Editörün notu: Bu yazı Morrowind ve Skyrim oynamamış insanlar için oldukça büyük spoilerlar içermektedir, eğer bu oyunları oynamadıysanız zaten Dragonborn ile işiniz ne diye sormak istemiyorum fakat oynamadıysanız okumasanız daha iyi.
“Solstheim, Vvardenfell adasının Kuzey Batısında, Skyrim’in Doğu yakasında bulunan bir adadır. İklimi Skyrim’in iklimine oldukça benzer olmasıyla birlikte adanın madenleri meşhurdur, o kadar meşhurdur ki zamanında İmparatorluk buraya yerleşip bu madenler üzerinden ticaretinin büyük bir kısmını gerçekleştirmiştir.
Indoril Nerevar (ayımız ve yıldızımız) , Dagoth Ur’u Kızıl Dağ’da bozguna uğrattıktan sonra Mournhold’a gidip, Morrowind içinde Tribunal’ın sahte tanrılığına son vermiştir (Azura onu kutsasın ve Dunmer halkından yıldızını esirgemesin)
Bu olaylardan sonra Şampiyon Nerevarine, Av’ın Daedrik Prensi Hircine’nin oyununa gelip Büyük Av’a katılmış, Solstheim’i Hircine’nin etkisinden kurtarmıştır.
Bazı söylenceler Indoril Nerevar’ın (ayımız ve yıldızımız) Akavir’e gittiğini ve bir daha asla haber alınamadığını söyler.
Nerevarine’in kaybolmasından sonra Solstheim adasını imparatorluktan kurtarmak isteyen Nord’lar adaya sürekli olarak seferler göndermişlerdir. An-Xileel, Oblivion savaşında Mehrunes Dagon’u kendi cephesinde bozguna uğratıp Morrowind’i işgal ettiğinde anayurtlarından kaçan Dunmer halkının çoğu Solstheim’e yerleşmiştir.
Kızıl Dağ patlayıp Dunmer kültürünü ve Vvardenfell’in dört bir yanını yok ettiğinde ada Nord’lar tarafından cömertçe Kara Elf’lere verilmiştir.”
“Septim soyunun son üyesi Martin Septim’in Oblivion işgalini önlemek için son nefesini verdiği an Nirn’de dördüncü çağ başlar. Dördüncü çağın başlangıcından tam olarak 200 yıl sonra ise Alduin ve ejderhaları Nirn’e geri döner, onların karşısında ise sadece tek bir kişi durmaktadır, Nirn’de kalan son Ejder Doğan; Dovahkiin.
Dovahkiin Alduin’i durdurmak için Hrothgar tepesine çıkıp antik gri sakallardan ejderlerin nefesinin dilini yani Thu’uum’u öğrenir. Akatosh tarafından ölümlülere bahşedilen bu hediye sayesinde Dünya-Yiyen Alduin’i durduran Ejder Doğan, bu hadiseden sonra efsanevi vampir avcıları ve Molag Bal’ın bizzat yarattığı vampir klanı Volkihar ailesinin arasında kalır.
Volkihar olaylarının sonunda neler olduğu çok bilinmemekle birlikte, Dovahkiin’in anahtar bir role sahip olduğu Skyrim halkı tarafından bilinmektedir.
Tam bu dönemlerden sonra, sakin bir hayat yaşayacağını düşünen Dovahkiin, pek çok macera, pek çok hikaye yaşadıktan sonra, bir gece gözünü açtığında maskeli bir grup tarafından suikast girişimine uğrar. Bu maskeli grubu sorgulayıp “Miraak” adında bir adama çalıştıklarını öğrenen Dovahkiin’in yolu, bu sefer pek çok gizem perdesiyle çevrili Solstheim adasına düşer, aynı Indoril Nerevar’ın (ayımız ve yıldızımız) bir zamanlar düştüğü gibi.”
“Macera yaşarken yanımda güzeller güzeli Serana olmadan rahat edemiyorum”
“Peşimde olanların liderinin adı “Miraak” idi, bu isim bana hiçbir şey çağrıştırmasa bile bu Miraak’ın bulunduğu Solstheim adasına gitmem gerektiğini biliyordum, kemiğimde, iliklerimde ve kanımda benimle ilgili tamamlanmamış bir şeylerin orada biteceğinin farkındaydım. Alduin sadece bir şeylerin başlangıcıydı, Paarthurnax’ın bana daha önce söylediği gibi; hangisi daha iyiydi? İyi doğmak mı yoksa kendi içindeki şeytanları çaba sarfederek yok etmek mi?
Bir şeylerin geldiğini biliyordum, bu “Miraak” benim için yeni bir hikayenin başlangıcı ya da sonu olacaktı, Alduin’in peşinden gittiğim sırada karşılaştığım bir sesi her gece rüyalarımda tekrar duymaya başlamıştım, ne olursa olsun, Serana ile birlikte o gemiye binerken içimdeki bütün şüpheler ve pişmanlıklar bir bir yok oldu, kaderimi yaşıyordum, her Dovahkiin’in yaşadığı gibi.”
Elder Scrolls serisi ile ilgili söyleyebileceğim çok şey var, yazılarımı takip edenler bilir, gerçekten çok sevdiğim, çok ayrı tuttuğum ve ne olursa olsun sevmeyi bırakmayacağım bir hikayeler bütünüdür Elder Scrolls.
Daggerfall, Morrowind, Oblivion ve Skyrim’de aylarını geçirmiş bir insan olarak, her yeni çıkan ek paket ve indirilebilir içeriği oynadım, Tribunal, Bloodmoon, Knights of The Nine, Shivering Isles, Dawnguard ve Dragonborn. Bu ek paketlerden hepsinin ayrı güzellikte, ayrı özellikte olduğunu söyleyebilirim.
Bethesda ek paket ve indirilebilir içerik olayını gerçekten çok iyi beceriyor, bunun ardında gerçekten çok ama çok iyi hikayecilere sahip olmalarının büyük bir payı var. Makro anlamda koca bir tarih ve evren yaratan bu insanlar, mikro anlamda çok ama çok sağlam kısa hikayeler yazmayı biliyorlar, Dragonborn ise bunlardan biri.
“Seeker’lar oldukça ürkütücü ve Cthulhu mitosuna bir selam niteliğinde”
En sevdiğim Elder Scrolls eklentileri içinde Shivering Isles klasmanına şu ana kadar girebilen olmamışken, Dragonborn’un Shivering Isles’tan kat ve kat daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Dikkat ederseniz oyunun mekaniği ve grafikleriyle ilgili pek bir şey söylemedim, çünkü söylememe gerek yok, Skyrim zaten bildiğiniz Skyrim; söz konusu Elder Scrolls olduğunda ise klasik Bethesda formülünden ötesi hikayedir.
Bethesda’nın Skyrim için planladığı indirilebilir içeriklerden birisinin Morrowind ile ilgisi olacağı aşinaydı. Skyrim’in vanilla versiyonunda ana kıtanın dışında modellenen Morrowind yapıları bunun en büyük işaretçisiydi; işin ilginci, tasarımcıların daha önce işlenen bir kıtaya bu şekilde radikal bir geri dönüş yapmış olması bence.
Morrowind oynamış olanlar, Dragonborn’da gerçekten aradıklarının daha fazlasını bulacaklar, özellikle Solstheim’a adım attıktan sonra birden bile çalmaya başlayan Morrowind müziklerinin gözlerimi yaşartmasıyla “evime geri döndüm” diyebiliyorsam, eminim pek çok Morrowind oyuncusu da böyle hissedecektir. Kısa bir dip not düşeyim, Solstheim’da at kullanamıyorsunuz, kimse de kullanmıyor zaten, bu Morrowind’e bir çeşit saygı duruşu mu yoksa kültüründen kaynaklı bir durum mu bilmiyorum fakat Dawnguard’da iskelet at Arvak’ı kurtarmadıysanız bütün kıtayı tabanvay gitmek zorundasınız (Dragon’a binebiliyorsunuz o ayrı), bu kötü mü iyi mi karar veremedim.
“Ne bakıyorsun yabancı?”
Yüz ölçümü olarak eski Solstheim ile yeni Solstheim arasında çok büyük bir fark yok, hatta detayların arttırılması ile bana daha ufak gelen Solstheim, eskiye nazaran daha çok keşfedilecek element sunmakta. Hikayeyi çok açık etmek istemiyorum fakat Bloodmoon’da verilen o mistik atmosfer Dragonborn’da kat ve kat arttırılmış durumda. Bu arada bir not daha vereyim, Lovecraft’ın Cthulhu mitosunu bilenler, Dragonborn’da Cthulhu ile ilgili o kadar çok gönderme ile karşılaşacaklar ki, keyiften dört köşe olacaklar.
Sonuç olarak, Dragonborn’u şimdiye kadar oynadığım ve keyif aldığım en güzel Elder Scrolls hikayelerinden birisi olarak kişisel tarihime ekledim, eğer siz de Elder Scrolls oyunlarını seviyorsanız, Skyrim’i deliler gibi oynadıysanız, Dragonborn kesinlikle edinmeniz gereken bir baş yapıt.
Tabii bir de ejderhaya binebiliyorsunuz.