Oyun İncelemeleri

Doom 3

Bir inceleme yazmanın en zor yanı ne biliyor musunuz? Yazınız kesin olarak
bir kitleyi sevindirirken, bir kitleyi de muhakkak sinir eder. Siz de eğer
uyumlu bir adam değilseniz ve kafanızın dikine gidiyorsanız, mutlaka bir yerde
çakışırsınız. Malesef ki beni bilenler hemen “Unreal Tournament ile
karşılaştıracak” diyecektir. Doğru. Ama sadece belli yerlerde. Merak etmeyin,
tam bir objektif açıdan giriyorum hadiseye.

Geyiği bırakalım, girişe duralım

Çok fazla şey diyemeyeceğim, zamanın her bir akımında konuya vakıf olan bir adam
vardı ve şimdi korkutucu olmak adına bir kez daha karşımıza çıktı. Amacı daha
mı öldürücü olmak, yoksa daha mı güzel görünmek yoksa veya daha mı korkutucu
hale gelmek derseniz, hemen hepsi aynı kalemden çıkan mısralar. ID’yi tebrik
etmem lazım. Hiç iyi bir sonuç beklemememe rağmen gerçekten başarılı bir çalışma
olmuş. Bunca zamanlık bekleyiş ve uzun süren donanım spekülasyonlarının sonunda
fos çıkmasına kesin gözüyle baktığım oyun dergi olarak bizi yanıltmadı ve “küfür
gibi” donanım isteklerinden vazgeçmiş şekilde piyasaya indi. Tabi her detay ve
her uzuv için yeterli sistemim olmadığından dolayı, ufak hatalar ve eksiklikler
varolarak yazıyorum bu incelemeyi.

Şöyle ki değiştiremediğim (evet hala değiştiremedim) sistemimin özellikleri;


AMD AthlonXP 1.7Ghz (2.4Ghz Overclocked)
1GB DDR 333 bellek (512’si arkadaşımdan çalıntı)
128 MB Radeon 9800XT (benim 9600SE’de çok kastıramadığım için ödünç aldığım
bir kart)
Onboard ses kartı (yeterli gelecektir, 5.1 destekli nasılsa)

Sanırım “Bu ne biçim sistem be?” diyenleri duyar gibiyim. Evet, ne yapayım para
kolay kazanılmıyor. Velhasıl kelam, bu sistem oyunu AA (Anti Aliassing) zirvede
değilken, AF 4X gibi yeterli bir ayardayken, 45FPS civarı verim aldım genelde
sadece). Demek ki aslında aman aman bir arzuhali yok materyalin. Zaten kabul
etmek lazım, hiçbir oyun satılmayacağını bile bile sapkınca donanım isteklerinde
bulunamaz. İsmi ne olursa olsun, firmanın satış yapabilmesi için donanım
sattırmaya değil, satılmış donanımı desteklemeye ihtiyacı vardır.
Neyse efendim, şimdi oyunumuza irdelemeye girelim.

Yaklaşık üç sene evvel, ID Software duyurdu bu mereti. Korku olayında çığır
açılacak, FPS hadisesi sınıf atlayacak, grafiksel evrim artık son noktada var
olacak denildi. Peki nasıl olacaktı bütün bunlar? Denilenler kadar ciddi bir
yaratım söz konusu olabilecek miydi? Bunca zamanlık bekleyiş kısmen de olsa
cevapları verdi.

Demişse demiş, nedir olayın aslı astarı?

Denilenlerin geneli başarılmış. Şöyle ki, korku olayı kişiye özgüdür. Bu oyunda
bol bol kan var. Kabul edilsin ya da edilmesin, insandan insana değişen bir olgu
olan korku için farklı sınıflar mevcut. Bir örnek vermek gerekirse, ben Silent
Hill oynarken aşırı korkan, sallanan ve hatta çalkalanan bir insanım. Ama konu
FPS olunca, nasılsa biryerlerden çıkacağı belli olan yaratıklar hasıl olduğunu
idrak ettiğimden olsa gerek, üzerime atlayan tiplerden tırsamıyorum. Ama bir
odaya girdiğinizde, masaüstündeki ufak lamba ve önündeki asker cesedini
gördüğünüzde araştırma isteği duyarsınız değil mi ufaktan? Peki ya ışığa
yaklaştıkça değişen açı yüzünden tam duvar kenarında uzun dişlerden mütevellit
bir gölgeyi farketmek? İşte bu beni ufaktan sarsıntıya gönderir. Daha bunun gibi
onlarca örnek var ama gereksiz bir dolu saçmalıkta mevcut. Mesela duvarları
yıkıp gelen yaratıklar, koşarken nereden geldiği belli olmayan kanlarla zıplayan
canavarlar falan oyunu korkutucu olmaktan öte bir “Cadılar Bayramı” kıyafetine
sokuyor. Ama genel olarak haklılar, oyun ürkütücü ve garip olmayı başarmış.
Henüz sadece birkaç bölüm ilerlediğim için, geneli hakkında tam bir bilgi
veremiyorum malesef açık konuşmak gerekirse. Bitirme işini Silent Hill 4 tam
çözümünden sonrasına atıyorum.Peki FPS olayı sınıf atlamış mı? Hayır tabi ki canım, ne münasebet? Bu tür bir
konsepttir ve konseptin bütününde yapılacak bir toplu değişim ancak kalın
hatıralar yaratır. Nasıl açıklamam gerekli peki? Şöye diyeyim, FPS’i korku
öğeleriyle bezeyebilirsiniz, üzerine muhteşem grafikler ve macera usulünde
düstursuz zor bulmacalar katıştırabilirsiniz. Ama karakteriniz hep sınıfında bir
üst basamağa geçmek adına kasılırken, aynı yapımın biraz daha büyümüşünden öteye
gidemez. Bu gerçek, kabul edelim.


Grafiksel evrim nasıl olmuş peki? Maaşallah, pek bir şahane olmuş allah için.
Karakterler muazzam kaliteli, ortam görülmeye değer şaheserlikte ve kasvet için
yerleştirilmiş bir dolu ayrıntı incelemeye değer. Cesetler, ışık efektleri,
yaratıkların ortamla etkileşimleri, karakterler ve yalnızlık hissi muhteşem
aktarılmış. Zira ortalıkta gezinirken göreceğiniz her gerçek, abartı ve imkansız
yaratımın ve yaratığın ürkünç olması için iyiden iyiye kasıldıkları belli.
Işıklandırma ve gölgelendirmelere akıl duruyor birçok yerde. Bir kere şunu oyuna
adapte etmişler, “kenardan bakın ve gelenlerin gölgesini görün.”

Tamam, ben sıkılmaya başladım. İlk sefermiş gibi konuya bir bakış atalım.


Mars kötü bir gezegen her zamanki gibi. Sene 2145 ve devamı. İnsan dediğimiz de
salağın önde gideni, içten pazarlıklı bir yaratık. Güzel günler birbirini
kovalarken tabi ki birşeyler bozmak zorunda. Bir grup bilimadamı, yaptıkları bir
araştırma ile yeni bir enerji kaynağı yaratmanın eşiğindeler. Peki bugüne kadar
teknolojide istenildiği gibi sağlanan bir gelişme var mı? Düşünmeyin bile, yok.
Bir kaza, istemli ya da istemsiz bir kaza, sabotaj sonunda sistemde bir çıkıntı
oluşuyor. Adamlarımız yaratık, mekanımız cehennem oluyor. Biz de bu garip ucube
diyarına bırakılan garip bir askeriz. Tanıdık mı geldi? Dedim, FPS ancak belli
kalıplarda kalabilir. Ama bir de şöyle düşünmek lazım, bu oyunu alma sebebiniz
açılış videosu mu, yoksa oyunun kendisi mi?

Mars’ta görev beklemez

Ve geldik oyunun ilk nefes aldığı ana. Girişteyiz, bir delilik dünyası önümüzde
ve içeri girmemiz gerekiyor. Cesaretinizi ve silahınızı kuşanın, zira ölümün
nefesinin koktuğunu söylemeye gidiyoruz.

İlk birkaç bölüm kendinize çok dikkat edin. Çünkü anladığım kadarıyla ID bütün
becerilerini tek kalemde göstermeye niyetlenmiş. Daha birkaç seviye geçmeden,
neredeyse tüm yaratık ve efektleri görüyorsunuz diyebilirim. İlk dağıtılan resim
ve videolardaki sahneleri yaşıyorsunuz, ışıklara ateş ediyor ve seslerden
saklanıyorsunuz. Gölgeler gelince girebileceğiniz kadar derin bir karanlığa
kaçıyor ve geçip giden yaratıkların sizi görmemesi için tanrıya yalvarıyorsunuz.
Zaten bu da yapmanız gereken, yaşamak için iki şansınız var. Öldür ya da
yeterince saklan.

Oyunda bir kol bilgisayarımız var, her işimize yardımcı. Etrafta gezinirken çok
dikkatli olun. İnsanların üzerindeki şifreler, harita vesaire derken bu
bilgisayar üçüncü kolumu, en yakın yardımcılarımızdan biri olacak. Silahları
konu dışında tutuyorum tabi. Detaylandırlı geniş inceleme zoom3 yazımızda
zaten mevcut. Fazla ekstrem olmamakla
birlikte, tüm silahların eğlenceli ve vahşi olduğuna emin olabilirsiniz ama.
Kesinlikle “ne kadar çok kan çıkabilir?” mantığıyla hazırlanmış hepsi.Gelelim işin ses boyutuna. Eski filmlerde bir efekt vardır, bir sürü keman aynı
anda hızlı hızlı tek nota çalar. İşte o gerçekten döneminin kült sesidir. O ses
çıktığında, kesin bir şey olur. Doom için de aynı şey “malesef” geçerli. Malesef
diyorum, zira birşeyler olacağı o kadar belli oluyor ki, insan bazen afallıyor
sıkıntıyla karışık. Tabi belirsiz ve ürkütücü işler de olmuyor değil. Mesela bir
yandan minik minik sürünme ya da sürtünme sesleri gelirken uzaktan, bir yandan
da lambalar sallanırken çıkardıkları gıcırtıları yaklaşıyorsunuz diyelim. Bir
anda karşınızda beklenmedik gürültüyle patlayan bir boru ya da alakasız bir
şekilde düşen bir demir parçasıyla irkilmeniz çok olağan. Hiçbir şey olduğundan
değil, sadece sıradanlığı bozduğundan dolayı irkiliyorsunuz. Hatta bunun
şaşkınlığındayken karşılaşacağınız sürtünme efektinin sahibi yaratık, iyice tuz
biber olabiliyor.

Kontroller ise gerekli ve yeterli derecede türün fotokopisi ve bir değişim
olmadığından kullanımı rahat. Zaten fazlasının olmasına da gerek yok,
değişseydi, garipsenirdi muhtemelen.

Kolay mı bari bu meret?

Birazcık taktik de vereyim istedim. Oyun kesinlikle ya bana sinir oldu ya da
gerçekten silah ve mermi bulma konusunda aşırı şanssızım. O yüzden size benim
gibi çok dikkatli olmanızı önereceğim. Mümkün olduğu derecede kaçın ve
yaratıkların kafalarını dağıtmaya oynayın. Vücut pek bir ölümcül değil yani.
Sonra sürekli cenazeye dönüşüp ağlayıp sızlamayın benim gibi.

En kolay sistem tabi ki kafadan vurmak ve ortalıktan toz olmak. Eğer doğru
anladıysam, sesi duydukları anda düşmanların bulunduğunuz noktaya akmaları
durumu açığa çıkıyor. Hayır yani öldüremediğimden değil ama bir sürü bir arada
gelince de imkanı olmuyor kazanmanın. Hele bir de benim gibi sivri zekalıysanız
ve “madem oynuyorum, zorda oynayayım” diyorsanız geçmiş olsun hepinize. Yapay
zeka mı yoksa yapay namussuzluk mu bilemiyorum, bu yaratıklar gereğinden fazla
mı yoksa?

Tamam, genel hatlarıyla elimizde tuttuğumuz oyun bu işte. Bana kimse gücenmesin,
ben taraftarı olan tayfadan değilim. Hatta bu kadr abartıldıktan sonra, güzel
ama sıradan diyebileceğimden birazcık daha iyi bir oyunla karşılaştım.
Yakınlarda gelecek olan Halflife 2 ile olan karşılaştırmalarına gelince, ikisi
de farklı kulavarların oyunları. Birisinde amacımız ya da yöntemimiz kaçmak ve
öze inmek iken, diğerinin fizik motoru çok üst dereceye çıkıyor. Etkileşim
deryasında yüzen HL 2’nin yanında Doom 3’ün yeri yok. Keza korku ve adrenalin
olarak düşünürsek de Doom 3 gömleklerce yukarıda. Kasvet ve karanlığın prensi
olan oyun, gerçekten güzel ve zorlayıcı gecelere gebe. Hemen hepimiz oynayacağız
sonuç olarak oyunu, bu kaçınılmaz cevap ama alacağımız tad farklılaşacaktır.

Buyrun bakalım, oyun işte size. Devamını oynadıktan sonra siz kurgulayın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu