Dishonored
E3 fuarını takip edenler bilir, The Elder Scrolls Online ve Skyrim’in ek paketi olan Dawnguard gibi merakla beklenen oyunların yanında, Bethesda tarafından Dishonored adıyla bir oyun daha duyuruldu. Stealth /aksiyon tarzında yapımı devam eden oyun, oyuncuların ilgisini çekmekle kalmadı bir de ödül kazanmıştı. Geçtiğimiz hafta piyasaya çıkan oyun, ilk inceleme puanlarının beklentilerin üzerinde bir grafik çizmesi, gözlerin üzerine toplanmasına yetti. Geçtiğimiz günlerde benim de elime geçen oyunu bir de ben incelemek istedim. Bakalım neler yaşamışız.
Onurun için…
Öncelikle, ana karakterimiz Corvo adında bir asker aynı zamanda kraliçenin özel koruması. Aldığı emirleri harfiyen yerine getiren, kraliçesine bağlı, anlayacağınız işini en iyi şekilde yapan birisi. Ancak, ihanete uğrayıp, kraliçe öldürülünce, ihale kendisinin üzerine kalıyor. Hapse atılıyor, rütbesi sökülüp hain ilan ediliyor. Oyunumuzun konusu da tam burada başlıyor. Bize ve ülkeye ihanet edenleri bulmalı ve cezalarını kendi ellerimizle vermeliyiz. Bununla birlikte, ölen kraliçenin kayıp kızını da bulmalıyız.
Elimizde klasik sayılabilecek bir ihanet konusu var. Konumuzun geçtiği dünya ise yıllardır yapımcılar tarafından çok sevilen Steampunk tarzında tasarlanmış
Ne umduk, ne bulduk?
Bu güne kadar çıkan bir çok yapım, kendini tekrar eden görevler, çok az sayıda içerik gibi sorunlardan dolayı daha yıldızları parlamadan unutulup gittiler. Dishonored’da bulunan ana ve yan görev sistemi onlardan değil. Gelin size biraz görev sisteminden bahsedeyim.
Kendim, oturdum, tekrar tekrar oyunu kaydederek aynı görevleri oynadım. Gerçekten de çok farklı görev tamamlama yolları var. Aynı görevde, isterseniz önünüze çıkanı öldürerek ilerleyebilirken, isterseniz aynı yolu daha sessizce geçebilirsiniz. İsterseniz, bütün bir bölümü tek bir cana kıymadan da bitirebilirsiniz. Ana görevi bitirdikten sonra yan görevleri yapabileceğiniz gibi, tam tersini de uygulayabilmek tercihleriniz arasında. Basit bir örnek vereyim, oyun içinde elektrikli sistem ile korunan büyük kapılar mevcut. Geçmeye çalışırsanız ölüyorsunuz. Ancak, her kapının bu sistemi besleyen güç kaynağı var. Eğer isterseniz, elektrik sistemini bozup, deaktif edebilirsiniz ya da çevresinden dolanarak hiç kurcalamaya da bilirsiniz. Diğer bir seçenek de, sistemde ufak bir oynamayla, sizi çarpmamasını sağlayabilirsiniz. Tamam, kabul ediyorum, bu biraz saçma olmuş. Ama böyle de bir seçeneğiniz var.
Diğer taraftan, görevleriniz bir bina içinde ise, birazdan bahsedeceğim özel güçlerinizi kullanarak, üst katlarda bulunan herhangi kapıdan girip işinizi halletmeniz ihtimaller arasında. Ya da alt kattan girip, önce askerler ile uğraşırsınız. Seçenekler sınırsız olmasa da, epey fazlalar. Seçim size kalmış. Ancak şunu hemen söyleyeyim, büyük gruplar ile kesinlikle çatışmaya girmeyin. Siz onları nasıl tek mermide ya da iki kılıç darbesiyle indirebiliyorsanız, onlarda sizi indirebiliyorlar. Bu nedenden ötürü, özellikle dört ve daha kalabalık ya da elinde ateşli silah bulunan askerler ile mümkün olduğunca dalaşmamanızı tavsiye ediyorum, ama tercih sizin.
Kiss Kiss Bang Bang.
Görevlerimiz sırasında çok sık olmasa da kullandığımız bazı silahlar mevcut. Biraz da bunlardan bahsedeyim. Şimdi, yazının başında da bahsetmiştim, kullanılan dünya tasarımı nedeniyle, AK-47 ya da M16 gibi silahlar beklemeyin. Uzak mesafede işimize yarayan sadece iki farklı silahımız var, yakın mesafede en iyi dostumuz kılıcımız olurken uzun mesafede arbaletimiz ve tek mermi kapasiteli tabancamız oluyor. Bunlardan sadece arbalete farklı mermi çeşitleri ile kullanabiliyoruz. Mermilerden birisi düşmanımızı uyutmak için kullanılırken, bir diğeri ateşe veriyor. Başlangıçta yanımızda sadece 10 adet mermi taşıyabiliyoruz. Bu nedenle, çok fazla çatışmaya girmenizi yine önermiyorum. Cephaneniz kalmadığında, özellikle ateşli silah kullanan bir düşmanınız varsa karşınızda, öldünüz demektir, uğraşmayın boşuna.
Silahlarımızın yanında kullanabildiğimiz bazı büyülü güçlerimiz de mevcut. Bunların arasında teleport olmak, belli bir çevrenizdeki alanda nerde olurlarsa olsunlar canlıları gösteren ya da insanları kontrol etmenizi sağlayan büyüler gibi on farklı özel gücümüz ve bunların her birinin, daha da güçlenmesini sağladığı gibi farklılaşmasını da sağlayabilen iki farklı seviyesi var. Bu yeteneklerimizi öğrenmek için rune toplamamız gerekiyor. Bu yüzden, gittiğiniz görevlerde, işimi bitirip, hemen bölümü geçeyim diyemiyorsunuz. Rune, bone charm, kitap, ses kayıtları ve notları toplamanız gerekiyor. Kitap ve ses kaydı gibi şeyler, ana konuyu içeren şeyler olabildiği gibi yan hikayeleri de anlatabiliyorlar. Bu yüzden, tamamıyla sizin tercihinize kalmış toplamak. Ancak rune ve bone charmlar karakter gelişiminiz için önemli olduğu için mecbur toplamanız gerekiyor. Her görevde en azından 4-5 tane bulabilirsiniz. Her özellik geliştirmenizde 3 tane rune gerektiğini düşünürsek, bölümleri boş geçmemenizi öneririm.
Ufak bir ara not, yeri gelmişken anlatayım, her görevin sonunda görev boyunca kaç düşman ya da sivil öldürdüğünüzü gösteren bir ekran çıkıyor karşınıza. Bu ekranda ayrıca, kaç tane rune ya da bone charm topladığınız gibi detaylar mevcut. Ayrıca, hiç kimseyi öldürmeden ya da hiç yakalanmadan oyunu bitirmek gibi challengelar var. Ama bunları yapmak keyfinize kalmış.
Rune’ları kullanarak kişisel özelliklerimizi geliştirebildiğimiz gibi, bir de silahlarımızı geliştirebiliyoruz. Bu rune’larla birlikte, kapasitelerini arttırabilir ya da çeşitli özellikler ekleyebilirsiniz. Ancak bu geliştirmeleri para ile yapıyoruz. Bu yüzden, daha önceden de dediğim gibi, görevi tamamlayım, gerisi önemli değil, mantığı ile ilerlerseniz, bir yerden sonra zorlanabilirsiniz. Düşmanlarınızdan para çalabileceğiniz gibi, girdiğiniz mekanlardaki değerli eşyaları da aşırın, para toplayın. Size yol, su, elektrik olarak geri dönecektir.
Bahsettiğim envanter sisteminin yanında, çok kısıtlı da olsa konuşma sistemi eklenmiş. Görevde, karşınızdaki bayanı etkileyerek, yatak odasına götürebilir, ulu orta öldürmektense, işini sessizce yatak odasında bitirebilirsiniz. Böylece etraf pislenmez. Bazen de zehirleyerek öldürmemiz gereken birisi için, hangi bardağa zehir atmamız gerektiği ile ilgili seçimler yapıyoruz. Ancak şöyle bir şey var ki, bu gibi öğeler sürekli değil de, göreve özgü kullanım şeklinde sunulmuş.
Ufak bir ara not daha açayım. Yuları da bahsettiğim, düşmanımızın içeceğine zehir atma durumunda, iki farklı bardak var. Bize ikisine birden ya da sadece birine mi atayım diye sorduğunda, tercih size kalıyor. Ben ikisine de attım, sonra oturdum izledim neler dönüyor diye. Daha fazla anlatmayayım, oturun siz de izleyin.
Dishonored’da diyaloglar gerçekten çok başarılı. Misal bir görevde, öldürmemiz gereken kişiye düello teklif ediyoruz. Filmlerde gördüğümüz klasik, arkanı dön 10’a kadar say, dön ve ateş et olayı yaşanıyor. Dönüyorsunuz ve ateş ediyorsunuz, artık kim kimi vurursa. Bunun gibi sahneler mevcut oyunda. Ama her öldürmek istediğinize bunu yapamıyorsunuz. Göreve özgü sunulmuştan kastım bu.
Gelelim, grafik ve müziklere. Açıkçası Dishonored bir Crysis ya da BF3 grafiklerine sahip değil. Ancak kendine özgü çevre ve karakter tasarımları mevcut oyunda. Ne kadar kendine özgü bir tasarımı olsa da, özensizlik mevcut. Çeşitlilik söz konusu, kabul ediyorum. 1-2 farklı tasarım yapıp bütün karakterlere bunu eklememişler. Ancak yakından incelendiğinde göze çarpan özensizlik, eksi puan olarak haneye yazılıyor. Ama Dishonored’ı oynatacak özelliklerin arasında grafiklerin olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Grafikler ile birlikte, oyunda müzik denebilecek bir şey neredeyse yok. Herhangi bir soundtrack listesi beklemeyin. Dishonored’ı yılın en iyi müziklerine sahip oyunu yapacak bir durum yok yani ortada.
Her şey iyi güzel de…
Gelelim oyunun can sıkan kısımlarına. Öncelikle oyunun ana ekranındaki takılma, hatta kitlenme, hatta oyundan atma problemi yüzünden, daha oyuna bile giremeden canınız sıkılmaya başlayabilir. Oyuna girdikten sonra ise, bu sorunu nasıl anlatırım bilmiyorum ama save sistemindeki, özellikle de quick-saveseçeneği ile elle yaptığınız saveler arasında sorun yaşanıyor.
Şöyle ki, öldüğünüzde, en son save’den değil de quick-save’den devam edebiliyorsunuz. Ayrıca, auto-save noktalarının çok az olması, çok can sıkıyor. Bunu özellikle ilk bölümlerde yaşadım. Yan görevleri bitirdikten sonra, ana göreve devam edeyim derken, öldüm. Kendim save’de almış olmadığım için, auto-save’den devam eder derken, bir anda oyunun en başından başladım. Daha sonrası malum, sinirden bir gün boyunca oyunu açmadım.
Her şey bir yana, kişisel olarak oyunu beğendiğimi söyleyebilirim. Ancak özellikle, eylül-ekim-kasım şeytan üçgeninde birçok oyun çıktığı için, Dishonored biraz arada kaynayabileceğinden korkuyorum. Umarım haksız çıkarım.