Eskiden RPG denildiği zaman aklımıza bol diyaloglu, büyülü eşyalı, sürekli görev peşinde koştuğumuz oyunlar gelirdi. RPG oyununun kendi içindeki mekaniği sayesinde oyun yapımcıları bu türe yeni örnekler sunarken fazla uğraşmazlar sadece mevcut iskelete kendi özgün ilintilerini yerleştirirlerdi ve bu şekilde piyasada çeşit zenginliği oluşurdu. Might and Magic, Eye of the Beholder, Pool of Raidence, Daggerfall gibi oyunlar temelinde hep aynı benzerliği taşıyıp detaylarda kendi özelliklerini hissettirirlerdi bizlere.
1990’lara geldiğimizde ise bu dünya tıpkı bizim dünyamız gibi bir anda değişime uğradı. İzometrik bakış açısı diye bir şey ortaya çıktı. Interplay (Black Isle) ve Blizzard adlı iki şirket bir anda doğaya hükmeden oyunlar üretmeye başladılar.
Ve işte dünya şeytan ile ilk o zaman karşılaştı.
Bu sefer nasıl bir bela açacaksın yaratık?
Biliyorum betanın üzerinden bir hayli zaman geçti ve belki çoğunuz oyunda olan biteni çoktan öğrendiniz. Üçüncü oyundaki yenilikleri, değişiklikleri, özelliklerini, artılarını ve eksilerini artık ezbere biliyorsunuz. Burada benim sizlere anlatmak isteyeceğim şey ise daha çok geçmişten bugüne gelirken Diablo’daki değişimler ve bunların oyunun gerek mekaniğini gerek mantalitesini nasıl değiştirdiği. Blizzard 1990’da neredeydi şimdi nerede? Diablo ilk zamanlarda neler yapıyordu şimdi nasıl bir kudrete sahip? Atmosfer, tema, sesler, müzikler… 90’lı yılların ortasına ve sonuna damga vuran bu oyunun uzunca bir aradan sonra geliyor olması her hayranı gibi beni de heyecanlandırıyor, ama şu gerçek de var ki bıraktığın sevgiliyi döndüğünde aynı bulabilir misin?
Bu yazıyı bir beta incelemesi olarak düşünmeyin. Bu yazı Diablo ile ilk defa tanıştığım 13 yaşımdaki halimle yeni girdiğim 29 yaşındaki halimin kendi arasında yaptığı tartışmadan ibaret. Benimle birlikte büyüyüp gelişen Diablo serisi acaba ne kadar yol kat etti diye düşünerek yeni oyuna baktığımda neredeyse dünyayı bir kere turlamış olduğunu gördüm. Peki buna değdi mi? İşte orası biraz karışık.
Geçmiş ve gelecek çatışması
On ay önce sizlere on sayfalık bir Diablo 3 ön incelemesi yazdığımda oyunu henüz denemiş ve sadece çıkan bilgiler, dedikodular ve öngörülerden esinlenerek neyle karşılaşacağımızı anlatmaya çalışmıştım. Şimdi ise oyunu saatlerce oynadım, farklı karakterlerle bitirdim ve artık yeni Diablo’nun ne olduğunu az çok biliyorum.
Baş yapımcı Jay Wilson, WoW’un Diablo 3’e olan etkisi konusunda üç sene önce şöyle demişti; “WoW’un Diablo 3’e etkisi çok büyük oldu. Yaratık tasarımları, karakter yaratışları, takım oyunu, çevirim içi güvenlik, vs. Elbette biliyoruz ki Diablo fanları yeni oyunu WoW’un kopyasıymış gibi görmeyi istemeyeceklerdir ancak şu da bir gerçek ki WoW’da da Diablo 2’den birçok şey görebilirsiniz.”
İlk yazımda da kullandığım bu alıntı şimdi bana daha anlamlı geliyor. Evet, oyunu ilk açtığınız andan itibaren bir anda kendinizi WoW’un içinde hissediyorsunuz. Karakter animasyonları, çizimleri, modellemeleri ile yeni Diablo 3, WoW’dan oldukça etkilenmiş. Şimdi geçmişi düşünüyorum da tahminlerimizin bazıları tutarken bazıları gerçeğin yanından bile geçmemiş. Nitekim ilk yazıda şöyle bir cümle kullanmışım:
“Fakat bu kadar yaygaraya rağmen bize göre her ne kadar karakter animasyonları sinematiklerde hareketlerini geniş hamlelerle yapsalar da Diablo 3, WoW’dan çok ilk Diablo oyununa benziyor.”
Hayır! Diablo 3 günümüz hali ile pek çok oyuna benzeyebilir ancak maalesef ilk Diablo oyununa benzemiyor. İnsan algısının getirdiği kısıtlamalar (görsellerdeki değişlik yüzünden yeni oyunu eski ile bağdaştıramama sorunu) bir yana Diablo 3’te ilk Diablo oyunundan miras kalmasını umduğumuz şeyler mevcut değil. Tıpkı on ay önce dediğim gibi yeni oyunun yeni bir grafik motoru ile gelmesi oldukça mantıklı ve doğru bir olay, çünkü oyunlar zamanının teknolojisini yansıtmalıdır. Fakat burada bahsettiğimiz oyun bir Call of Duty, Battlefield, Gears of War veya Uncharted değil. Bu oyun bilgisayarların şimdiye göre en dandik olduğu zamanlarda ortaya çıkmış ve bizi bizden almış bir oyun. Bu oyun yazıyı okuyan genç dostların ağabey dediği saçlarına ak düşmüş adamları haftalarca eve kapatan bir oyun. Dolayısı ile evet, grafik önemli ama sadece maneviyatın olmadığı bir oyunda.
Demek istemiyorum ki 2000’deki hatta 97’deki grafikler geri dönsün, şu anda 800×600 çözünürlük sınırı olan bir oyuna günahımızı bile vermeyiz lakin 2D’den 3D’ye geçerken engellenemeyen atmosfer zararları haricinde oyunun temasını bozacak her türlü tehdide karşı önlemin alınması gerekirdi.
Bunu yazıya nasıl dökerim bilmiyorum ama Diablo I ve Diablo II’deki o atmosfer çok farklı bir şeydi. Zamanın oyunları olan Fallout ve Baldur’s Gate’in de benzer grafik yapısı olmasına rağmen aynı atmosferi sağlayamıyorlardı. Elbette bunda tema farkının önemli bir etkisi var ancak burada bahsetmek istediğim şey Sanctuary’in o eşsiz, karanlık, boğuk havası. Karşımıza çıkan tüm yaratıklara “Zaten böyle bir dünyada ancak bu tarz varlıklar olur” mantığı ile yaklaşmamız. İnsanların, yanlarında başarılı bir kahraman varken bile umutsuz bir şekilde ölümü beklemeleri, Nine Hells’in adını bile duyduğumuzda saatlerce iksir, eşya, büyü hazırlığı yapmamız. Diablo’ya geldiğimizde karşısında ezilmemek için aynı haritaları defalarca oynamamız. İşte benim bahsettiğim şeyler bunlar.
Yeni grafikler ile cilalanmış bu oyun çok güzel olmuş. Kendisine has bir atmosfer yaratmış ancak maalesef yeni oyun bir Diablo oyunu olmamış. Bunu belki 16 yaş ve aşağısı arkadaşlar anlamayacaklardır sonuçta şu sıralar betaların bile grafik değerlendirmesi her şeyden önce geliyor. Ancak daha aklı havalarda küçücük bir çocukken o şeytanla ilk defa yüz yüze gelen bizler ne demek istediği biliyorlar ve zamanı gelip PC’lerinin başına geçtiğinde de tam olarak ne demek istediğimi anlayacaklar.
Nerede o eski Tristram? Doğru ya orası yerle bir oldu!
Beta’dan hikaye açısından anladıklarımız neyse ki sınırlı, sonuçta tüm hikayeyi öğrenip bir spoiler’a maruz kalmak istemem. Sanırım oyunun Act I olarak nitelendirdiğimiz bölümünü bitirdiğimde (ki umarım öyle değildir –nedenini daha sonra anlatacağım) bu hikayenin altında daha çok şey yattığını hissediyoruz, fakat şu an için anladıklarımız şu:
Eski Tristram artık yok, zaten ikinci oyunda gördüğümüz halinden sonra olmasını da beklemiyorduk. Fakat bu mihenk taşı köyün tarihten de silinmesine izin verilmemiş ve Yeni Tristram olarak adlandırılan daha geniş bir köy (hatta kasaba) inşa edilmiş.
On ay önce oyunda olacağı kesin olan tek NPC Decard Cain’di. O zamanlar yanında kızı olacağını söylemiştik ancak geçen zaman içinde Cain’in kızı yeğenine dönmüş. Sanırım bundaki en büyük etken Leah adlı kızımızın çok genç olması ve Cain’in kızı olması durumunda aralarındaki yaş farkının biraz abes kaçacak olması. Her neyse, esas olay şu ki oyuna başladığımızda bir yıldızın gökten Sanctuary’ye düştüğünü öğreniyoruz. Bunun sonucunda etrafta yeniden yaşayan ölüler türemeye başlıyor ve en sonunda olaylar döngüsü bizi o meşhur Kral Leoric’e kadar götürüyor. Bundan sonrasında neler yaşanacağını oyunda ya da çıkarsa demoda göreceğiz artık.
Blizzard, seni küçük şeytan
Grafikler açısından yenilenen ancak kendine has atmosferinden bir parça da kaybeden Diablo 3, betasında Blizzard’ın neden bu kadar geciktiğini açıklıyor aslında. Oyuna pek çok yenilik getirilmiş ve bu yeniliklerin oyuna en uygun şekilde entegre edilmesi için de oldukça çalışılmış. Fakat bu özelliklerden önce grafikle alakalı bir konuya daha değinmek istiyorum ki o da kamera açısı.
Oyunda, ya da en azından betada, kamera kontrolü mevcut değil. Büyük olasılıkla Blizzard hala o eski Diablo’nun bizler için ne kadar önemli olduğunu ve değişimin bile bazı şeyleri silemeyeceğini bildiğinden serinin birkaç temel taşını hiç değiştirmemeyi uygun bulmuş. Oyun hala izometrik bakış açısından oynanıyor ancak yeni Diablo’yu yeni bir grafik motoru ile yapıp üç boyuta çevirdikten sonra kamerayı kontrol edememek, oldukça büyük bir eksiklik olmuş. Nitekim en azından bu sefer yere düşen eşyalardan duvar arkasında kalanları daha rahat görmek amacıyla kamera rotasyonu oldukça mantıklı olurdu.
Oyundaki diğer yeniliklere gelirsek, gerek mekaniğinde gerek oynanışında yapılan yenilikler Diablo 3’ün cidden yeni bir Diablo oyunu olduğunu bizlere kanıtlıyor. Örneğin artık karakterimiz sadece bizimle konuşmak yerine oyundaki NPC’lerle de uzun uzun diyaloglara giriyor. Düşmanların bazıları iki seferde ölüyor, misal zombilerden bazılarını kestiğiniz zaman parçalanıyorlar ancak üst kısımlarıyla sürünerek size saldırmaya devam ediyorlar.
Surround ses özelliği oldukça sağlam bir şekilde oyuna aktarılmış. Ben ne yazık ki 2+1’in üzerine çıkamadım fakat 5+1’deki surround kalitesini düşünemiyorum bile.
Yazının başında bahsetmiştik, Diablo 3, World of Warfcraft’tan oldukça etkilenmişti diye lakin Blizzard spesifik olmasa da yeni nesil RPG oyunlarında genel olarak kullanılan pek çok ufak özellikleri oyuna mantıklı bir şekilde oturtulmuş. Bunlardan ilki codex’ler. Evet, ilk iki oyunda da ara ara Tome’lar okuyorduk ancak bu seferki daha farklı. Özellikle Dragon Age’de bolca kullanılan bu özellik yine aynı mantıkla hem bize hikayenin geçmişini anlatıyor hem de ufak XP’ler vererek seviye atlamamıza yardımcı oluyor. Öte yandan süre gelen hikayenin arka planını anlatan günlükler veya Tome’lar ve oyunda her yeni yaratıkla karşılaştığınızda size ufak hikayelerini anlatan Lore’lar bulunuyor. Lakin bu konuşmalarda ne yazık ki altyazıların çalışmadığına şahit oldum. Umarım bu sadece betaya özgü bir hatadır. Eminim Blizzard bu problemi çoktan fark etmiştir.
3D’ye geçmenin bir artı yanı da Red Faction’dan süre gelen çevre yıkımı ve “environment kill” dediğimiz çevredeki nesnelerle düşmanları öldürme olayını kullanabilme seçeneğimiz. Özellikle zindanlarda sıklıkla karşımıza gelen bu seçenekler sayesinde topluca gelen düşmanlarla olan savaşımız daha başlamadan bitiyor. “Environment kill” haricinde normal saldırılarınızda da özellikle büyük bir silahla veya mass büyü ile saldırı yaparsanız etrafınızda bulunan ve normalde kıramayacağınız nesneleri kırabiliyorsunuz.
Bizim kahramanlar gelen oka kafa atıyor
Bir diğer özelliğimiz ise kombolar. Hatırlayacağınız gibi gerek ilk oyunda gerekse ikinci oyunda kalabalık bir grupla karşılaştığımız zaman ilk seçeneğimiz her zaman için boş alana kaçıp yaratıkları teker teker çekmek olurdu, ancak kombolar sayesinde artık bu seçeneği ikinci plana atıyoruz. Kendi fikrime göre oyunda oynanış açısından en etkin yenilik kombolar olmuş. Peş peşe öldürdüğünüz yaratıklardan sonra kombo sayınıza göre yaratıklardan aldığınız XP’lere ek olarak bonus XP alıyorsunuz. Bu sadece sizin seviye atlamanızı kolaylaştırmıyor aynı zamanda demin de bahsettiğim gibi kalabalık grupların içine daha civan mert tarzında dalabilmenizi sağlıyor. Bu şekilde oynanış oldukça zevkli bir hal alıyor.
Oynanıştaki bir diğer yenilik ise görevlerde. Diablo’nun klasik mantığı, kasabadaki bir NPC’den görevi alır ardından birkaç bin yaratık keser görevi tamamlar ve bunu aldığınız NPC’ye bildirip ödülünüzü ve XP’nizi elde ederdiniz, genel oluşum bu şekildeydi.
Yeni oyunda ise yan görevler de mevcut. İlk iki oyundaki görev mantığı sizi harita açmaya zorlamazdı. Eğer niyetiniz sırf oyunu bitirmek ise doğrudan göreve gider halledip dönerdiniz ve bulunduğunuz haritanın belki %30’unu ancak açardınız. Şimdi ise kasabalar haricinde haritaların değişik noktalarında görev alabileceğiniz yerler mevcut ya da bazı görevler sizi etrafta araştırma yapmaya zorluyor. Kaldı ki bu görevler genelde opsiyonel olduğu için oyundan da soğutmuyor. Eğer o sırada canınız ekstradan XP çekerse yapıyorsunuz, etrafta dolaşasınız yoksa boş veriyorsunuz. Yan görevlerin gelişimi sırasında gösterilen sinematikler de yenilikler açısından anlatılabilecek başka bir nokta. Oyun içi sinematikleri çoğu oyunla aynı, pek bir artısı yok fakat hikaye anlatımına yaptığı etki oldukça güçlü.
Oyun içinde aktifliğin Diablo 3’te olabildiğince kullanıldığının bir başka kısmı da takipçileriniz ile anlaşılıyor. Maceranız boyunca karşılaşacağınız başka kahramanlar (betada sadece bir tane vardı ancak oyunun tamamında daha fazla olacağına eminim) sizlerle aynı amaç uğruna savaştıklarını öğrenince yanınıza katılmak istiyorlar. Artık takipçinizle konuşabiliyor, kullanacakları yetenekleri seçebiliyor ve silahlarını değiştirebiliyorsunuz.
Sanctuary’de ne zaman her şey mükemmel oldu ki?
Evet, yukarıda sizlere başlıklar halinde yeniliklerden kısa kısa(!) bahsettik. Zaten bu yenilikleri daha net olarak tam sürüm çıktığında ayrıntılı inceleyeceğiz. Fakat serilerde yapılan yeniliklerin yanında diğer önemli olan şeyler ve hatta belki de daha önemli olan şeyler değişikliklerdir.
Bunların çoğunu gerek daha önceki haberlerde ve yazılarda gerekse internette öğrendiniz zaten. Misal artık özelliklerimize gelen ekstra puanları biz değil oyunun kendisi otomatik olarak oynadığınız karaktere göre dağıtıyor. Genellikle RPG oyunlarında opsiyonlu olarak gelen bu seçeneğin Diablo 3’te neden zorunlu olduğunu hala anlayabilmiş değilim. Nitekim oynanış varyasyonunu sağlana en büyük özellik seçtiğiniz bir karakterin “stat” dediğimiz özelliklerini kendi kafanıza göre dağıtıp aynı sınıftan farklı karakterler çıkartmaktır. Tamam, Diablo’da gene olarak bu konu hiçbir zaman fazla eşelenmemiştir. Sonuçta savaşçı her zaman savaşçı, büyücü de her zaman büyücü olarak kalmıştır ancak hack&slash tarzı bir oyunda zaten sosyal özellikler olmadığından geriye kalan dört özelliğimizin de elimizden alınması açıkçası hiç hoş gelmedi bana.
Bir diğer değişiklik ise yeteneklere ve kullanım şekillerine gelmiş. Tekrardan eskiye dönersek, seviye atladığınızda üç yetenek ağacından birisini seçer ve oradaki seviyenize uygun yeteneği aktif ederdiniz. Diablo 3’te ise kullanacağınız yetenekler için ayrı bir bölüm hazırlanmış. “Skills” kısmını açtığınızda sizi altı adet aktif üç adet pasif yetenek kullanmak için oluşturulmuş toplam dokuz slot karşılıyor ve siz seviye atladıkça açılan yeteneklerinizi bu slotlara yerleştiriyorsunuz. Ancak slotların hepsi ilk anda açık değil. Örneğin dördüncü slotu 12’nci, beşinci slotu 18’nci seviyeye ulaşınca kullanabiliyorsunuz.
Üstelik artık yeteneklerinizi siz değil oyunun kendisi seçiyor. İşte size karakter varyasyonunu baltalamak adına ikinci bir adım. Bir karakterin ortalama 22 adet yeteneği mevcut ve bu yetenekler siz seviye atladıkça alıyor. Üç kategoriye ayrılan bu yeteneklerden sekiz tanesi sizin karakterinizin mana kısmında olan gücünüzü doldururken, ikinci sekiz bu gücünüzü harcıyor. Üçüncü seçenek ise üst seviyelerde açılan üstün özellikler. Dolayısı ile artık yetenek ağacı özelliği ortadan kaldırılmış. Yetenekler sadece kategorilere ayrılmış.
Yeteneklerle ilgili bir diğer konu ise mana. Artık karakterlerimizn “mana” olan kısmında her karaktere özgü bir güç bulunuyor. Barbar yeteneklerini Furry’i kullanarak yaparken, Monk Spirit’i, Demon Hunter, Hatred ve Discipline adlı iki gücü kullanıyor. Bunun yanında yetenekler için son söylenecek özellik artık bir cooldown’a sahip olmaları. Gücünüzü kullanan yeteneklerinizin bir de cooldown’ları mevcut. Dolayısı ile bu yetenekleri peş peşe kullanamıyorsunuz.
Gelelim iksirlere. Oyunda iksirler hala mevcut, lakin ben mananızın yerine geçen herhangi bir iksire beta boyunca hiçbir karakterle rastlayamadım. Bunun yanında artık sağlık iksirleri sadece NPC’lerde mevcut ve elbette parayla. Yaratıklar üzerinden iksir yerine kırmızı sağlık topları çıkıyor ve bunları anında kullanıyorsunuz. Bunun yanında etrafta bulduğunuz iksirler genellikle ya saldırı gücünüzü, ya özelliklerinizi belli bir süre arttıran iksirler. Parşömenlerde de durum Town Portal için geçerli. Act I’in sonuna doğru aldığınız ”Stone of Recall” sayesinde kasabaya ışınlanma işini hallediyorsunuz. Öte yandan Identify Scroll’lar hala mevcut. Diablo 3’te bir de “Companion Scroll” bulunuyor. Bu büyü ile çağırdığınız bir hayvan sizin yerinize etraftaki altınları topluyor. Bu şekilde yoğun bir savaştan sonra bir de üstüne onca altını toplamaktan kurtuluyor, gözden kaçan altınları kaybetmiyorsunuz.
Gelen gideni aratacak mı?
Bu yazının tam anlamıyla bir beta inceleme olmadığını, daha çok geçmişte yaşadığım Diablo tecrübesi ile şimdi yaşadığım Diablo tecrübesi arasındaki farkı ve ilk zamanlarda yaşımın da verdiği heyecan ile aldığım hazzın, yeni gelen değişiklikler karşısında nasıl tepkiler verdiğini karşılaştırmak niyetim.
Başta da söylediğim gibi, yeni nesil oyuncular veya daha önce Diablo oynamamış kişiler için yeni oyun bir iki garipliği haricinde oldukça güzel gelecektir. Nitekim ben bile beğendim. Evet, burada betadan bahsediyoruz ancak benim şikayetim oyundaki grafik hataları veya bug’lar değil. Benim bahsettiğim nokta oyundaki değişimin eski Diablo oyuncularına nasıl yansıyacağı.
Diablo 3’ü ikiye ayıralım; birincisinde tamamen farklı bir oyun olarak düşünelim, ikincisini serinin üçüncü oyunu olarak ele alalım. İlk seçenek içerisinde oyunu değerlendirdiğimizde bu oyun gerçekten büyük umut vadediyor. Hareketli, canlı ve bol aksiyonlu yeni Diablo büyük olasılıkla çoğu kişinin ilgisini çekecek ve uzun zaman onları oyalayacaktır. İkinci seçenek ise daha karamsar bir yaklaşım olacak maalesef. 11 sene (hatta çıkış tarihine bakarsanız 12) gibi bir süre içerisinde yenilik anlamında pek çok şey getirmiş olsa da bu yeniliklerden kaynaklanan eksilmeler de hayal kırıklığı yaratıyor.
Diablo 3’ün görselliği gerçekten güzel. Işıklandırma, mekan tasarımları, renk paletinin kullanımı oldukça yerinde olmuş, fakat maalesef başından beri en büyük şikayetim olan o eski Diablo havası ortadan kalkmış. Bana “Eğer 3D istiyorsan buna katlanmak zorundasın” diyebilirsiniz ama inanın ben o eski izometrik 800×600 görüntüyü daha çok seviyorum.
Öte yandan oynanışa getirilen yeniliklerin pek çoğu ciddi anlamda oyunu bir üst sevieyey taşırken hali hazırda iyi giden bir yetenek ve stat özelliğini değiştirmek niye. Ben belki Barbarımın cılız nacak sağlığı yüksek bir adam olmasını istiyorum, belki büyücüme kullanabileceği bir kılıç verip gücüne abanacağım ve yakın dövüş yapacağım.
Yeteneklerde her seferinde farklı bir rol izleyip aynı sınıflarda farklı kahramanlar oluştururken basma kalıp karakterlerle bu oyunu beş defadan fazla oynayabilir misiniz artık? WoW’da bu olay mantıklıydı. Nitekim orada olay tamamen online üzerineydi ve karakterler arasında bir denge olması gerekiyordu. Kaldı ki WoW’da bile yetenekler konusunda kendimize bir yön belirleyip farklılaşabiliyorduk. Diablo 3’ün multiplayer’ını bir düşünün şimdi; hepsi birebir aynı özelliğe sahip binlerce Barbar, Witch Doctor, Demon Hunter, Monk ve Wizard etrafta dolaşıp birbiriyle veya beraber savaşacak. Aralarındaki tek fark ise üstlerindeki eşyaları olacak.
Bütün bunlar seneye oyunun tam sürümü geldiğinde daha da şekillenecektir. O zaman son sözümüzü daha rahat söyleyeceğiz elbette. Kim bilir belki benim gibi düşünen başka Diablo hayranları da stat kısmının manuele dönüşmesi konusunda baskı kurup bu sistemi eski haline getirebilir. Kısacası şu an için Diablo 3 oynanacak ve sevilecek bir oyun, lakin hayran olunacak ve 12 senenin tüm hasretinin üstesinden gelebilecek mi? Hiç sanmam!