“Aslında iyi değilim Gerdur.” dedi Ralof kadının ellerini yüzünden çekerek.
“Demek duyduklarım doğruydu, tahmin etmiştim.” dedi kadın kendi kendine. Sonra da onlar karşılık veremeden durumu açıkladı. “Duyduğuma göre Jarl Ulfrick yakalanmış. Onu ve bazı askerlerini infaz için Helgen’e götürmüşler. Ama sen buradasın, bu nasıl olur?”
Ralof kardeşinin giderek histerikleşen konuşmasını bölüp onu sakinleşmesi için sandalyesine geri oturttu. Kadın gözleri dolmuş bir şekilde Ralof’un elini sıkıca kavramıştı, sanki bıraksa kardeşi kaybolacaktı. Aodray, onun söylentiler nedeniyle ne kadar üzülmüş olabileceğini tahmin edebiliyordu. Acaba kendisinin de bir kardeşi var mıydı? Acaba oda tıpkı Gerdur gibi kendisinin şu anda sağ salim eve dönmesini mi bekliyordu? Belki…
Yine de bu Aodray’a başka bir hayat gibi geliyordu, hatırlayamadığı ve ya asla yaşayamadığı…
“O da kim?” diye sordu Gerdur bir anda. Anlaşılan Aodray’ın yanında oluğunu yeni fark etmişti.
“İsmi Aodray, bir arkadaşım.” dedi Ralof, Aodray söze giremeden. “Ona hayatımı borçluyum.”
“Ralof biraz abartmadın mı?” dedi Aodray kaşlarını kaldırarak. Sonra da kadına dönerek, “Hanımefendi, kardeşiniz bana hayatını borçlu değil. Aksine beni ölümün eşiğinden kurtaran o. Övgüyü hak eden de o.”
“Bir Nord’a yaraşır gibi alçakgönüllü bir ruhun varmış.” dedi kadın gülümseyerek. “Kimin kime borçlu olduğu önemli değil. Önemli olan burada olmanız.”
“Haklısınız hanımefendi.”
“Bir de şu hanımefendi saçmalığını kesersen sevinirim.” dedi Gerdur. “Bana Gerdur de lütfen. Ralof’un arkadaşı benim de arkadaşım sayılır.”
“O zaman,” dedi Aodray gülümseyerek. “Haklısın Gerdur.”
“Eh, artık arkadaşınla da tanıştığıma göre bana olan biteni anlatın bakalım.” dedi Gerdur. Kendini biraz olsun toparlamıştı.
Ralof, “Şey Gerdur,” diye rahatsızca etrafına bakındı. “Çevrede bu kadar çok muhafız varken burada anlatamam. Daha rahat konuşabileceğimiz bir yere gidelim. Hem biz açlıktan ölüyoruz. Konuşmaya başlamadan önce bir şeyler yesek?”
“Tamam o zaman bize gidelim.” dedi Gerdur. “Zaten yemek saati de yaklaştı. Hep beraber yeriz, ondan sonra anlatırsınız.”
“Harika olur!” diye karşılık verdi Ralof. Bu, midesi guruldamaya başlayan Aodray için de harika bir haberdi.
“Gerçekten sana çok minnettar kalırız Gerdur.” dedi Aodray, Ralof’u onaylayarak.
“Eh, o zaman düşün peşime bakalım.” dedi Gerdur ayağa kalkarak. “Ev yakın zaten.”
Gerdur ve ailesinin yaşadığı ev, ufak, taştan örülü bir kulübeden ibaretti. Ev kadar küçük olan ön bahçe ise düzensiz tahta çitlerle çevrelenmişti. Ailenin yegane zenginliği olan bir inek ve bir kaç tavuk bahçede tembel tembel dolanıyordu. Onların yaklaştığını ilk gören sekiz-dokuz yaşlarında olan bir erkek çocuğu olmuştu. Bahçeye girdikleri gibi yanlarına koşmuştu.
“Ralof amca!” diye bağırdı. Heyecandan yanakları pembeleşmişti. Meraklı gözlerle amcasının kınında duran kılıcına bakarak, “Kılıcını görebilir miyim? Onunla kaç güneyli öldürdün? Gerçekten de Ulfrick Stormcloak’u tanıyor musun?” diye soru bombardımanına başladı.
Gerdur, “Amcan çok yorgun Frodnar.” diye tatlı-sert çıkıştı. “Yemeğe kadar bekleyebilirsin.”
“Ama anne ben Ralof amcayla konuşmak istiyorum.”
“Çocuğu rahat bırak Gerdur.” dedi Ralof kardeşine dönerek. “O kadar da kötü değilim, en azından bu genç adamla takılacak kadar enerjim var.”
Gerdur bunun üzerine gözlerini devirerek, “İyi o zaman, yemek hazır olunca gelirsiniz” dedi ve kapıyı açarak içeri gitti.
Ralof, kardeşi gidince kılıcını çekti ve çömelerek Frodnar ile aynı hizaya geldi. Kılıcını çocuğun minik ellerine tutuşturduğunda mavi gözleri adeta ışıldıyordu.
“Bu benim arkadaşım Aodray” diye çocuğun omuzlarını sıvazlayarak Aodray’ı gösterdi. “Gördüğüm en yetenekli savaşçılardan biri. Tek başına bir imparatorluk kaptanını saniyeler içinde yere serdi.”
“Vay canına,” diye ağzı bir karış açık ona döndü. “Cidden yaptın mı?”
“Şey, amcanın dediği gibi abartılı olmasa da-”
Ralof’un ona çaktırmadan attığı bakışı yüzünden sözünün orta yerinde duraladı. “Şu anda mütevazi olmana gerek yok” der gibiydi. Aodray mahcupça başını kaşıdı. Eh, burada küçük bir çocuğa etkileyici bir kahramanlık öyküsü anlatması gerekiyordu. Hızla ve gösterişle kılıcını çekti ve sanki karşısındakiler düşmanlarıymış gibi gardını alarak:
“Amcan ve ben kapana sıkışmıştık genç adam!” diye kulağına şapşalca gelen bir sesle anlatmaya başladı. “Bize doğru iki düşman koşarak geliyordu. Çok güçlü olmakla övünen imparatorluk askeriydi gelenler. Biri amcana diğeri de bana düştü.”
“Ve Aodray’a düşen bir kaptandı!” diye yeniden araya girdi Ralof. Çocuk hikayenin anlatılış biçiminden fazlasıyla etkilenmiş gibiydi.
“Çarpışmamız saatler sürdü.” dedi Aodray kılıcını delicesine oraya buraya sallayarak. Onun bu garip hareketleri karşısında çocuk kadar Ralof’un da eğlendiği her halinden belli oluyordu. “Son darbe için iki tarafta karşısındakinin açığını bekliyordu. Korkunç düşman kafamı uçurmak için kılıcını hunharca savurdu. Kılıç boynuma doğru gelirken zaman sanki yavaşlamıştı.”
Frodnar elindeki kılıcı yere düşürerek, “Sonra?” diye bağırdı. Nefesini tutmuştu.
“Böyle bir hamle yapacağının farkındaydım. Hızla eğildim. (Söylediği gibi kendisi de eğilerek.) Kaptanın saldırısı böylece boşa gitmiş oldu. Üstelik sendelemişti! Ben de vakit kaybetmeyerek kılıcımla onu bir hamlede yere serdim.”
“Harika!” diye çığlığı bastı Frodnar. Sonra amcasına dönerek, “Müthiş arkadaşların var Ralof amca!”
“Öyledir, Aodray gerçekten müthiştir.” dedi Ralof. Bunları söylerken Aodray’a mutlu bir şekilde gülümsemişti. Bu iltifat Frodnar’ı etkilemekten daha fazlasıydı. Ralof gerçekten de düşündüğünü söylemişti.
“Şey, sağ ol Ralof.” dedi Aodray. Başka ne diyeceğini bilememişti.
“Önemli değil kardeşim.” diye karşılık verdi Ralof. Sonra yeniden Frodnar’a döndü. “İstersen onunla antrenman yapabilirsin Frodnar. “Ne dersin?”
Çocuğun gözleri mutlulukla büyüdü. “Cidden mi?”
“Neden olmasın?” dedi Aodray çocuğa bakarak. “Gel bakalım genç savaşçı!”
Aodray hava hafiften kararana kadar Frodnar’a kılıç kullanmanın inceliklerinden bahsetti. Çocuk onun gösterdiği her hareketi büyük bir hevesle uygulamaya çalışıyordu. Ralof ise bahçedeki sıralardan birine oturmuş keyifle onları izliyordu. Aodray yaptığı her hareketle en az Frodnar kadar hayrete düşüyordu. Çünkü gösterdiği birçok şeyi sanki kendisi de ilk defa öğreniyordu. Savaşabiliyor olmak güzeldi, fakat bunu nasıl yaptığı hakkında en ufak fikri bile yoktu.
Onlar bahçede oyalanırken evin kapısı açıldı ve Gerdur aralıktan seslendi:
“Yemek hazır! Frodnar koş babana haber ver!”
“Peki, anne!” dedi çocuk elindeki kılıcı Aodray’a uzatarak, “Teşekkür ederim!” diye de ekledi.
Aodray çocuğun terden yüzüne yapışmış altın sarısı saçlarını babacan bir edayla karıştırarak, “Sen ne zaman istersen bunu tekrarlayabiliriz genç savaşçı” dedi. Çocuk koşarak babasına haber vermeye giderken o ve Ralof da aralanmış kapıdan içeri girdiler.
Dışarısı kararmaya başlayan havayla beraber soğumaya başladığından Aodray karşısında alev alev yanan şömineyi gördüğüne çok sevinmişti. Hemen, şöminenin üzerinde kaynamakta olan akşam yemeğini karıştırmakla meşgul olan Gerdur’un yanına gitti ve kendini ısıtmaya çalıştı. Sağ tarafında eski bir yemek masasının üzerine beş adet yemek tabağı konulmuştu. Şöminenin diğer yanındaki daha küçük bir masanın üzerine ise çeşitli yemek malzemeleri dağılmıştı. Belli ki bunlar az önce yapılan ve şu anda burnuna gelen enfes kokunun hammaddeleriydi. Onun üstüne gerilen ipe baharatlar ve hayvan etleri kuruması amacıyla asılmıştı. Ev masadan itibaren keskin bir açıyla yatakların olduğu bölüme dönüyordu. Burada ise ev sakinlerinin uyuduğu yataklar bulunuyordu.
Aodray en uçta bulunan çift kişilik yatağın yanındaki ayna ve su kovasının olduğu yere gitti. Frodnar ile olan oyunu sonrası biraz terlemiş ve kirlenmiş olduğundan sofraya bu şekilde oturmak istemiyordu. Ellerini kovanın içine daldırdı ve bir avuç dolusu suyu hızla yüzüne çarptı.
Ellerini yüzünden çekip su damlaları bir kaç günlük kirli sakalından aşağıya damlarken aynada ona bakan yabancıyı izlemeye koyuldu. Omuzlarına kadar uzanan siyah saçları kir nedeniyle keçeleşmişti. Yüzünün her santiminde artık gençliğini geride bırakmış bir adam olduğunu belli eden işaretler vardı. Geniş alnının altında ki kahverengi gözler ise şaşkın ve umutsuzdu. Sağ kaşından başlayan, elmacık kemiğine dayanan eski bir yara izi geçmişte yaşadığı zorlu bir çatışmanın anısı olarak yüzüne kazınmıştı.
Bir insanın kendi görüntüsüne yabancı olmasından daha kötü ne olabilirdi ki?
Kapının son kez açılmasıyla dalıp gittiği aynadan uzaklaştı. Gerdur’un kocası gelmişti. Geriye yatırdığı uzun sarı saçları ve çenesine gelen kocaman bir bıyığı vardı. Parlak mavi gözleri oğlununkilerle aynıydı. Adam içeri girer girmez Ralof’u gördü ve iki adam sarılarak hasret giderdiler.
“Hod, arkadaşım Aodray bugün bizim misafirimiz.” dedi yanlarına gelen Aodray’ı tanıtarak.
“Tanıştığıma memnun oldum Aodray” dedi Hod elini güçlü bir şekilde sıkarak.
“Ben de beni misafir ettiğiniz için minnettarım.” diye karşılık verdi Aodray.
Yemek sessiz geçmişti. Titreyen yağ lambalarından damlayan yakıtın çıkarttığı cızırtılar, çatalların tabaklara değince çıkarttığı rahatsız edici gıcırtılardı onlara eşlik eden. Gerçi uzun süredir bir şeyler yemeyen Aodray ve Ralof önlerine konan tavşan yahnisini öylesine büyük bir iştahla yiyorlardı ki konuşmaya vakit bulamıyorlardı. Bunda Gerdur’un hazırladığı yemeğin inanılmaz lezzetli olmasının payı da büyüktü. Sonunda yemek bitip herkes sandalyesinin arkasına rahat bir şekilde yaslanınca Gerdur esnemeye başlayan Frodnar’ı kucakladı ve yatağına götürdü.
“Evet, başlayın bakalım.” dedi Gerdur sandalyesine yeniden oturarak. Frodnar’ı uyuttuğuna göre şimdi kötü haberleri dinmeye başlayabilirdi.
“Nereden başlasam ki?” diye sordu Ralof kendi kendine. “Keşke anlatacaklarım içinde tek bir güzel haber olsa da ondan başlasam.”
“İlk olarak, kulağına gelen dedikodular ne yazık ki gerçek. İmparatorluk bizi iki gün önce Karanlık Su geçidinde gerçekleştirdiği gece baskınıyla yakaladı. Kendimizi savunamadık bile.”
“Adi herifler!” diye bir anda parladı Hod.
“Haklısın, savaşıp kendi adamlarını harcamaya niyetleri yoktu sanırım. Ulfrick’i canlı ele geçirmeleri gerekiyordu. Bunun da tek yolu baskın yapıp işi bir anda bitirmekti. Sinsilikte imparatorluktan iyisi yoktur zaten.”
“Ralof.” dedi Aodray araya girerek. “Ufrick’i neden canlı yakalamalı gerekiyordu ki? Bildiğin gibi ben hiç bir haltı hatırlamıyorum.”
Ralof, “Nedeni açık, Ulfrick kralı öldürüp isyan başlattı” dedi Aodray’a dönerek. Aodray şimdi General Tullius’un imalı sözlerinin anlamını kavrayabilmişti. Onlar için Ulfrick Stormcloak tahtı ele geçirmek için cinayet işlemiş bir haindi. “İsyancılar olan bizlerin liderini halkın önünde infaz ederek direnişimizi kırmayı planlıyorlardı.”
“Özür dilerim ama nasıl oldu da kaçtınız?” diye sordu Gerdur. “Burada birçok kişi sizin kesinlikle öldüğünüze inanıyordu.”
“Sabırlı ol kardeşim anlatacağım.” dedi Ralof bal liköründen bir yudum alarak. “Bu sabah infazımızın gerçekleştirileceği Helgen’e vardık. Bizi celladın beklediği blokların önüne koyun gibi dizdiler. Yaptıkları her şey bizi küçük düşürmek içindi.”
“Korkaklar!” diye sinirle ellerini masaya vurdu Gerdur. “Savaşmaktan korkmuşlar resmen!”
“Daha öncede söyledim Gerdur” dedi Ralof sakince. “Amaçları en başından beri savaşmak değildi. Hatta Jarl Ulfrick’in ağzını kirli bir bez parçasıyla tıkamışlardı. Söyleyeceklerini halkın duymasını istemiyorlardı. Kahraman gibi değil birer pislik gibi ölmeliydik.”
“Ama sıra Aodray’a geldiğinde hiç beklemediğimiz bir şey oldu.”
“Ne oldu Ralof?” diye sordu Gerdur sabırsızca. “Artık söyle şunu.”
“Bir… Bir ejderha Helgen’e saldırdı.”
Gerdur ve Hod yüzlerinde inanmayan şok içinde ifadelerle onlara bakıyorlardı. İkisi de biraz önce duydukları şeyi hazmetmeye çalışıyorlardı. Aodray onları anlayabiliyordu. Ama yine de onlar için seviniyordu. En azından ikisi de korkunç kızıl gözlerin içine bakmak, o gözlerden kaçmak zorunda kalmamıştı.
“Bahsettiğin yaşayan, gerçek bir…” dedi Gerdur titreyerek.
“İnanması güç geliyor ama oradaydım kardeşim” dedi Ralof karamsar bir şekilde. “O kanatlı şeyi gördüm. Bağrından püskürttüğü alevlerden kaçtım. İşin en kötü kısmıysa bu lanet sayesinde hayatta kalabildik. Aodray de ben de. O gelmese biz çoktan idam edilmiştik. Ne kadar acı bir talih.”
“Bir ejderha demek.” diye konuştu Hod. Korkusu sesine yansımıştı. “Hayatta tahmin edemezdim!”
“Ben asıl haberini almamanıza şaşırdım.” dedi Ralof. “Bu gün güney yolundan bizden başka kimse gelmedi mi?”
“Yok, hayır.” diye cevapladı Gerdur. “Sizden başka kimse gelmedi. O zaman Ulfrick ve diğerleri…”
Ralof, “Korkmana gerek yok Gerdur.” diye onu yatıştırmaya çalıştı. “Biz kaçtıysak Jarl ve diğer Stormcloak’lar da kaçmışlardır. Jarl Ulfrick’in öldüğünü düşünme bile.”
Gerdur otomatik bir şekilde kafasını sallayarak kardeşini onaylarken Aodray bundan pek de emin olmadığını düşündü. Jarl Ulfrick’i gördüğü, tanıdığı kısa anlarda adamın güçlü yapısına tanık olmuştu, fakat karşısındaki düşmanın devasa bir ejderha olması onun gücünü büyük ölçüde bastırıyordu.
“Gerdur buraya gelerek sizi tehlikeye soktuğumu biliyorum ama…”
“Sözünü bile etmeye değmez.” diye araya girdi kadın hemen. “Ben kardeşimin bir Stormcloak olmasıyla gurur duyuyorum.”
“Bence asıl sorunumuz İmparatorluk olmamalı.” dedi Hod bir kez daha sözü alarak. “Şu anda endişelenmemiz gereken çok daha büyük bir sorun var.”
Gerdur, “Haklısın Hod.” diye onu onaydı. “Ejderhanın yanında güneylilerin oluşturduğu tehdit hiç bir şey ifade etmiyor.”
“İyide ne yapabiliriz ki?” diye sordu Ralof.
“Eğer buraya sizden başka gelen olmadıysa Whiterun’nın bu ejderha saldırından haberi yok demektir.” dedi Gerdur. “Bu şey Riverwood’a saldırırsa ki bu büyük bir ihtimal burası oldukça savunmasız bir köy. Helgen’de yaşananların burada da yaşanmasını istemiyorsak Jarl Balgruuf’a haber vermeliyiz.”
“Jarl Balgruuf İmparatorluk yanlısıdır.” diye karşı çıktı Ralof. “Orada beni elbet tanıyan çıkar. Elimi kolumu sallayarak Whiterun’a giremem.”
“Sen giremezsin, ama o girebilir.” dedi Gerdur, Aodray’ı göstererek. “Aodray bunu bizim için yapar mısın? Aslında hepimiz için.”
“Tabi ki yaparım” dedi Aodray. Evi barkı olmayan, hafızasını kaybetmiş bir Nord’a kapılarını açan bu aileye karşı kendini sorumlu hissediyordu.
“Çok teşekkür ederim.” dedi Gerdur. “Lütfen yarın sabah bunu hallet. Sana gerçekten çok minnettar kalırım ve kalacak yer derdin varsa hiç düşünme istediğin zaman istediğin kadar bizimle kalabilirsin.”
Aodray hüzünlü bir şekilde gülümsedi. Karşısında ona bakan korku dolu ve umutsuz insanlara yardım etmekten başka bir seçeneği yoktu. Olamazdı da. Evlerinde kalacağı için duyduğu mahcubiyeti en azından bu ufak yardım işiyle biraz azaltabilirdi. Bir süre daha aileyle beraber bal likörü içtikten sonra sabah erkenden yola çıkacağı için masadan kalktı ve Gerdur’un onun için hazırladığı yatağa uzandı.
Kafasını yastığa koyduğu gibi uyuyakalmıştı