Dünya-Yiyen gitmişti. Yanında da Skyrim’in tüm umudunu götürmüştü. Aylardır süren bekleyiş, hazırlık ve uğraş boşa gitmişti. Yapacak hiç bir şey yoktu. Ne Ejder-Çeken çığırışı ne de kara kanla kaplı kılıcı onu mağlup etmeyi başarabilmişti. İkisi de işe yaramazdı.
Paarthurnax hemen arkadaki kayalığın üzerine tünemişti. Yaralıydı ve bitkin düşmüştü. Aodray ona minnettardı. Paarthurnax savaş sırasında kendisini, Aodray ve Alduin’in arasına siper etmişti. Parşömenin etkisi sürerken, Aodray’ın geri dönmesi için zaman kazanmıştı. Aodray ise onun çabasını boş çıkartmıştı. Kaybetmişti.
Kanla kaplı kılıcına bir kez daha baktı. Şimdi uçurumun kenarında duruyordu. Yetersizdi, işe yaramazdı. Çelikten yapılma basit bir silahtı. Alduin’in çelikten daha güçlü pullarına karşı ne gibi bir şansı olabilirdi ki?
“Lot krongrah.” dedi Paarthurnax kayanın üzerinden. Hırıltılı sesinde gurur vardı. “Gerçekten de bir Dovah nefesine, kudretine sahipsin. Alduin ve yandaşları zaferinden sonra panikleyecekler.”
Aodray gülerek iç çekti. “Zafer filan değildi, bunu sende çok iyi biliyorsun Paarthurnax. Kaçıp gitti!”
“Ni liivrah hin moro.” diye onayladı Paarthurnax. Gerçi Aodray ne dediğini anlamamıştı. “Doğru, bu tam bir krongrah-zafer sayılmaz. Lakin unutma ki bu güne kadar nice kahraman onun karşısında telef oldu. Sen, onu açık bir savaşta yenen ilk kişisin.”
“Ölmediği sürece ne fark eder ki? Geri dönecek.” dedi Aodray. Hala kılıca bakıyordu. Sesi hiptonize edilmiş gibi çıkıyordu. “Döndüğünde de, o kadar şanslı olacağımı sanmıyorum.”
“Alduin kendi gücü hakkında hep kibirli davranmıştır. Uznahgar paar.” dedi Paarthurnax. “Hâkimiyetin onun doğuştan hakkı olduğunu düşünürdü, şimdiye kadar. Burada yaşananlar, onun diğerleri üzerindeki hâkimiyetini sarsacaktır.”
“Kısa bir süre için Paarthurnax. Dediklerini o da düşünüyordur.” dedi Aodray. “Benim için geri gelecek.”
“Eğer sen ona gitmezsen.”
Aodray ilk defa başını çevirdi. “Nereye gittiğini bulmam gerekiyor.”
“Evet. Onun yandaşları bize nereye gittiğini söyleyebilirler. Motmahus… Ama onları Alduin’e ihanete ikna etmen kolay olmayacak Dovahkiin.”
“Kolay olan bir şey söylesene.” dedi Aodray.
“Belki… Hofkahsejun- Whiterun’daki saray… Dragonsreach.”
Aodray Dragonsreach’i duyunca kulak kesilmişti.
“Orasının asıl yapılış amacı bizleri yakalamaktı. Bir Dov’a tuzak kurmak için iyi bir yer öyle değil mi?”
“Öyle sanırsam.” diye cevap verdi Aodray. “Ama Whiterun Jarl’ının da böyle düşüneceğini hiç sanmıyorum.”
Aklına Jarl Balgruuf’un yaşadığı ikilemler gelmişti. Bir tarafta Ulfrick’in baskısı ve Ivarstead’de yaşananlar, diğer tarafta İmparatorluk’un ondan istediği sadakat. Skyrim’in tam ortasındaki bu garnizon hala kimin tarafında olacağını seçmemişti. İki taraftan biri her an şehrin kapılarına dayanabilirdi. Halk korku içinde, Jarl kararsız bir haldeyken, şehrine bir ejderhanın -üstelik bilerek- girmesine asla izin vermezdi.
“Hmm, evet. Ama senin iraden oldukça güçlü Dovahkiin.” dedi Paarthurnax. “Onu ikna edebileceğinden yana hiç kuşkum yok. Kendini asla küçümseme Dovahkiin, çünkü biraz önce gözlerimin önünde bir ölümsüze meydan okudun!”
Aodray kılıcının artık elinde olmadığının yeni farkına varmıştı. Uçurumdan aşağıya doğru düşen şeyi gördüğündeyse yakalamasının imkânı yoktu. Dağın eteklerindeki sis bulutunda kaybolan kılıcına son kez baktı ve Paarthurnax’a dönerek,
“Teşekkürler Usta Paarthurnax. Her şey için.” dedi.
***
“Aodray,
Hayatta olduğuna sevindim. Dağlarda savaşın sürerken tüm Whiterun seninleydi. Başarmana, hala hayatta olmana sevindim. Fakat yukarıda savaştığını söylediğin şey… Alduin Dünya-Yiyen! İşte bu tüm korkularımın ötesinde olan bir şey ve sen onu yendin. Whiterun’da hak ettiğin gibi karşılanacaksın, hiç şüphen olmasın.
Dragonsreach’in ejderhaları yakalamak için yapıldığını ben de biliyorum ama düşündüğün şey delilik. Buna izin veremem, en azından şu anki durumda olmaz.
Yine de sana yardım etmek istiyorum Ejderdoğan. Bizim için yaptığın onca şeyden sonra kendimi sana karşı borçlu hissediyorum. Fakat önce sen bana yardım etmelisin.
Hem General Tullius hem de Jarl Ulfrick, benim yanlış bir hamlemi bekliyorlar. Bir ejderha adamlarımı öldürürken ve şehrimi talan ederken onların boş duracağını mı sanıyorsun? Şehrimin, düşman saldırısına açık hale gelmesine izin veremem. Üzgünüm.
Ama şehrimin bir süre güvende kalacağını garanti edebilirsen senin çılgın planına seve seve yardım ederim.
Unutma ki iki tarafı ateşkese ikna etmek çok zor bir iş olacaktır. Şu an bulunduğun yer, yani Hrothgar bunun için mükemmel bir yer. Gri Sakallar, ben de dâhil olmak üzere tüm Nord’ların saygısını kazanmış kimselerdir. Ve onlar tarafsızlığı simgelerler. Eğer bir barış konseyi kurmak isterlerse… Belki Ulfrick ve Tullius onları dinlerler.
Bunu senden bir dostun olarak rica ediyorum Ejderdoğan. Senin ejderhaları durduracağına gönülden inanıyorum ve belki bu anlamsız savaşı da engellersin.
Jarl Balgruuf”
Aodray kuryenin getirdiği mektubu katlayıp eline sıkıştırdı. Hiç bir şeyin kolay olmasını beklemiyordu ama Jarl’ın ondan istediği şey neredeyse Alduin’i yenmek kadar zordu. Savaşmak iyi olduğu şeydi, kendini bildi bileli savaşıyordu -büyük ihtimalle bilmediği zamanda savaşıyordu- ama diplomasi… İşler çok karışabilirdi.
Avluyu geçti ve Arngeir’in meditasyon yaptığı pencerenin önüne geldi.
“Size bahsettiğim ejderha yakalama işinde yardım gerekiyor.” dedi.
“Bizler savaşçı değiliz Ejderdoğan.” diye karşılık verdi Arngeir. “Bunu biliyorsun.”
“Hayır, Usta Arngeir.” diye hemen düzeltti Aodray. “Ejderhayı yakalamakla ben uğraşırım. Size başka bir şeyde ihtiyacım var.”
“Ne olduğunu söylersen belki yardım edebiliriz.”
“İç savaşı durdurmak için yardımınız gerekiyor.”
“Bizim yetki sınırlarımızı tamamen yanlış anlamışsın.” dedi Arngeir. “Gri Sakallar asla başkalarının politik işleriyle uğraşmazlar.”
“Bunu biliyorum Usta Arngeir.” diye cevapladı Aodray. “Jarl Balgruuf savaş durumu nedeniyle bana yardım etmiyor. Elim kolum bağlanmış durumda.”
“Anlıyorum Ejderdoğan.” dedi Arngeir. Sonunda Aodray’ın içine düştüğü zor durumu fark etmiş gibiydi. “Seni Alduin’e götürecek şeyi biliyorsun, ama Jarl’ın yardımı olmadan…”
“İki tarafta size saygı duyuyor. Sözünüzü dinleyeceklerdir.”
“Paarthurnax sana yardım etmeyi seçti, seninle birlikte savaştı. Onun yolu bizim yolumuzdur. Öyle olsun bakalım. General Tullius ve Jarl Ulfrick’e, Gri Sakallar’ın onlarla konuşmayı arzuladığını söyle.”
Aodray koşarak yatakhanedeki yazı masasına gitti. Eline tüy kalemi aldı ve iç savaşın iki liderine davet mektuplarını yazdı. Üçüncü bir mektubuysa, gizlice yazdı. Gri Sakallar’ın son ana kadar bilmesine izin veremeyeceği bir mektuptu.
***
4 gün sonra Hrothgar
İmparatorluk heyeti önlerinden geçip, toplantı odasına giderken, “Sonunda başardın.” dedi Arngeir kaygıyla. Stormcloak’ların aksine epey kalabalık gelmişlerdi. Onlarla gelen Thalmor Büyükelçisi, Aodray’ı fena halde endişelendirmiş, hatta sinirlendirmişti. Aynı endişeyi Arngeir’in de yaşadığına hiç kuşku yoktu. “Yıkımın ve şiddetin adamları burada, yüzyıllardır barışın korunduğu sağlam duvarların içinde toplandı. Böyle bir şeye hiç izin vermemeliydim.”
“Usta Arngeir, bu tek yol. Lütfen anlamaya çalışın.”
“Biliyorum Ejderdoğan.” dedi Arngeir. “Zaten bu yüzden geleneklerimizi çiğneme adına bu konseye izin verdim. Pişmanlığım yararsız, sonuçta hepimiz buradayız. Şimdi içeri git ve konsey masasındaki yerini…”
Arngeir’in sözü Hrothgar’a son gelenlerle yarıda kalmıştı. Yaşlı keşiş önce gelenle bakmış, sonra da soran bakışlarla Aodray’a dönmüştü.
“Sen Arngeir’sin, değil mi?” diye sordu Delphine hiçte nazik olmayan bir dille. Neden burada olduğumuzu biliyorsun diye umuyorum.”
Arngeir, “Biliyorum.” dedi aynı tavırla karşılık vererek. Ortam, daha konsey başlamadan gerilmişti.
“Peki, içeri girmemize izin verecek misin?”
“Sizin buraya davet edilmemiş olmanız gerekiyordu.” dedi Arngeir kızgınlıkla. Aodray bu kızgınlığın bir bölümünün de kendisine karşı olduğunu tahmin edebiliyordu. “Burada hoş karşılanmıyorsunuz!”
“Yanılıyorsun, en az sizin kadar bizimde bu konseyle olmaya hakkımız var!” diye karşı çıktı Delphine.
Arngeir’in durumdan hiç hoşnut olmadı o kadar belliydi ki. Derin bir nefes aldı ve “Öyle olsun bakalım, içeri girebilirsiniz.” dedi yüzlerine bakmadan.
Toplantı odasının büyük oval masasının etrafını Skyrim’in iç savaşından sorumlu insanlar çevrelemişti. Masanın ortasındaki büyük boşlukta bulunan ateş, endişeli yüzleri aydınlatıyordu. Arngeir, oturması için en karşıdaki sandalyeyi işaret etmişti. Aodray, Tullius’un tarafından geçip sandalyesine oturdu. General’in son konuşmalarından bu yana biraz olsun ılımlı davranmasını beklerdi, ama yanlarında getirdikleri Elenwen bunu tersini anlatır nitelikteydi.
“Sanırsam şu anda herkes burada.” dedi Arngeir. “Lütfen yerlerinize oturun ve konseyi başlatalım.”
İmparatorluk heyeti kendilerine ayrılan sağ bölüme geçti sırayla yerlerine oturdular. Delphine ve Esbern ise hemen karşılarına oturmuştu. Fakat Ulfrick ve Komutan Galmar hala ayaktaydılar. Kollarını kavuşturmuşlar nefretle Elenwen’e bakıyorlardı.
“Hayır!” diye bağırdı Jarl Ulfrick sinirle. “Onu konseye getirmeniz bizim değerlerimize bir hakarettir.”
“Yanılıyorsun Ulfrick, benim de bu konseyde bulunmam ve anlaşmalarda söz hakkında bulunmam gerekiyor.
“Elenwen İmparatorluk’un bir parçasıdır.” diye noktayı koydu Tullius. “Bu konseye kimin girip giremeyeceğini belirlemek sana düşmez.”
“Lütfen.” diye endişeyle araya girdi Arngeir. “Eğe daha şimdiden anlaşamıyorsak, hiçbir şey yapamayız. Belki de Ejderdoğan’ın fikrini almak için doğru bir zamandır. Kendisi sizi buraya getiren, bu konseyi hazırlayan kişidir.”
“Aodray, bu güneyli p*çlerin bize hakaret etmesine izin mi vereceksin?” diye ona döndü Ulfrick. “Eğer Thalmor k*lt*ğıyla aynı masada oturak seni rahatsız etmiyorsa bilemem ama ben katlanamıyorum.”
Aodray başını Elenwen’in oturduğu yere çevirdi. Gözlerini kısmıştı. Elenwen’den en az Jarl Ulfrick kadar hazzetmiyordu. Elçilikte yaşadıkları hala aklındaydı.
“Burada işin yok Elenwen.” dedi buz gibi bir sesle. “Konseyde istenmiyorsun.”
“İyi bakalım.” dedi Elenwen aynı şekilde karşılık vererek. “Köpeğin ve sen bu küçük zaferin tadını çıkartın bakalım.”
Aodray bir anda kontrolünü kaybetti ayağa kalktı. Bunu yapmaması gerektiğini gayet iyi biliyordu ama olmuştu işte.
“Beni iyi dinle Elenwen.” diye konuştu. Sesi sakin olsa da aşırı tehditkâr bir hava sahipti. “Yazdıklarını gördüm. Ülkenin dört bir yanındaki Nord’ları, Esbern’i bulabilmek için kaçırdığını ve işkence ettiğini biliyorum. Amacın İmparatorluk’a hizmet değil, onları kuklan yapmak.
Ivarstead’e saldırdın, beni neredeyse öldürüyordun. Küçük bir zafer mi? Bu zafer değil, sadece burada olmayı hak etmiyorsun. Ellerindeki kanla Hrothgar’ı da kirletmene izin vermeyeceğim.”
Elenwen önce bir şey söyleyecek gibi oldu ama sonra vazgeçti ve ardına bile bakmadan salonu terk etti.
“Küçük sorun da halledildiğin göre, artık başlayabiliriz sanırsam.” dedi Arngeir. “Kim başlamak istiyor.”
“Ben başlamak istiyorum.” dedi Jarl Ulfrick. Kendine ayrılan yere henüz oturmuştu. “Buraya sadece Ejderdoğan’a yardım etmek için bulunuyorum. Yoksa hiç bir kuvvet beni sizin gibi insanlarla aynı masaya oturtamazdı. Sizler Skyrim’in özgür insanları için birer tehditsiniz…”
“Buraya konuşma yeteneklerini göstermek için mi geldin Ulfrick?” dedi Tullius araya girerek. “Yoksa anlaşmaya mı?”
“Haklısın.” dedi Ulfrick. General’in sözünü kesmesine aldırmamış gibiydi. “Hadi bitirelim şu işi.”
“Sanırım herkes hazır.” diye konseyi açtı Arngeir. “Buraya Ejderdoğan’ın ve Jarl Balgruuf’un istediği üzerine toplandık. Ejderdoğan’ın da dediği gibi, sizden Hrothgar’ın temsil ettiği şeylere saygı duymanızı bekliyoruz. Şimdi kim müzakereyi başlatmak istiyor?”
“Yeniden Markarth’ın idaresini istiyoruz.” dedi Jarl Ulfrick. “Barış için istediğimiz şart bu.”
“Demek bu yüzden buradasın?” dedi bir kadın nefrete. Kadın esmer bir Güneyli’ydi. Tullius’un hemen yanında oturuyordu. Başında altından, gösterişsiz bir taç vardı. Gözleri hüzün ve öfkeyle doluydu. Aodray, onun kim olduğu çok merak etmişti. “Gri Sakallar’ın hoşgörüsünü ve bu konseyi bize hakaret etmek için kullanmaya nasıl cüret edersin?”
“Jarl Elisif!” diye araya girdi Tullius. “Lütfen, ben hallederim.”
İsim zihninde bir şeyleri çağrıştırmayı sonunda başarmıştı. Bu genç kadın Solitude Jarl’ı olmalıydı. Büyük Kral’ın dul eşi. Aodray bir Stormcloak’tu, ama kadının cesaretine hayran kalmıştı. Burada, kendi kocasının katiliyle yüzleşiyordu.
“Ulfrick gerçekten de Markarth’ı anlaşma masasına koymamızı bizden beklemiyorsundur umarım.” dedi General kızgınlıkla. “Ve yine umarım ki bu konseyi savaşı kazanabilmek için bir araç olarak görmüyorsundur.”
“Elbette Jarl Ulfrick’in de istediğinin karşılığında verebilecekleri olmalı.” dedi Arngeir. “Sizin karşı teklifiniz nedir General?”
“Bir dakika!” diye yeniden atıldı Jarl Elisif. “Markarth’ı bu haine vermeyi kabul edemeyiz.”
“İmparatorluk, Whiterun’ın sadakatini bu şekilde mi sağlamaya çalışıyor?” diye sordu Jarl Balgruuf.
“Yeter!” diye ikisini de durdurdu Tullius. “Öncelikle, açık olalım. Bu konsey benim fikrim değildi. Bana göre boşa zaman harcıyoruz. Ulfrick, sen bir vatan hainisin ve hainler ölümü hak ederler. Fakat herkesin geleceğini kurtarabilmek için şu an seninle anlaşmak zorundayım. Eğer benden Markarth’ı istiyorsan karşılığında Riften’i vermek zorundasın. Sen ne diyorsun Ejderdoğan?”
“Eğer bu adil bir değiş-tokuşsa ki bana öyle geliyor, onaylıyorum.” dedi Aodray. İmparatorluk’un Riften’i neden istediğini biliyordu. Cyrodiil sınırına yakın olup, sürekli destek alabilmek amacındaydılar. Ama Markarth gibi önemli bir şehre karşılık olarak sadece orası uygun olurdu.”
“Beni hayal kırıklığına uğrattın Ejderdoğan.” dedi Jarl Ulfrick. “Senin bir Stormcloak olduğunu sanıyordum. Ama görünen o ki Tullius senin favorin oluvermiş.”
“Unutma Ulfrick, her şeyin sonunda yeniden o bloklara geri döneceksin ve bu sefer seni hiçbir ejderha kurtaramayacak!”
“Her zamanki gibi; İmparatorluk’un boş umutlarından biri.”
“Sen ne cüretle…”
“Susun!” diye bağırdı Esbern. Sinirden köpürmüştü ve ayağa fırlamıştı. “Hırslarınız sizi bu kadar mı kör etti? Burada oturup birbirinize hakaret etmeniz hiç bir şeyi kanıtlamaz!”
“O seninle mi Delphine?” diye sordu Ulfrick kadına dönerek. “Eğer öyleyse, konuşma biçimine dikkat etmesini söyle lütfen.”
“Evet, o benimle!” dedi Delphine. “Benim tavsiyem de ikinizin çenenizi kapatıp, çok geç olmadan onu dinlemeniz olacaktır.”
“Tehlikeyi anlamakta neden bu kadar inatçısınız?” diye devam etti Esbern. “Alduin geri döndü ve yandaşlarının ruhları yeniden havaya yükseliyor! Yeterince güçlendiğinde sizin zavallı askerlerinizin onun karşısında hiç bir şansı olmaz! Savaşı kazanmanız sizi kurtaramaz!”
***
Saatler süren müzakere süreci bittiğinde Aodray sonunda rahatlayabilmişti. İş sonunda Markarth ve Riften el değiştirmiş ve birçok başka karar alınmıştı.
“Teşekkürler Esbern.” dedi Aodray yaşlı adama dönerek.
“Ben sadece sana yardım ediyordum.” diye cevapladı Esbern. “Ve sanırsam bir kaç fak yardımım daha dokunabilir.”
Aodray sorarcasına baktı.
“Ejderha isimleri her zaman bir çığırışın üç harfini oluşturur. Yani onların isimlerini Ses ile haykırırsan, yanına çağırabilirsin.” dedi Esbern.
“Ve sen tam olarak kimi aradığımı biliyorsun.”
“Kendisi Alduin’in sağ kolu ve aradığın bilgiye sahip tek ejderha sanırsam. İsmi Od-Ah-Viing! Bol şans Ejderdoğan, ihtiyacın olacak.”
“Biliyorum.”
“Bu arada…” diye söze girdi Delphine, elindeki nesneyi Aodray’a uzatarak. Aodray yazdığı mektupta bir silaha ihtiyacı olduğunu söylemişti. Geçen sefer yanlarına gittiğinde gördüğü katanalardan epey etkilenmişti. Ama Delphine’nin getirdiği kılıç kesinlikle orada gördüklerinden daha üstündü.
“Bu kılıç Ejder-Afeti olarak bilinir.” dedi Delphine. “Ona iyi bak.”
“Emin olabilirsin.” diye cevapladı Aodray. Uzun, ince kılıcın üzerindeki büyülü çizgile gözlerini kamaştırıyordu. İnanılmaz görünüyordu.
“Gitmeden senden istediğimiz son bir şey daha var Ejderdoğan.”
Aodray kılıcı beline asarken sordu:
“Söylemeniz yeterli Delphine. Benim için o kadar çok şey yaptınız ki?”
“Paarthurnax’ı öldürmeni istiyoruz!”
Aodray şok içinde başını kaldırdı. Duyduğu şeye inanamıyordu. Ama Delphine’nin ifadesinden kulaklarının doğru duyduğuna emin olmuştu.
“Paarthurnax’ı öldürmek mi?”
HAFTAYA: FİNAL – 30. BÖLÜM – SOVNGARD