“Kimim ben? Neredeyim?”
Soğuk ve nemli zindanda uyandığımda aklımda sadece bu sorular vardı. Etraf leş gibi kokuyor, gözlerim bir ışık huzmesini arayıp duruyordu. “Kalk!” dedim kendi kendime. Kalkamadım. Olduğum yerde yığılmış duruyordum. Karanlıktan korkmam ama bu zindanın içerisindeki hava kanımı donduruyordu. Neyse ki kılıcımın elimde olduğunu hissedebildim. Güven duygusuyla dolmuştum. Ta ki kılıcımın kırılmış olduğunu görene dek. Kalkacak kadar güvene sahiptim artık. Ayağa kalktım ve bu ilginç ve karanlık maceraya atıldım.
Bu nasıl RPG?
Pek çok RPG konusuyla ve hikaye anlatımıyla ön plana çıkıyor. Fallout olsun, Skyrim olsun konu ve konu anlatımıyla hayranlar kazanıyor ve devam hikayelerini destekleyebiliyor. Ancak Dark Souls’la ilgili aynı şeyi söylemek, bu oyuna bir hakaret niteliğinde. Diskimizi konsola yerleştirdiğimiz gibi karşımıza kısaca hikayeyi anlatan bir demo giriyor. Oyundaki ara videolar muhteşem. Demodan sonra karşımıza tipik bir RPG karakter yaratma ekranından sonra bir zindanda uyanıyoruz ve oyunumuz herhangi bir giriş videosu olmadan başlıyor. Karanlık bir atmosferde geçen bir maceraya adımımızı atıyoruz. Dediğim gibi hikaye Dark Souls’da oyuncunun hayal gücüne bırakılmış. Küçük detaylarla da sizi desteklemeyi ihmal etmiyor.
Daha önce Demon’s Souls’u oynayanlar, oyunun belli bir noktada birleşen dev bölümlerden oluştuğunu hatırlayacaklardır. Ancak Dark Souls’da ayrık bölgeler bulunuyor. Bölgeleri açmak ise basitçe o kısma gidip keşfetmekle yapılmıyor. Dediğimiz gibi oyun zor ve yaptığınız her şey cezasız kalmıyor. Gitmediğiniz bir yere gitmek için ya oradaki boss’u öldürmeniz ya da defalarca ölerek level’ınızı yükseltmeniz ve ancak bundan sonra orayı keşfetmeniz lazım. Zaten Dark Souls’un genelinde “ölmek” oyunun bir parçası. Belli başlı noktalarda bulunan Bonfire’ları bir nevi checkpoint olarak kullanabiliyorsunuz. Ancak buralarda dinlendiğinizde boss’lar ve özel düşmanlar dışındaki bütün yaratıklar tekrardan oluşuyor. Hal böyle olunca ölüp-dirilerek tekrar tekrar yaratıkları öldürüyor ve oyunu kavrayarak daha kolay bir şekilde ilerleyebiliyorsunuz.
Boss’lardan bahsetmeyi de unutmayalım. Oyunda karşımıza devasa bir fire demon, ağzında kılıç bulunan dev bir kurt, güzel ama tehlikeli bir kelebek gibi birçok boss çıkabiliyor. Bu boss’ların yanında miniboss’lar da mevcut. Her boss’un tasarımı oldukça farklı ve bir o kadar da korkutucu. Tüm düşmanlarınızın saldırı yöntemleri de birbirinden değişik. Bu yüzden her düşmana karşı farklı bir taktik geliştirmelisiniz. Tabi taktikler her zaman işe yarayacak diye bir durum da yok. Dark Souls’un bugüne kadar incelediğim en zor oyunlardan biri olduğunu itiraf etmeliyim. Aşırı detaylı dövüşleriyle birlikte o kadar gerçekçi bir hale geliyor ki, kendinizi gerçekten zindanda kaybolmuş yorgun bir savaşçı olarak görmeye başlıyorsunuz. Bu da Dark Souls’u diğer RPG’lerden ayıran kısım. Zindanda kaybolan yorgun bir savaşçı ne kadar çaresiz ve ölüme yakınsa, Dark Souls’da da öylesiniz. Tahammülü olmayan oyuncuların Dark Souls’u sevmeyeceğini belirtmeliyiz.
Ölüm demişken, oyunda öldüğünüzde Dark Souls’un bir nevi para birimi olan ruhları (Souls) da yitirmiş oluıyorsunuz. Bu birimle seviyenizi yükseltebiliyor, ekipman satın alabiliyor, silah ve zırhlarınızı geliştirebiliyor, yeni büyüler öğrenebiliyorsunuz. Eğer öldüğünüzde kaybettiğiniz ruhları geri almak istiyorsanız, öldüğünüz yere geri dönüp kan izinizi bulmanız gerekiyor. Hal böyle olunca da geri dönüp o ruhları almak ya da bir an önce harcamak mı daha mantıklı ikileminde kalıyorsunuz.
Bıkmadan devam et bu karanlıklarda
Dark Souls’un en ilginç yanlarından biri ise çevrimiçi özellikleri. Sizi bu karanlık ortaçağ atmosferinde yalnız hissettirmek için elinden geleni yapan bir oyunda çevrimiçi özellik dediğimizde biraz garipseyebilirsiniz. Ancak öyle bir online özellik yerleştirilmiş ki hikayenizde yalnızlığınızı sürdürmeyi ihmal etmiyor. Bazen yolda göreceğiniz bir kan izine tıkladığınızda hayalet benzeri bir figürün son savaşını göreceksiniz. Bu figür aslında bir başka oyuncunun o kısımda nasıl dövüştüğünü ve nasıl öldüğünü gösteriyor. Bu figürleri Bonfire’ların yakınlarında da görebilirsiniz. Bunun dışında boss dövüşlerinde diğer oyuncuları “summon” ederek yardım da alabiliyorsunuz. Böylelikle de bir co-op oynanış yanı da ortaya çıkmış oluyor. Diğer oyuncularla iletişime geçebilmenin bir yolu da elinizdeki bir eşyayı yere bırakmak. Uzun süre aynı yerde kalırsa bu eşya da hayalet haline dönüşüp başka birinin oyununda yer almaya başlıyor. Bu yüzden başkalarının oyununuza ilginç eşyalar bırakabilme ihtimalini unutmayın derim.
İşin farklı bir boyutu ise başkalarının oyunlarına siyah bir hayalet olarak dalıp onların tekerine çomak sokmak. Hal böyle olunca, sadece bilgisayar kontrollü düşmanlara değil, oyununuzda bir anda belirebilecek diğer oyunculara karşı da dikkatli olmanız gerekiyor. Bu da stres seviyenizi daha da yukarı çekiyor. Dediğim gibi, Dark Souls daha önce karşılaştığınız oyunlara benzemiyor. Sizi zorlamak için elinden geleni ardına koymuyor.
Undead bir karakteri canlandırdığımızı söylemiştim. Ruhlar (Souls) dışında bir başka birim olarak Humanity de devrede. Başkalarının oyunlarına girmek için ya da başkalarının oyununuza girmesi için Humanity’nizin olması gerekiyor. Humanity’yi bonfire’larda elinizdeki sağlık iksirlerinin sayısını arttırmak için de kullanabiliyorsunuz. Ancak Humanity’yi kullanarak geçtiğiniz insan formu sizi kırılgan hale sokuyor. Oyununuza girecek diğer rakip oyuncuların da istediği şey Humanity. Tabi oyununuzu işgal eden yabancıyı öldürürseniz onun Humanity’sine de sahip oluyorsunuz.
Dark Souls’da yer alan özelliklerden biri de “kardeşlik” diyebileceğimiz Covenant’lar. Bu “kardeşlik”ler bir nevi gruplar ve bunlara katılmanız hem sizin hem de diğer üyeler için yararlı olabiliyor. Bu kardeşliklerin liderlerini bulmak ise pek kolay değil. Bu yüzden biraz dikkatli olmanız gerekecek. Bir kardeşlik size kurtların ve ormanın hayalet figürleri arasında rahatça dolaşmanızı sağlarken, öbürü ise daha kuvvetli ateş büyüleri sağlayabiliyor. Ancak oyun size bunu kardeşliğe katılmadan önce belirtmiyor. Bu da gizem ve zorluk seviyesini bir kat daha arttırıyor. Bir kardeşliğe katılmadan o kardeşliğin ne işe yaradığını bilemiyorsunuz. Tabi bu tür gizemler dışında oyunun kendi içerisinde de gizemleri yer alıyor. Bazen daha önce hiç görmediğiniz bir yaratık peydahlanabiliyor. Hücrelere kilitlenmiş karakterlerle karşı karşıya gelebiliyorsunuz. Tabi onlara yardım edip etmemek size kalmış. Bazen bu yardımlar size ödül olarak dönerken, bazen de bu karakterler sizi öldürmeye çalışabiliyor.
Kılıcını sallarken senden öncekileri düşün
Teknik açıdan Dark Souls isteneni tam olarak veriyor. Karanlık, ürkütücü ve yalnızlık hissinin tavan yaptığı ortamları en iyi şekilde bize sunmayı becermiş. Bunu grafiksel olarak başarması bir kenara, sesler ve müziklerle de halletmiş görünüyor. Bazı yerlerde küçük yavaşlamalara denk gelseniz de bu oyunun oynanışını pek etkilemiyor.
Çoğu oyuncu Dark Souls’u sevmeyecektir. Çünkü herkes bu kadar ağır bir RPG’yi ve oynanışı kaldıramayabilir. Dark Souls odaklanma gerektiren bir oyun. Tahammül gerektiren bir oyun. Kendinizi kaptırmanız gereken bir oyun. Başka türlü de oynanmıyor. Sizi yoracak, zorlayacak hatta uykusuz bırakacak. Bazılarınız “oyunlar eğlenmek içindir” dese de bu oyun emin olun sizi eğlendirmek için gelmiyor. Eğer test edilmeyi, zorlu engellerden sonra başarının ağzınızda bıraktığı o muhteşem tadı tatmayı, basitçe anlık korkulardan daha uzun süreli ve içinize işleyen bir korku hissetmeyi seviyorsanız, Dark Souls tam size göre.