Forsworn’lar ve Aodray’ın grubu arasındaki savaş insafsız geçiyordu. Bu yaban haydutları güçlüydüler güçlü olmasına fakat düzenden ve savaş tekniğinden tamamen yoksundular. Şu ana kadar onları geri püskürtmek sorun olmamıştı. Esbern’in kalkan büyüsünün gruba epey bir yararı olmuştu. Astrid arka taraftaki kayalıklara tırmanmış, ok atarak Forsworn’ları teker teker avlıyordu. Aodray, Lydia ve Delphine ise ön saftaydılar.
Köprünün sağından yeni bir akıncı grubu üstlerine doğru geliyordu. Aodray kılıçlarını elinde bir kez döndürdü ve son sürat üstlerine doğru koşmaya başladı. Forsworn’lara ulaşmasına birkaç adım kala var gücüyle sıçradı ve kılıcın birini sol taraftakine diğerini de sağ taraftakine sapladı. Kılıçlarını yenik düşen Forsworn’ların böğründen çıkarttı ve sağ yanında ona doğru hamle yapmak üzere olan düşmanın kafasını tek hamlede uçurdu. Ne var ki düşmanlardan biri tam arkasında kalmıştı. Aodray’ın sadece boynunu o yöne çevirebilecek kadar vakti vardı…
Baltasını Aodray’ın kafasına indirmek üzere olan Forsworn, boğazına saplanan okla silahını yere düşürmüştü.
“Dikkatli ol Ejderdoğan! Bir dahaki sefere hedefi tutturamayabilirim!” diye bağırdı Astrid. Aodray onun kim olduğunu gerçekten çok merak ediyordu. Gizemli bir kadındı, yolculuk boyunca kim olduğu hakkında tek bir kelime bile söylememişti. Astrid’in ne işle meşgul olduğunu öğrenmeyi çok istiyordu. Yine de kendisine doğru koşan Forsworn’lar daha öncelikli bir görevdi.
“FUS-RO-DAH”
Düşman grubu tıpkı Thalmor Justicar’ları gibi dört bir yana uçtu. Kimi derme çatma çadırların üstüne düştü, kimi yüzükoyun yere kapaklandı, kimi de köprüden aşağıya yuvarlandı. Görünüşe göre savaş bitmişti. Grubun kalanı yanında toplanırken Aodray da kılıçlarını sırtına götürdü.
Ağır adımlarla ilerleyerek can çekişen bir Forsworn’un yanına çömeldi. Can çekişmekte olan adam tam anlamıyla yabaniydi. Başlığı deridendi. Geyik kafasından devşirilmişti. Göz hizasından inen iki adet kaplan dişiyle desteklenmişti. Göğüs zırhı yoktu, aslında zırh giydiği pek söylemezdi. Üzerine insan kafatasları yerleştirilmiş, hayvan derisinden bir peştamal giyiyordu. Aodray’ın asıl ilgisini çeken yer ise göğsünün sol yanıydı. Normalde kalbinin olması gereken yer deşilmişti. Kalp yerine ise ne olduğunu bilmediği yeşilimsi bir şey yerleştirilmişti.
“Bir Dikenlikalp.” dedi Esbern yaklaşarak.
“Bir ne?” diye sordu Aodray.
“Uzun hikâye Ejderdoğan. Buradan sağ çıkarsak belki anlatacak kadar zaman bulabilirim. Kalbini sök, bu onları öldürmenin en kolay yolu.” dedi Esbern yeşil nesneyi göstererek.
Forsworn kesik kesik nefes alıyordu. Bir an önce onun acısına son vermek isteyen Aodray, yaranın üzerindeki dikişi bir çırpıda kopardı. Herifin çığlık atmasını beklerdi ama herhangi bir tepki göstermemişti.
Aslında onlarla ilgileniyormuş gibi de gözükmüyordu.
“Bunların hepsi fıttırmış tipler mi?” diye sordu Aodray.
“Çoğu.” diye kısa bir cevap verdi Esbern.
Ölümün eşindeki Dikenlikalp, kalbi sökülürken gökyüzüne bakıyordu. Ölmeden önce gözlerini kıstı ve tek bir noktaya odaklanıp gülümsedi.
Neden gülümsediğini anlamaları için çok beklemelerine gerek yoktu. Birkaç saniye sonra gökyüzü korkunç bir kükremeyle inledi.
***
Kalabalık, çevredeki muhafızların bütün engellemelerine karşın hanın önünden ayrılacakmış gibi görünmüyordu. Herkes Justicar’ların neden öldürüldüğünü bilmek istiyordu. Bu işin sorumluları ise onları meraka sevk ediyordu. Lydia, Jarl’ın korumalarından biriydi ve böyle bir şeyi yapmasına olanak yoktu. Yanındaki sarışın yabancı ise tehlikeli görünüyordu. Zaten halkın kafasındaki soru işaretlerin asıl nedeni de oydu. Lydia’nın yanında ne yapıyordu?
“Koruma Lydia!” diye esmer kadına hitap etti muhafızlardan biri. “Böyle bir şeyi neden yaptın?”
“Sana açıklama borçlu değilim muhafız.” dedi Lydia umursamazca. Aodray’ı sonunda görmüştü. Bu yüzden muhafızların sorularına geçiştirmelik cevaplar veriyordu.
“Konumun bizden yukarıda olabilir fakat burada bir suç işlendi.” diye çıkıştı muhafız.
“Onları saldırı planı içerisindeyken yakaladık. Sen kalabalığı dağıtmaya bak bence.” dedi Lydia. Muhafızı bir an önce başından atmaya çalışıyordu.
“Hayır!” diye bağırdı muhafız. Kalabalığın önünde küçük düşürülmekten hazzetmediği ortadaydı. “Sen ve arkadaşın burada bir suç işlediniz. Müttefiklerimizin askerlerini öldürdünüz. Benimle Dragonsreach’e geliyorsun!”
“Dene bakalım.” diye meydan okudu Lydia. Herkes nefeslerini tutmuş, Lydia ve muhafız arasındaki söz düellosunu izliyordu. Aodray, ikiliye yaklaştı. İçine kötü bir his doğmuşu. Diğer muhafızlar da ne yapacaklarını bilmez bir halde onları izliyordu. Lydia’dan çekindikleri belliydi.
“Jarl Balgruuf adına seni alıkoyuyorum Koruma Lydia!” diye hırladı muhafız kılıcını çekerek.
Aodray öne doğru hamle yaptı ve muhafızın üniformasına yapıştı. Adam gafil avlandığından kılıcını düşürmüştü. Aodray muhafızı kendine çekti ve:
“İşini yap ve kalabalığı dağıt!” diye tısladı.
Muhafızın korktuğu belliydi ama yine de cesurca Aodray’ın bileğine asıldı.
“Sen kim oluyorsun p*ç herif?” diye bağırdı.
“Kelimelerine dikkat et asker!” diye seslendi biri kalabalığın arasından. Aodray başını o yöne çevirdiğinde rahat bir nefes almıştı. Irileth her zamanki donuk ifadesiyle ve çatılı kaşlarıyla tam karşılarında duruyordu.
“Küfrettiğin adam Ejderdoğan Aodray’dır ve Jarl Balgruuf’un özel himayesi altındadır.”
***
Ejderha pike yaptı ve hızla yere doğru uçtu. Aşağıdakiler tam zamanında harekete geçmişlerdi. Dalış alanından hemen uzaklaştılar. Eğer zamanında davranmasalardı ejderha büyük ihtimalle içlerinden birini kapmış oldurdu. Canavarın anlık temasıyla da köprü çatırdamıştı. Yaralanan yoktu, şimdilik.
Aodray köprünün nispeten daha sağlam olan bölümüne doğru koşarken havanın soğuduğunu hissetti. Ürperti her yanını kaplamıştı. Neler olduğunu görmek için etrafına bakındığında yüreği ağzına gelmişti.
Ejderha, Lydia ve Delphine’nin sığındığı kayalığa nefesini püskürtüyordu. Daha önce görmediği bir nefesti bu. Soğuktu ve ölüm gibi bembeyazdı. Bir buz ejderhasıyla karşı karşıyaydılar. Kynesgrove’da öldürdüğü Sahloknir kadar büyük değildi fakat yine de korkutucuydu.
Esmer bir adam kayalığın yanında iki elini öne uzatmıştı. Esbern kayalığa sığınan iki kişiyi koruyabilmek için kendini tehlikeye atarak nefesi kalkan büyüsüyle kesmeye çalışıyordu. Aodray bir an onun başarılı olacağını düşündü. Nefes, görünmez kalkana çarpıyor ve zararsız kar taneciklerine dönüşerek etrafa saçılıyordu.
Nefesin gücü biraz daha artınca olan oldu ve kalkan büyüsü paramparça olan Esbern darbenin etkisiyle Lydia ve Delphine’nin saklandığı kayalığa çarptı. Esbern hareketsiz bir biçimde yere yığılırken ejderha yeniden yükseldi ve yeni saldırısına hazırlandı.
Delphine hemen siperden fırladı Esbern’in yanına koştu. Aodray neler olduğunu bilmek için yanlarına gitmek istese de görüş alanında bulunan gri canavar buna engel olmuştu. Ejderha süratle ona doğru uçuyordu. Aodray kalkan büyüsü bilmiyordu ve gerçek bir kalkan da taşımıyordu. Çift kılıcın onu nefesten koruyamayacağı gün gibi ortadaydı. Ejderha ağzını açtığında var gücüyle haykırdı.
“FUS-RO-DAH!”
Dev bir anda dengesini kaybetti. Geriye yalpa yaptı ve kendini toparlamaya çalışırken epeyce çırpındı. Yeniden havada asılı kalmayı başarabildiğinde kötücül beyaz gözlerini Aodray’a dikti ve konuştu.
“Dovahkiin! Senin buraya kadar geleceğini biliyordum.”
İkinci kez çenesini açtı ve nefesini püskürtmeye yeltendi. Bu sefer çığırış mesafesinin dışında olduğundan Aodray’ın kaçmaktan başka bir çaresi yoktu. Buzlu hava üzerine doğru gelirken köprü yolunda deli gibi koşmaya başladı.
Buzların onu takip ettiğini biliyordu. Eğer bir an bile duracak olursa donarak can verirdi. Mağara girişi gibi görünen açıklığa kadar koştu.
Yüzünü ejderhaya çevirdiği anda ters yönden gelen bir ok canavarın sağ gözüne saplandı. Istırap çığlıkları gökyüzüne yükseldi. Aodray enerjisini topladı ve ilgisi dağılan ejderhaya bir kez daha çığırdı.
Ejderha gürültüyle zemine çakıldı. Kanatlarından destek alarak doğrulduğunda titriyordu. Çarpma şiddetli olmuştu ve ağır yaralanmıştı. Bir kanadı boydan boya yırtılmıştı. Aodray kılıçlarını çekti ve ejderhaya yaklaştı. Daha önce işe yaradığını bildiği yöntemi bu canavarın üzerinde kullanmasında bir sakınca yoktu. İki kılıcı birden canavarın başına sapladı.
Anafor ejderhanın bedenini küle çevirirken diğerleri de açıklığa gelmişlerdi. Esbern neyse ki ağır yaralanmamıştı. Bir eliyle kaburgalarını tutuyor olsa da durumu iyiydi. Delphine ona destek oluyor ve yürümesine yardımcı oluyordu. Lydia hayranlıkla anaforun Aodray’ın bedenine girişini izliyordu. Astrid ise çok yardımcı olmasına karşın ifadesiz bir şekilde onun yanında dikiliyordu. Aodray, Astrid’in kişiliğini her geçen dakika daha da çok merak ediyordu. Baştan aşağıya pelerine sarınmış sarışın bir kadından daha fazlası olduğunu hissediyordu.
“Burası mı?” diye sordu ilgisiz bir tavırla.
“Şüphesiz.” diye cevap verdi Esbern.
Mağaranın içi oldukça ferahtı. Tavanın bir bölümü çökmüştü ve açıklıktan gökyüzü görünüyordu. İnsan yapımı iç duvarlar mağarayı çevreliyordu. Taş bloklarla örülü duvarlar yüzyılların etkisiyle yer yer yosun tutmuşlar ve aşınmışlardı. Karşılarındaki duvarda ise sadece kafadan oluşan bir heykel vardı. Heykelin altında yine taştan yapılma kocaman ve iç içe geçmiş çemberler vardı. Çemberlerin arasındaki olukları gördüğünde Aodray’ın aklına rahatsız edici bir fikir gelmişti.
“Esbern bu şey nedir?”
“Kan mührü.” dedi Esbern çemberi inceleyerek. “Bir diğer unutulmuş Akaviri sanatı. Şüphe yok ki bir şeyleri tetiklemek için buraya konmuş. Tetiklemek içinse… Şey gerekiyor…”
“Kan?” dedi Aodray zaten başından beri biliyormuş gibi.
“Evet.” diye cevapladı Esbern. Sonra Aodray’a bakarak devam etti. “Lakin sıradan bir kan ile olacak iş değil. Sanırsam senin kanın gerekiyor Ejderdoğan.”
Aodray, Esbern’in uzattığı kısa bıçağı aldı ve çemberin orta yerine geçti. Bilgi önemliydi, bilgiye ulaşmak için atılacak son adımdı kan mührü. İşe yaramasını umarak bıçağı avucuna bastırdı.
Birkaç damla kan elinden süzüldü ve mührün ortasına düştü. Oluklar anında beyaz beyaz parlamaya başlamıştı. Duvardaki heykel geriye doğru açıldı ve tapınak girişini ortaya çıkarttı.
“Başardın.” diye haykırdı Lydia. “İşte, tapınak girişi.”
Girişteki meşaleleri aldılar ve Esbern’in büyüsü sayesinde yanmalarını sağladılar. Mağaranın ilk bölümü kadar büyük bir yerdeydiler. Fakat buranın havası boğucu ve yapış yapıştı. Karanlık beş meşaleye rağmen hala tam anlamıyla geri çekilmiyordu. Ayak sesleri boşlukta yankılanıyordu.
“Hah, işte… Bu olmalı.” dedi Esbern karşıyı göstererek. Yanlarından ayrıldı ve karanlıkta hatları oldukça bulanık olan duvara yaklaştı. Meşalesini duvarın sol yanındaki bir şeye yaklaştırdı. Etraf şaşırtıcı biçimde aydınlanmıştı.
“Shor’un kemikleri aşkına! Alduin’in Duvarı!” diye nidayı bastı Esbern. Duvara kazınmış kabartmalara ve karmaşık tasvirlere hayranlıkla bakıyordu. “Çok iyi korunmuş, baksanıza. İkinci Era döneminden beridir burada duruyor olmalı.”
“Bakın!” diye duvarın sol tarafındaki ilk kabartmayı gösterdi. “Bu Alduin…” Devasa bir ejderha kanatlarını açmış, aşağıda kaçmaya çalışan insanlara ölüm alevlerini püskürtüyordu. “Bu levha her şeyin başlangıcına, Alduin ve ejder mezhebinin Skyrim’i hükmettiği zamana kadar gidiyor.”
“Onlar bizi yönetiyor muydu?” diye sordu Aodray şaşkınlıkla.
“Elbette, bu toprakların isminin Skyrim olmasının bir nedeni var. Tabi bu hükümranlık uzun sürmeyecekti.” diye cevapladı Esbern. Sonra biraz ilerideki levhayı gösterdi. İnsanlar çaresizce gökyüzünde uçan ejderhalara karşı koymaya çalışıyordu.
“Burada, insanlar büyük ejderha lordlarına karşı büyük direnişi gerçekleştiriyorlar. –Efsanevi Ejderha Savaşı.”
Esbern levhalar arasında ilerleyerek duvarın tam orta yerine geldi. Bu tablette Alduin kendine doğru gelen akıma direniyor gibi görünüyordu. Ona bunu yapan ise hemen altında kollarını iki yana açmış keşiş görünümlü bir insandı.
“Alduin’in düşüşü duvarın orta kısmına işlenmiş.” dedi Esbern levhayı göstererek. “Bakın, burada gökyüzünden aşağıya düşüyor. Ses’in Ustaları onu alt ediyor!”
Ses’in Ustaları? Aodray’ın kafasında bir şimşek çakmıştı.
“Peki, onu nasıl alt edeceğimizi de gösteriyor mu?” diye sordu Delphine. “Buraya boşuna gelmedik değil mi Esbern?”
“Evet, evet işte burada!” dedi Esbern heyecanlı bir şekilde. Levhada diğerlerinin göremediği bir detaya takılmıştı. “Nord kahramanlarının ağızlarından çıkıyor. Hmm, bir Akaviri sembolü ve sanırsam anlamı da…”
“Çığırış.” dedi Aodray Esbern’i tamamlarcasına. Esbern ona döndü ve başıyla onayladı.
Galiba Hrothgar’ı yeniden ziyaret etmenin vakti gelmişti.