Makale

Ejderdoğan – Bölüm 14

Daha önce bu hana gelmişti. Riverwood’da geçirdiği kısa zaman diliminde Ralof ile beraber gelmişlerdi. Duvar boyuna yaslanan masalardan birine oturup likörlerini yudumlarlarken, iç savaştan Helgen’e kadar bir çok konuda sohbet etmişlerdi. Fakat şimdi sohbete ayıracak vakit yoktu. Çözmesi gereken gizemin son ayağıydı Uyuyan Dev. Boynuzu çalan kişi her kimse, Aodray’la burada buluşmak istemişti.

Ralof ile oturdukları masaya geçti ve han görevlisinin onunla ilgilenmesini bekledi. İçerisi pek kalabalık değildi ama yine de eline lavtasını alan ozan, şevkle şarkı söylüyordu. Arkasında kalan masada oturan dörtlü bir grup likör ve biraların eşliğinde ozanı dinliyorlardı.

“Ne istersiniz efendim?”

Aodray etrafını incelemekle meşgul olduğundan yanına kadar gelen han görevlisini görmemişti. Sarı saçlara ve esmer ten rengine sahip bir Güneyli. Boyu fazla uzun değildi. En fazla Aodray’ın omuzlarına geliyor olmalıydı.

Kadının sesinde onu rahatsız eden bir şeyler vardı. Kulağına fena halde tanıdık geliyordu. Gözlerini, kadının koyu yeşil gözlerine dikti ve hatırlamaya çalıştı. Daha önce hana geldiklerinde burada değildi.  Ya da Aodray görmemişti.

“Oda tutmak istiyorum.” dedi Aodray.
“Tabi ki, hemen sizin için oda hazırlarım efendim. İsterseniz siz de arada bir şeyler içebilirsiniz.” diye karşılık verdi kadın gülümseyerek.

Bu sesi nereden hatırlıyorum?

“Ben herhangi bir oda istemiyorum.” dedi Aodray yüzünü kadına iyice yaklaştırarak. “Çatı katından bir oda istiyorum.”
“Ama bizde çatı katı yok efendim, isterseniz…”
“Evet, isterim.” diye kadının sözünü kesti. Artık konuşması iyice fısıltıya dönüşmüştü.
“Borcunuz 10 altın efendim.” dedi han görevlisi kadın tedirgin bir şekilde.

Aodray elinde buruşturduğu kağıdı açıp masanın üzerine koydu. Ustengrav’da bulduğu nottu bu. Kadın notu görür görmez gözlerini kısmıştı.

“Bununla ödemek istiyorum, sorun olur mu?” diye sordu Aodray.

                                                                   ***

“Kapıyı ört.”

Burası handaki ufak odalardan biriydi.  Ahşap bir masa ve yatak dışında birde sağ tarafta, duvarla birleşik giysi dolabı vardı. Odada bu üç eşya dışında ilgi çekecek başka bir şey yoktu. Aodray, söyleneni yaptı ve kapıyı kapattı.

Kadın dolabın kapağını açtı ve boş dolabın içini kurcalamaya başladı. Anlaşılan ne yaptığını biliyordu, çünkü hafif bir metalik sesle dolabın arka yüzü yerinden oynamıştı. Gizli bölmenin harekete geçmesiyle ortaya çıkan merdivenler aşağıya, gizli bir bodrum katına iniyordu.

“İşte şimdi konuşabiliriz.”

Aodray kadını izleyerek gizli bölmeyi aştı ve merdivenlerden aşağıya indi. Geldikleri yer, yukarıdaki oda kadar küçüktü. Fakat burası diğerinin aksine dolu doluydu. Tam ortada, masanın üzerine sarı parşömenden bir harita yayılmıştı. Haritanın üst bölümünde Windhelm’in yanında bir bölge işaretlenmişti. Masanın arkasında, raflarda ise İksir malzemeleri vardı. Malzemelerin kullanıldığı iksir masasıysa hemen yanına konulmuştu. Duvarlara çeşitli silahlar asılmıştı. Başka bir köşedeyse, Aodray’ın içinde ne olduğunu sadece tahmin edebileceği bir sandık vardı.

Kadın, masanın etrafından dolandı ve masaya yaslanarak, “Gri Sakallar ve halkın büyük çoğunluğu senin Ejderdoğan olduğunu söylüyor. Umarım haklılardır.” dedi.

“Buraya benim kim olduğumu öğrenmemiz için geldiğimi sanmıyorum.” diye sordu Aodray.
“Umarım sadece aptalı oynuyorsundur.” dedi kadın sertçe. “Kim olduğun her şeyden daha önemli. O notu neden bıraktım sanıyorsun?”
“Hayır, bilmiyorum. Ama notu neden bıraktığını anlatsan hiç fena olmaz aslında.” diye karşılık verdi Aodray aynı sert tavırla.
“Oraya macera hevesiyle gitmedim.” diye konuştu Güneyli kendini açıklamaya çalışarak. “Tüm bunların Thalmor’un tuzağı olmadığından emin olmalıydım. Ben senin düşmanın değilim. Boynuzu sana -boynuzu Aodray’a uzatarak- zaten verecektim. Sadece yardım etmeye çalışıyorum.”
“Devam et, dinliyorum.” dedi Aodray, boynuzu alarak.

“Notta da dediğim gibi, senin Ejderdoğan olabileceğini duydum. Seni arayan bir grubun parçasıyım… Fakat, senin gibi birisi yüzyıllardan beri hiç ortaya çıkmadı. Eğer sen Ejderdoğan’san tamam, ama güvene ihtiyacım vardı.”
“Ya ben sana güvenmiyorsam?” diye sordu Aodray.
“Bu yaptığın aptallıktan başka bir şey olmazdı.” diye cevapladı kadın. “Gri Sakallar’ın seni oraya yollayacaklarını biliyordum. Bu tahmin edilebilir bir şey.
Eğer senden önce boynuzu alabilirsem, buraya gelecek olan da sen olurdun, Thalmor değil.”

“Eh, amacına ulaştın. Oynadığın oyun tuttu.”

Kadın, iksir malzemelerinin olduğu raflara doğru gitti ve daha önce Aodray’ın orada olduğunu anlamadığı, siyah ciltli bir kitap çıkarttı. Kapağın üzerine gümüş renkte ‘Ejderdoğan Hakkında’ yazıyordu. Kapağın altında, yine aynı renkte olan bir ejderha figürü vardı.
Kadın belli bir yere gelene kadar hızla sayfaları çevirdi. Aradığı yere geldiğinde kitabı masanın üzerine koyup okumaya başladı.

“Ejderdoğan’lar en büyük ejderha avcılarıdır. Damarlarında gezinen ejderha kanı öylesine büyük bir kudrete sahiptir ki öldürdükleri ejderhaların ruhlarını, hayat enerjilerini bile çalabilirler. Bu sayede, Tamriel’in en derinlerdeki sırlarına ulaşabilirler.”

“Bu doğru mu?” diye sordu kadın kitabı kapatarak. “Onların ruhlarını çalabiliyor musun?”
“Bilmiyorum.” dedi Aodray kafasını kaşıyarak. “Öldüklerinde, onlardan bir çeşit güç emiyorum. Sanırım söyleyebileceğim tek şey bu.”
“Gönülsüz kahramanı oynamanın sırası değil. Ya Ejderdoğan’sındır ya da değilsindir.”

Aodray duvara asılan silahların olduğu bölüme gitti. İçlerinden bir tanesi fazlasıyla dikkati çekmişti. Harika, ince bir kılıç. Kesinlikle antika olmalıydı. Silahın kabzasındaki işlemeli incelerken aklına takılan bir şeyi sordu.

“Sen anlatırken dikkatimi çekti de, şu Thalmor! Helgen’de de onları görmüştüm. Gerçekten kim bunlar?”
“Eski bir düşman.” diye cevapladı kadın. “Onlar hakkında şüphelerin doğruysa, bu ejderha olayıyla bir ilgileri olabilir.”
“Neden ki? Ejderhaların sizin düşmanlarınızla ne ilgisi olabilir ki?”
Aodray hızla kadının durduğu, masa tarafına döndü. Kaşlarını çatarak,
“Bana anlatmadığın şeyler var?” diye sordu sinirle. “Dostum olduğunu söylüyorsun, fakat ejderhalarla ilgili sırları saklarsan…”
“Bir haltı sakladığım yok!” diye sözünü kesti kadın. “Bazı şeyleri duymak için erken olabilir, zaten benim düşündüğüm şeyler şu anlık sadece birer teori.”
“Sen yinede anlatmayı bir dene.”
“Onlar sadece geri dönmüyorlar,  onlar hayata geri dönüyorlar.”
“Nasıl yani?” diye sordu Aodray nutku tutularak. Kadının söylediğiyle, onun anladığının aynı şey olmamasını diliyordu. Fakat kadının ifadesi tam da anladığı şey olduğunun habercisiydi.
“Ejderhalar, Skyrim’i terk edip gitmediler.” dedi kadın karamsar bir tavırla. “Onlar ölüydü, hem de hepsi. Bundan yüzyıllar önce yok edildiler. Şimdi bir şekilde hayata geri dönüyorlar. Onları neyin hayata döndürdüğünü öğrenmem gerekiyor.”
“Öğrenmemiz gerekiyor.” diye düzeltti Aodray. “Eğer teorin doğruysa, Skyrim bir daha gün ışığını göremez. Bahsettiğin birkaç ejderhanın uzak topraklardan gelip, ortalığı yakıp yıkması gibi bir şey değil. Toprağın altında çok daha fazla ejderha olmalı, belki yüzlerce!”
“Hayır.” diye düzeltti kadın. “Binlercesi toprağın altında uyuyor!”
                      
                                                                         ***

Lydia şaşkın bakışlarla Astrid’i süzüyordu. Kadının öfkesi, hüznü ve kederi gözlerinden aşağıya, efsanevi bıçak Woe’nun üzerine damlıyordu. Astrid’i daha önce hiç böyle görmemişti. Sert, soğukkanlı ve her daim güçlü kalabilen Karanlık Kardeşlik’in lideri, şu anda küçük bir kız çocuğu kadar narin ve naifti.

“Olanların üzerinden iki yüz yıldan fazla bir zaman geçti Astrid.” diye konuştu Lydia. “Bu kimsenin öngöremeyeceği bir olaydı. Hiçbirimizin doğmadığı, olaylara müdahale edemeyeceği bir dönemdi.”

Lydia,  iki yüz yıl önce Cyrodiil’de yaşananların Astrid’i neden bu kadar çok etkilediğini anlayabiliyordu. O gün katledilen Kardeşlik üyeleri, Karanlık Kardeşlik’i sonsuza dek değiştirmişti.  İnanılan değerler, eski gelenekler yitip gitmişti. Artık Gecenin Annesi yoktu, artık beş ilke yoktu.

“Yani, kararın kesin değil mi?” diye sordu Lydia tedirgin bir şekilde. “Kontratı reddediyoruz?”
“Evet.” diye cevapladı Astrid. Sesi hiçte isterik gelmiyordu. Her zamanki soğuk, ve alaycı haline geri dönmüş gibiydi. “Sonuçları ne olursa olsun.”
“Anlıyorum. Senin kararına saygı duyuyorum Astrid.”
“Teşekkürler Lydia. Anladığın için.” diye soğukça gülümsedi Astrid. “Yine de çözmemiz gereken önemli bir problem var.”
“Nedir o?” diye sordu  Lydia.
“Kontratın iptalini haber vermen gerekecek.” diye cevapladı Astrid.
“Neden ki? Bir haberciyle not filan yollasak?”
“Notun ona ulaşabileceğinden şüpheliyim. Hem yüz yüze konuşman daha iyi olur.”
“Eğer ısrar ediyorsan…”
“İsmi Greenale.” diye noktayı koydu Astrid. “Thalmor ve İmparatorluk adına çalışan bir savaş büyücüsü. Şu anda nedenini bilmediğim bir suçtan ötürü Solitude’da tutuklandı. Oraya git ve aptal kadını bul.”

                                                                             ***

Kynesgrove, Windhelm’in doğusundaki maden kasabasının adıydı. Kasaba sarp kayalıklar ve zengin madenlerle çevriliydi. Yer olarak Skyrim’in kuzeyine çok yakın olduğundan, sürekli bir kar yağışı ve dondurucu soğuk yaşıyordu. Gerçi madenlerden gelen gelir sayesinde kimsenin bu sert iklimden yana bir şikayeti yoktu.

“Buraya neden geldiğimizi doğru dürüst açıklar mısın…”
“Delphine.” diye tamamdı kadın. “Buraya antik ejderha kalıntılarını araştırmak için geldik. İçimden bir ses cevaplara çok yakın olduğumuzu söylüyor Aodray.”
“Sen, nasıl?”
“Aslında seninle tanıştık.”  dedi Delphine gülümseyerek. “Dragonsreach’de, Farengar’ın yanındaydım.”

Aodray şimdi kadının kendisine neden tanıdık geldiğini çözmüştü. Delphine’i elbette hatırlıyordu. Büyücüyle  kadim bir taş üstüne tartışıyorlardı. Hatta Aodray’ın kayıp ejderha lisanıyla ilk tanışması o taş sayesinde olmuştu.

“Şimdi seni hatırlıyorum.” dedi Aodray özür dilercesine bir tavırla.
“Senin öğrendiğin kelime sayesinde taşın gizemini çözmeyi başardık.” diye yeniden söze girdi Delphine. “Ortaya çıkan şey bir haritaydı.”
“Neyin haritası?”
“Skyrim’in en kudretli ejderhalarının yattığı yerleri gösteren bir harita. Bir güç bu mezarları ziyaret edip, onları teker teker canlandırıyor.  İlk mezar
Riften civarındaydı. Oradaki ejderha çoktan diriltildi. Rotaya göre ikinci mezar burada, Kynesgrove’da.”

“Haklı olmanı diliyorum Delphine.” dedi Aodray.

Kasabaya tırmanan patika boyunca sohbet ederek ilerlemişlerdi. Şimdi yavaştan kasaba görünmeye başlamıştı. Uzaktan sakin görünüyordu. Hareket yoktu. Lakin kasabaya yaklaştıklarında durum şüpheli görünmeye başlamıştı. Kynesgrove terk edilmiş gibiydi.

“Burada neler olmuş?” diye sordu Aodray.
“Bilmiyorum. Nasılsa birazdan öğreniriz.”

Terk edilmiş sokaklar arasında, sadece kendi ayak sesleri ve kar fırtınasının çıkardığı uğultuyu dinleyerek bir süre yürüdüler. Kimseciler yoktu. Aodray’ın aklına bir anda Ivarstead’de yaşananlar gelmişti. Acaba…

“Hayır! Gidin buradan, daha fazla ilerlemeyin!”

Yüzünü göremedikleri bir kadın, evinin penceresinden onlara sesleniyordu. Sesi korku doluydu.

“Yukarıda ejderha var! Kaçın, saklanın!”
“Kasaba halkı Windhelm tarafına kaçmış olmalı.” dedi Aodray, Delphine’e dönerek. Bu, kasabanın sessizliğini açıklıyordu. Anlamadığı, evinin penceresinden bağıran kadının neden arkada kaldığıydı.
“Eğer herkes gittiyse, sen neden buradasın?” diye sordu Aodray pencereye yaklaşarak. Fakat kadın, Aodray’dan korkmuş olacaktı ki cevap vermeden hızla penceresini kapattı.
“Sizinde kaçıp, güvende olmanız gerekiyor!” diye bağırdı Aodray pencereye doğru. “Burası çok tehlikeli!”

Evinde saklanan kadınla uğraşırken birinin omzuna dokunduğunu hissetti, Delphine olmalıydı. Kadına döndüğünde, esmer yüzünün bembeyaz kesildiğini fark etti. Delphine tepeye, kasabanın yukarısına donuk bir şekilde bakıyordu. Aodray ne göreceğini, neyle karşılaşacağını tahmin edebiliyordu. Gözlerini çevirdi ve Delphine’nin baktığı yere baktı.

Hiç bakmamış olmayı dilerdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu