lerin seriye kattığı jetpack’li uçmalı, uçarken 360 derece dönüp, keskin nişancı silahı ile birini kafadan indirip yere düşmeden önce 3 kişiye de tekme attığınız durumların meydana gelmeyecek olmasıydı. Peki bu iddia gerçeğe dönüştü mü? Call of Duty, WWII ile birlikte özüne döndü mü, oynanış bakımından kısmen evet, oyun ruhu bakımından ise koca bir hayır. Call of Duty ne verdiği his ile, ne hikayesi ile, ne de çoklu oyuncu kısmı ile önceki tadın zerresini bile veremiyor. Gelin önce hikayeden başlayarak neden bu ruhu veremediğinin detaylarına giriş yapalım.
Öncelikle hikayeden başlamak gerekiyor. İkinci dünya savaşına karşı çok yoğun bir ilgim var, kişisel olarak neredeyse 2. Dünya Savaşı ile ilgili izlemediğim belgesel, film, oynamadığım oyun kalmamıştır. O dönemin ruhunu az çok bilen biri olarak Call of Duty: WWII beni ciddi anlamda heyecanlandırmayı başarmıştı. Hem HBO‘nun unutulmaz mini dizisi Band of Brothers (Kardeşler Takımı) benzeri hikayesi, hem de yeni teknolojiler ile bir 2. Dünya Savaşı oyunun nasıl görüneceğini ciddi derecede merak etmiştim. Fragmanda gösterilen Normandiya çıkarması ise ayrı bir merak konusuydu. Oyun tam olarak da beklediğim şekilde Normandiya çıkarması ile başladı. Ancak oyuna geçmeden önce oyunda sürekli olarak yanımızda bulunacak olan “kardeşlerimiz” kısa bir sahne ile bize tanıtılmıştı. Burada oyundaki dostlarımızın ne tür kişiliklere sahip olduğu kısaca bizlere gösteriliyor. Ancak arka planda bu tanıtımın desteklenmemesi, dostlarımızın sadece anlık kişilikleri ile tanışmamıza izin veriyor, arka planları ile ilgili çok fazla bilgi gösterilmemesi karakterlere ısınmamıza engel oluyor.
Spoiler verip eğlencenizi azaltmak istemediğim için karakterlerin detaylı tanıtımına girmeyeceğim. Ancak diğer dizi, film ve oyunlardaki gibi çılgın olan, sinirli olan, saf olan gibi farklı karakterde dostlarımız oyun boyunca bizlere eşlik edecek. Karakterlerin arasındaki dostluk ve kardeşlik hissiyatı her ne kadar oyun boyunca sizlere yedirilmeye çalışılmış olsa da, asla tam olarak beklentileri karşılamayı başaramıyor. Hikaye boyunca oyundaki karakterleri detaylıca inceledim, bazı tavır ve konuşmalar gerçekten de sizlere etkileyici ve gerçekçi gelebiliyor, ancak yine de arka plan eksikliği dolayısı ile yabancılaşıyorsunuz. Oyunun da kısa olması, “hah tam olacak” derken oyunun bitmesi ile sonuçlanıyor.
Hikayenin işleyişi önceki Call of Duty oyunları gibi, sürekli olarak ikinci dünya savaşının kuzey cephelerinde ilerliyorsunuz. İlk Call of Duty ve Call of Duty 2‘deki farklı cephelere ne yazık ki tanık olmuyoruz. Gönül isterdi ki bir Afrika cephesini görelim, yada savaşı Rus tarafından da yaşayalım, hatta Alman tarafını bile oynama şansına erişelim. Ancak ne yazık ki bu hayallerimiz gerçeğe dönüşmedi. Oyun boyunca genellikle ana karakterimiz ile oynuyoruz. Ara sıra destek gereken zamanlarda farklı kişileri de kontrol altına alıyor olsak da bu durumlar çok kısa sürüyor. Ancak yine de hakkını yememek gerek, oyun içerisinde tank kullandığımız bölüm gayet keyifli ve gerilimliydi.
Call of Duty: WWII hikaye boyunca gerçekçi konuşmalar ile sizleri içine çekmeye çalışıyor. Ortamında uygun olması ile birlikte kardeşlik hissine kimi zaman girebiliyorsunuz. Zaten Call of Duty: WWII‘nin hikaye mod’unda bulunan yeni bir özellik de dostlarımızın sadece görüntüden ibaret olmasını engellemek için geliştirilmiş. Bu yeni özellik, savaş esnasında dostlarımızın bize destek olabilmesi, bu destekler can doldurmak için gerekli ilk yardım paketleri, mermiler, el bombaları ve bombardıman desteği, düşman konumlarını gösterme şeklinde olabiliyor. Her dostumuzun farklı bir yeteneği mevcut ve bunları çatışma esnasında kullanabiliyoruz. Bu arada ilk yardım çantalarından bahsetmişken hikaye içerisinde eski oyunlar gibi can barımız olduğunun altını çizelim. Canımız azaldıktan sonra ilk yardım çantaları ile doldurmak zorundayız. Öyle kenara oturup canımızın dolmasını beklemek yok.
Hikaye işlenişi ise başarılı diyebilirim. Bazen hikayede boşluklar ve soru işaretleri kalmış olsa da, genel olarak tok bir his sunuyor. Şurası şöyle olsa dediğim yerlerin sayısı hayli az olmuş. Bazı bölümlerde gizlilik öğeleri kullanılmaya çalışılmış ancak pek başarılı olamamış. Zaten bir FPS oyununda gizlilik öğeleri yedirilmesi hayli zor bir durum. Ancak farklılık oluşturması bakımından olumlu bakıyorum.
Oyundaki silahların tasarımı ise hayli başarılı. Dönemin silahları gerçekçi bir şekilde oyuna yedirilmiş. Tasarım ve animasyonlarda sorun olmasa da, sesler konusunda aynı şeyleri ne yazık ki söyleyemeyeceğim. Hatta sesler konusunda ciddi bir parantez açmak gerekiyor. Oyunun sesleri kötü. Silah sesleri çok kötü. Müzikler çok yetersiz. Ateş ederken sanki sürekli aynı silahla ateş ediyormuşsunuz gibi bir his oluşuyor. Müziklerin sayısının da az olması, Call of Duty gibi, hele ki kardeşliğin ön planda olduğu duygusal bir oyun için çok önemli bir durumdu. Bu konuda da Sledgehammer Games sınıfta kaldı. Oyun boyunca hafızamda kalan tek bir müzik bile yok. Bu konuda Activision ve stüdyolarının DICE’tan öğrenmesi gereken çok şey var diyebiliriz. Grafiklerde ise yine harikalar beklememek gerekiyor. Oyunun tanıtım fragmanında gösterilen grafikler ise oyunda ciddi şekilde downgrade yemiş. Fragmanda gösterilen görseller ile alakası bile yok oyunun. Işıklandırmalar ve kaplamalar başarılı olsa da oyunun motorunun yaşı kendini gösteriyor. Grafik ve müzikten de bahsettikten sonra Call of Duty: WWII‘nin hikaye, yani tek kişilik mod’u ile ilgili son sözlere gelmek istiyorum. WWII, hikayesi ile önceki son üç Call of Duty’ye göre başarılı olmuş. Ancak bu oyunu kurtarmaya yetmemiş. Çünkü oyunu satın alan oyuncuların %90’ı, hikaye değil, çoklu oyuncu tarafı için satın alıyor ki gelin şimdi çoklu oyuncu tarafına giriş yapalım.