Dear Esther
Yine bir ada hikayesi… Hani klişe bir soru vardır ya ” Adaya düşersen yanına alacağın ilk üç şey? ” sorusu… Bu oyunda kendinize bunu sorabilirsiniz. Ada hikayesini ele alan Dear Esther, macera severler için birebir. Daha önce Half Life 2’ye mod olarak getirilen Dear Esther, şimdi tek başına bir oyun! İsterseniz şimdi gelin, beraber bir ada turuna çıkalım, oyunu inceleyelim.
Neresi burası?
Oyuna giriş yaptığımızda oldukça sade ve güzel bir menü ile karşılaşıyoruz. Arka planda güzel bir manzara ile karşılanmamız ise, ayrı bir hava katmış. Bu güzel karşılanmadan sonra oyuna başlamamak için bir neden yok. “Start” yazısına tıkladığımızda okunan metin ile başlıyor her şey. Bitmesine az süre kala ekran bir anda çeviriliyor ve karşımıza bir baraka çıkıyor. Artık hareket vakti. Oyununda amacı bu zaten, size önce çevreyi tanıtmak, sonra da hikayeyi size oynattırmak, anlatmak. Fazla detay vermeyelim. Şunu belirtelim ki kapalı bir oyun değil, hem dışarıyı görüyoruz, hem de kapalı alanlara giriyoruz. İlerlediğimiz vakit, bize çeşitli metinler okunuyor. Bu sayede geldiğimiz yerin önemini ve gerekliliğini anlıyoruz. İlk başlarda ” Neresi burası? ” sorusunu sorabilirsiniz kendinize. Böyle bir hava katılmak istenmiş. Son zamanların en çok kullanılan psikolojik yöntemi olan “Merak” duygusunu arttırmaya çalışmışlar. Bu da oyunun sürükleyici olduğunun bir kanıtı.
Etrafınızdaki taşlar, otlar bir süre sonra sizi sıkabilir. Sonuçta burası bir ada, ama bu sizi hemen yanıltmasın. İlerleyen zamanlarda başkalaşan oyun, kendini tekrar etmiyor çünkü. Bu konuyu biraz açalım. Oyun aslında kendini hiçbir zaman tekrar etmiyor. Çünkü kendine devamlı yenilikler katıyor. Hava olayları değişebiliyor, arka plan müzikleri gerilimi arttırabiliyor ve adrenalin duygusunu hissettirebiliyor.
Adadayız ve yanımızda olacak ilk üç şey neler?
Bu soru, Dear Esther’de ne yazık ki cevabını bulamıyor. Çünkü elimizde hiçbir şey yok ve karakterimizi asla göremiyoruz. Bu ne demek? Oyun bir FPS oyunu ve biz oyuncuların alışık olduğu şeyler yok. Ne bir silah, ne bir bomba ya da bizi koruyacak bir şey… Önümüze bir saldırgan hayvan çıksa dahi korumasız kalacak şekildeyiz. Belki de karakterimiz çıplaktır(!)… Karakterimiz ile ilgili hiçbir şeyi bilmiyoruz. Adını, yaşını, tipini, fiziksel görünümü… Tek şey biliyoruz, o da birileri tarafından buraya getirildiğimiz. Oyunda hiçbir düşman yok, tek başınayız. Issız bir ada burası. Ne eğilmek var, ne koşmak var, sadece yürüyoruz… Survivor yarışmaları gibi, tek farkı, yalnızsınız. Karakterimiz ne acıkıyor, ne susuyor… Sadece keşfetmek var Dear Esther’de.
Dear Esther gerçekten çok farklı
Böyle düşünmemin sebebi, beni sanki bir adada hissettiriyor olması. Bütün şartlar ayarlanmış. Arka plan müziği, oyuncuyu yeterince havaya sokma potansiyeline sahip. Gerekli yerde gerekli efektler, müzikler oldukça iyi geliyor. Nigel Carrington tarafından yapılan seslendirmeler oldukça etkileyici. Anlatıcının bizlere verdiği bilgiler ile hikayeyi anlıyoruz zaten. Source motoru ile geliştirilen yapıma bir de tekniksel açıdan bakalım.
Grafikler, sesler, atmosfer ve son söz
Valve’ın Source grafik motoru ile geliştirilen Dear Esther, her ne kadar makyajlanmış grafikler kullansa da, yine de beklentinin az da olsa altında kalmış. Efektler oldukça iyi kullanılmış, müzikler ise oldukça iyi. Kullanıcıya rahatlık veren Dear Esther, yalnızlığı ve macerayı seven oyuncular için birebir durumda. Son zamanlarda kan, vahşet, parçalama gibi unsurlardan sıkıldıysanız ve rahatlamak istiyorsanız denemenizde fayda var. Film kıvamındaki bu oyunu sakın kaçırmayın ve oynayın.