ECTS 2002 Fuarı

İŞİ GÜCÜ OYUN OLANLARA ÖZEL BİR FUAR 

Avrupa’nın
en büyüğü oldugu iddia edilen oyun fuarı ECTS’deydik. Bu denli büyük
bir slogonla yola çıkan bu popüler oluşuma katılmak, takdir edersiniz ki,
pek kolay olmadı. Her şeyden önce lokasyon sıkıntısı olduğunu
belirtmeliyim. Ne de olsa fuar Londra’da, köşe başı veya Tepebası’nda
olmadığı malum. Ülkemizdeki fuarlarla karşılaştırılmayacak giriş
fiyatlarından sonra içeri attığımız ilk adımda bizi şaşırtan, çoğünlüğu
10-16 yaş grubundan oluşan kullanıcılardı. (bu “kullanıcı” lafı her
fikre açık aslında. Bilgisayar’ın yanısıra uyuşturucu, alkol ve bilimum
saglığa zararlı madde bu kullanıcıların kullandıkları şeyler arasında
gibi geldi bana, bilmiyorum) 

İÇERİ ADIM ATARKEN 

Kimseye çamur
atmak ya da daha verimli bir fuar tanıtımı yapamayacak olmama bir alt yapı
oluşturmak değil amacım. Gerçekten de başında, bağlı oldugu gang’i(çete)
simgeleyen bandanaları, bosbol pantolon ve her iklim koşulunda kapşonu
kafalarında olan sweatshirtlu teenagerların sayısı bir hayli yüksekti. Diğer
katılımcıların arasında bol miktarda programcı, grafiker ustalar ve her
fuarda karşımıza çıkan vazgeçilmez bayii’ler vardı. Tabii bir de
bizim dahil olduğumuz Pires Bey grubu.

DIŞARDAN BİR BAKSAK DAHA İYİ 

Fuar merkezini
tanıtmaya dış cepheden başlamak istiyorum. Fuarın duzenlendiği Earl’s
Court isyasyonunda tramvaydan iner inmez kulağınıza bir uğultu gelmeye başlıyor.
“Ne oluyor acaba?” Diyene kadar istasyondan dışarı çıkan ve devasa
boyutlarda olan bir kaykay mekanizmasıyla karşılaşıyorsunuz. Hani şu
kaykaylı gençlerin havada uçarak şov yapmasını sağlayan yarım yuvarlak
şeklindeki platformlar. Ve tabii bangır bangır bir hip hop müzik ve
ellerinde biralarıyla kapşonlu gençler. Herkes çılgıncasına eğleniyor.
Bir gürültü, bir kıyamet, bir alabildiğine kaos, değil istasyondan çıkmak,
metroya kadar uzanan kalabalıktan dolayı trenden inmek bile mümkün değil.
“Gün, bugündür!” deyip kalabaliğa dalıyoruz. Basın girişini bulup
kimliğimizi açıklamaya başlıyoruz. “Ağbi biz Turkiye’nin en birinci
online oyun dergisi Merlin’in…”



AÇIL SUSAM AÇIL!

“Basın kartınız,
business kartınız ve yayımcınızdan imzali bir mektup” diyor adam başka
bir şey demiyor. “Merlin’in” diyor, “Kazanı“ diyemiyoruz bir türlü.
Gece kulüplerinin kapısında durup damsızı damlıdan ayıran yarma
beyefendilerden birini koymuşlar basını gerçek ve sahte diye ayırsın diye.
Bu bir hayli yer kaplayan zenci amca, boynundaki elim kadar madalyonu savurarak
sırtını dönüyor bize. Neyse, Türk usulü yalvarıp yakarıp bir sürü laf
anlatmaya çalışıyoruz ama nafile. Sonra birden Cosmopolitan’ta calışırken
sevgili arkadaşım Serpil’le kendi başımıza yaptığımız ve üzerinde büyük
harflerle BASIN/PRESS yazılı kart aklıma geliyor. Ciddiyeti artsın diye
Mecidiyekoy’de bir otobüsten diğerine koştururken bir de ona, seyyar bir
amcadan, PVC kaplatmıştım hayrına. Hemen elimi çantanın derinliklerine
sokup Ingiltere’de yasadığım bir bucuk yıl boyunca dokunmadığım kartı
çıkarıp bodyguard basın sorumlusuna sallıyorum. O da zaten bizden bıkmış,
veriyor üzerinde ECTS PRESS yazılı kartı, takıyoruz boynumuza, bir derin
nefes alip “bilinmeyene yolculuğa başlıyoruz”.

 

İcerinin
kalabalığı, aynı anda stantlardan yapılan anonslar, karnımızın açlığı
derken üzerinde BASIN yazan oklar dikkatimizi çekiyor. Hemen takip ediyoruz bu
okları ve kendimizi yine sıkı korunan basın salonunda buluyoruz. Buradan
kitapçık falan alıp bir plan yapmaya koyuluyoruz. Murat bize nerelere gidin
demişti? Iyi de biz ancak akıntı bizi nereye sürüklerse oraya
gidebiliyorduk. Eyvah, tüm Türk oyun severlere rezil olacağız. Saat kaç
oldu, biz de daha tık yok. (Yazinin gidisatindan da belli oldugu gibi. Daha ele
avuca gelir bir bilgi vermedik. Ama verecegiz, hic merak etmeyin).

Bu arada biz
biz dediğim, ben ve eşim. Kim bunlar ya deyip yazımıza konsantre zorluğu çekmeyin
diye ilk ek bilgi size.

 

SONY ŞOV 

Her neyse,
sonuçta bu kıyamet günü gibi yerde boynumuzda her kapıyı açan sihirli
kartı tutup  genel havayı teneffus
ettikten sonra Allah yarattı demeyip salonun yarısını alan ve ek ücrete
tabi olan Playstation Experience’a giriyoruz (sihirli kartımız sağolsun).
Sony tam bir şov yapmış arkadaşlar. Abartısız fuar merkezinin yarısını
kapatmışlar. Bu da konsol savaşlarının ciddiyetini bir kez daha gösteriyor
sanırım. Lugatta geçen “Stand” diye bir sözcüm son derece kısıtlı ve
dar anlamlı kalır. Sanki iki ayrı fuar bir arada. Burası ayri bir dünya.
Hani o konserlerde arada bir izleyicilerin üzerine sıkılan dumanlardan var
ya, işte her yerde onlardan çıkıyor. İçeri girer girmez can alıcı bir müzik
sizi yerinizde zıplatıyor (zevkten değil, kulak zarınızdaki baskıdan). Kısa
sürede anlıyoruz ki yine o başta bahsettiğimiz teenagerlara hitap eden heavy
metal, hip hop, garage gibi müzik türleri icra eden underground grupların
canlı konserler verdiği bir sahne var. Gruplardan ikisinin adını öğrenebildik,
meraklısı çıkar diye belirtiyorumÇ Tribute to Nothing; Millionaire. 

Bu arada tüm
duvarlardaki dev ekranlardan konseri değişik açılardan izleyebiliyorsunuz.
Bir başka köşe de severlerine imza veren ünlü bir Gladyatör bayan ve önünde
uzunca bir kuyruk. Her yerde oyunların demolari. Millet oyunları denemek için
birbirini hırpalıyor. İki oyundan biri araba yarışı. Tabii bir de Tekken
tarzı dövüş oyunları ve bol bol futbol. Ortak görüş, oyun dunyasının
bu üç başlık altında kendini tekrarladığı. Bizim inancımız ise cesur
girişimlerle bu banelliğin yıkılacağı! Grafikler birbirine cok benziyor,
yeni bir fikir, yeni bir bakış açısı yok. Hatta neredeyse grafik açısından
geri adım bile atılmış denebilir. Orada tanıştığımız Uzak Doğu’lu
bir oyun programcısı olan Charles Tsang’ın yorumuna göre “Detaylardan
uzaklaşılış, daha basit, daha retro bir bakışaçısı sözkonusu”. Hak
vermemek elde değil açıkçası.



ROUND 2! ÇEVREMİZİ TANIYALIM 

Ümidi
kaybetmeden ikinci bir kere gezinmekte fayda var. “Adamlar Yapmışlar”
dedirten oyunlar yok değil Mesela Atari’nin bir ürünü olan Stuntman.
Avrupa’da 6 Eylül’de piyasaya çıkan bu araba sürüş (yarış değil,
zorlu şartlarda araba sürüşü) oyunu PC’den PS2’ye görkemli bir geçiş
yapmış. Oldukça olumlu bir ilgi gören oyunda kısaca Londra’nın arka
sokaklarında bol bol manevra yapıyorsunuz. Londra’yı iyi bilenler için süper
bir şans çünkü sokakların birebir kopyası bölümlere aktarılmış. Mağazalar,
otobüs durakları, restoranlar son derece gerçekçi bir sırada birbirini
izliyor. Adeta “çevremizi tanıyalım dersi. Dolayısıyla yolunu kolayca
bulabiliyorsun. Ben daha cok “acaba en sevdiğim ayakkabı mağazasını da doğru
yere yerleştirmişler mi?” diye bakarken (cebimdeki Cosmopolitan basın kartının
etkisiyle olsa gerek) eşim kafası bandanalı onbeşliğe bir dirsek geçirip
joystick’i eline geçiriyor. Ondan sonra başlıyor bol puanlı cop
tenekelerini devirip son anda işaret edilen sokaklara lastiklerden kıvılcımlar
saçarak el freniyle dönüşler yapmalar falan… Bizde de Bağdat Caddesi
versiyonu falan yapsalar da arkadaşlar cıstık cıstık ses veren aracları
Marmara’ya ebediyen gömse diye düşünuyoruz birden. Ah şimdi Kristal’de
olsaydık da bir karnımızı doyursaydık!!! 🙂 (Kardeşin ve Yazı İşleri Müdürün
Berk İybar sana ısmarlasın en kralını) Daha ayrıntılı bilgi için https://www.stuntman-game.com/

 

“Bu,
dolma yemek gibi bir oyunlar serisi. Kolay ve zevkli”.



Bu arada cok gırgır
bir yenilik gözümüze çarpıyor. Tam bir aile ve eş dost eglencesi olan Eye
Toy
’un yaratıcısı London Studio. Gelecek ilkbaharda piyasaya çıkacak
olan PS2 serisi 20 oyun bir arada satılacak. Ama önce yine aynı anda piyasaya
çıkacak ve Play Station 2’nize takılacak mini bir kamera almanız lazım. Eşimin
deyişiyle “Bu, dolma yemek gibi bir oyunlar serisi. Kolay ve zevkli”. Fuar
da üç oyunun tanıtımı yapıldı: Wishy Washy, Kung Fu ve Karaoke.
Wishy Wash’de elinize birer temizlik süngeri alıyorsunuz. Önünüzdeki
ekrandan sürekli olarak değişen kirli camlar geçiyor ve ekran değisene
kadar olabildiğince hızlı bir şekilde havayı temizlemeye calışıyorsunuz.
Ne kadar ekmek o kadar köfte. Yani ne kadar çok temizlerseniz o kadar çok
puan alıyorsunuz. Oynamaktan çok oynayanı izlemek çok keyifli. Önlerindeki
ekrana bakarak ellerindeki sarı süngerleri deli gibi havaya sallayan çoluk çocuk
tam bir eğlence. Annelerin dilinde hep aynı laf “Biz yalvarsak parmaklarını
kıpırdatmazlar”.

 

Kung Fu’da
ona benzer. Bu sefer ellerinize boks eldivenleri takıyorsunuz. Ekranda size
saldiıan yaratıklar var. Elini kolunu yine havaya sallayarak bu yaratıkları
devirmeye çalışıyorsun. İşin en güzel kısmı da ekranda kendini görmen.
Bu motivasyonu arttırıcı ayrıntı herkesi tribe sokmuş gibi heyecen seline
kaptırıyor. Ülkeni işgal etseler bu kadar aşkla ddövüşmezin.



Eye Toy’un
ise özü şu: Satın alacağınız kamera her hareketinizi real-time olarak
ekrana aktarıyor. Böylece joystick yerine bedeninizin gereken yerlerini kullanıyorsunuz.
Dedigim gibi, çok basit ama eşi dostu ekran başına toplayacak tam bir eğlence.
Ayrıca bu denli interaktif oyunlar kamerayla etkileşimin geliştiği ileriye dönük
daha ciddi oyunların da habercisi gibi geldi bize, bunu da bir öngörü olarak
ifade etsem iyi olur. 

 

Fuarın öne
çıkan bir başka olayı da internet aracılığıyla uluslararası kullanıcı
network’u olusturabileceğiniz PS2 vE Xbox tarzı oyunlar. Daha çok broad
band baglantısı olanlara hitap eden bu türün başını SOCOM Navy Seals
cekiyordu. Daha cok network versiyonu ilgi gören bu oyunun ayrıntıları için
https://www.scea.com/games/categories/actionadvent/socom/home.html
adresine uğrayın.

 

Yine ortak eleştiri
alan bir konu da, bu tür oyunlarda kontrol mekanizmalarının gitgide aciz
kalması. Xbox’a ait bir mouse ve klavyenin bulunmayışı kullanıcıları
bezdiriyor çünkü ellerindekiler yeteri kadar hızlı değil. Anında
reaksiyon veremediğiniz için puan kaybediyorsunuz ve “Acaba bu oyuna para
vermek ne kadar dogru?” diye düşünüyorsunuz. Yani oyunlar ilgi çekici ama
sizi tabir yerindeyse beceriksiz konumuna sokuyor. Bu da Xbox’un gelecekteki
popüleritesiyle ilgili şüpheler doğuruyor doğrusu.



Bana kalırsa
vahşet, dehşet, kan ve hızın arttığı ve gerek konsept gerekse grafik açısıdan
kendini tekrarlayan bir oyun dunyasına doğru bir gidiş söz konusu. Firmalar
hedef kitlesini gangster uyesi teenagerlar üzerine odaklamış durumdalar.
Etkinliklerin tarzından da anlaşılacağı gibi “oyun için oyun” anlayışı
hakim. Bu fuarın asıl amacının profesyonel olarak oyun dunyasıyla ilgilenen
kesimi bir araya getirip onları son yeniliklerden haberdar etmek olması
gerektiğine rağmen gerçekler cok farklı. Programcı, grafiker, proje müdürü
vs. oyunlara yaklaşamıyor bile. Üretici de bundan memnun görünüyor. Nasılsa
para onlardan geliyor gibi bir düşünce var. Bizim özel kanalların kendini
savunma mekanizması olarak kullandıkları “vatandaş seviyor kardeşin
na’palım!” mantalitesi oyun ureticilerine de yansımış . Ne kadar reyting
kıran yükselen değer varsa yüklenmişler onlara. Her oyunun ekranının üzerinde
gururla “15+”, “16+” gibi bandroller yapıştırmışlar. Yani o yaşın
altındakiler için sakıncalı. Yine bir başka programcı arkadaş olan
Christian Hewitt’e göre “Bir oyunda bir adama tekme atınca kan cıkmazsa
her şey tamam. Ama ekrana kan sıçrarsa anında yaş sınırlaması
getiriliyor. Sen bu kanı koysan da koymasan da oyuncu bulursun. Ama sınırlama
olunca, daha çok ilgi çekiyorsun. Alan kendini bir şey zannediyor. Satışların
artıyor.”

Bize pek
diyecek bir şey kalmadı. Dileğimiz streteji oyunlarının ve yeniden güç
kazanması ve Commodore ve Amiga akımlarının altın çağlarındaki “sanatı”
hissedip yıkıcı değil, yapıcı ve kişinin bir adım ileri adım atmasına
vesile olan oyunların evlere girmesi.



Son konuşmayı
yaptık diye hepsi bu kadar sanmayın. Diğer bilgileri alt alta sıralayacağım
çünkü sekil yapacak vaktim ve halim kalmadı. Kusura bakmayın ve hadi şimdi
fuardan derlediğim diger notları bir bir okuyun.



Ghost
Recon:
2001 yılının
en iyi PC oyunu ödülüne sahip oyun şimdi de kullanıcılara Xbox online
deneyimi yaşatmaya hazırlanıyor. Microsoft aracılığıyla simultene olarak
oynanabilecek oyun online konsol oyunları muptelalarının vazgeçilmezi olmaya
aday. İster 6 kişilik gruplar halinde, ister 16 kişi birbirine karşi
oynayabilir.



Rainbow
6: Raven Shield:
Hem PC
hem de Xbox’da önce Microsoft sonra da farklı formatlarda 
karşımıza çıkacak olan oyun, Rainbow 6 serisine eklenen son halka.
Raven Shield, 2000 yılının en iyi action oyunu seçilen Tom Clancy’nin
Rouge Spear ve 1999 yılında en iyi action oyunu seçilen yine Tom Clancy’nin
Rainbow 6’nın devamı niteliğinde. Bütün grafikler Unreal Engine
tarafindan yapılmış. Çok gerçekçi bir yapıya sahip. Mesela şiddetli bir
patlamadan sonra bir süre kör oluyorsunuz ya da etrafı bulanık görüyorsunuz
. İster 15 kişi birbirine karşı ister gruplar halinde oynayabilirsiniz.

 

Splinter
Cell:
Kasım 2002’de
piyasaya çıkacak bu oyun tamamı interaktif bir ortamda geçiyor. Habire
retinal scanner’lar, finger print key pad’ler falan karşınıza çıkıyor.
Işık efektlerine özellikle ağırlık verilen oyun toplam 11 bölümden oluşuyor.
13 adet ultra modern silah kullanılıyor. Çok amaçlı F2000 bunların arasında
favori.



Exit mobile version