Makale

Gamescom Günlükleri: Bölüm 2

Sadece basın mensuplarına açık olan bu ilk günde, birçok oyunu oynama ve sunumlarını izleyebilme şansına sahip olduk. Garanti verebilirim ki, beklenen oyunlar gerçekten heyecan verici özelliklerle gelecekler. Yapımcılar, daha önce paylaşmadıkları birçok bilgiyi de bizlerle paylaştılar ve şimdi sizlerle paylaşmak da bizim görevimiz. İşte ilk günün bizlere sundukları…

Öncelikle biraz fuar alanından bahsetmek istiyorum. Koelnmesse diye adlandırılan fuar alanı, son derece büyük.  Deyim yerinde ise bu işler için biçilmiş bir kaftan. Birbirlerine bağlı olan 10’dan fazla salonu bulunuyor ve hepsi de birbirlerinden büyük. Gamescom 2010 için, 4’ten 9’a kadar olan salonlar ayrılmış. 4 ve 5. salonlarda iş görüşmeleri ve sunumlar için hazırlanan stantlar bulunurken, 6’dan 9’a kadar olan salonlarda tüm oyunları canlı canlı oynayabilme şansına sahip oluyorsunuz.

Dikkatimi çeken en büyük stant, 6. salondaki EA standıydı. Şöyle söyleyebilirim, salonun yarısını almışlardı ve en uçtaki koca barkovizyonla birlikte, seyirci oturmalıkları yerleştirmişlerdi. Bunların yanında. NFS için özel olarak araçlar getirtilmişti ve daha da ilginci, bir kafe açmışlardı. Buradan belki de fuar masraflarının birazını çıkartabilirlerdi. Gerçekten, isminin hakkını verircesine gösterişli bir stant hazırlamıştı EA için. Genel olarak şöyle bir göz attıktan sonra, programımda olan oyun sunumlarına gitmeye ve boş kalan zamanlarımda bol bol video çekip, oyun oynama şansına sahip oldum. Lafı daha da fazla uzatmadan oyunlar hakkında bilgilere geçiyorum.

RAGE

Beklenen FPS Rage, ilk defa oyun severlerle, Bethesda’nın standında buluştu. Video çekimine izin verilmeyen bu sunum gerçekten çok etkileyiciydi ve birçok oyuncuyu da heyecanlandıran nitelikteydi. Bizlere; Wellspring, The Well, Wasteland, Dam Facility ve Dead City haritaları gösterildi. Hikayemiz, Wasteland’e gelmemizle başlıyordu. Geldiğimiz yer dağlık ve eğreti yerleşimi olan bir yerdi. Rastladığımız ilk NPC’den görevimizi aldık ve ilerlemeye devam ettik. Burada bizlere saldıran bandit’ler vardı. Hepsini öldürdükten sonra, Wellspring denen yerleşimin kapısına geldik ve yükleme ekranının ardından devam ettik. Wellspring’e girmemizden itibaren, tamamen gerçek zamanlı olarak yaşayan bir dünyanın varlığını görüyoruz. Herkes kendi işiyle uğraşıyor ve kendi muhabbetlerini yapıyorlar. Zaten yapımcılar da, oyun için çok uzun bir metin hazırlandığını belirtiyorlar. Burada yine NPC’lerden görevler alabiliyor, bizlere satış yapmak için bekleyenlerden de kendimize takviye yapabiliyoruz.

Buraya kadar teknik detayları biraz ele alalım. Öncelikle, grafikler
gerçekten çok iyi gözüküyor. Karakter animasyonları ve çevre detaylarına
verilen önem ortada. Fizik motoru tamamen gerçekçi ve bize çarpışmalar
sırasında da avantajlar sağlıyor.

Silahlarımız tanıdık olmakla birlikte, hepsinin kendilerine has farklı cephaneleri de bulunuyor. Alışılagelmiş makineli tüfeğimizle birlikte; zehirli ok atan bir silahımız var. Bu ok aynı zamanda elektrikli ve ateşli oklar da atabiliyordu. Bir sahnede; su içerisinde duran iki adam, suya atılan bir elektrikli ok ile ölüyorlardı. Bu gibi ayrıntılar, savaşları daha stratejik kılacaktır.

Kullanabileceğimiz farklı araçlar olacak. Bunlardan bazılarının zırhı hafifken ateş gücü yüksek olacak, kimi de tam tersi bir özelliğe sahip olacak. Ne zaman ki kendimizi iyice geliştirdik, o zaman daha kuvvetli araçları da kullanabilme şansına sahip olacağız. Verilen bir başka bilgiye göre, Engineering yani mühendislik özelliğimiz geliştirdikten sonra, araç dizaynlarımızı kendimiz de yapabileceğiz.

Wellspring isimli bölgede, bir yer altı görevi aldık ve yer altı tünellerine indik. Burada bandit’ler yerine, yaratıklarla ile kapışmak zorundaydık. Yapay zeka hakkında kişisel bir yorum yapmam gerekirse; son haline getirilmesi için biraz daha geliştirilmesi gerekebilir diye düşündüm. Yaratıklar biraz kafalarına göre bodoslama saldırıyorlardı, ayrıca bandit’lerde de sezdiğim bir durum; bomba atıldığında geç tepki veriyorlar ya da bazen hiç vermiyorlardı. Bunlar tabii ki ilerleyen zamanlarda üzerinde çalışılabilecek konular. Yer altından da ilerledikten sonra; Dam Facility isimli bölgeye geldik. Burada; zaman zaman yaratıklar, bazen de bandit’ler saldırdı. Kullanabileceğimiz değişik materyaller olduğunu da buralarda keşfetmeye başladık.

Dikkatimizi çeken en ilginç materyallerden birisi; patlayan arabaydı. Bir odaya girmeden önce, kahramanımız içeriye casus bir araba gönderdi. Baktı ki içeride iki adam var, hemen üzerindeki bombayı patlattı ve iki adamı da öldürmüş oldu. İlginç bir tane de, üzerinde makineli tüfek taşıyan bir örümcekti. Bu örümcek de, yine bize ateş konusunda destek sağlamak için kullanılabiliyor. Ayrıca, kapıları patlatabildiğimiz bir patlayıcımızın da olduğunu gördük.

Son olarak Dead City haritasına geldik. Etrafta normal yaratıklarla birlikte, boss olarak gördüğümüz, onlardan daha büyük bir tane daha vardı. Hepsini bir şekilde öldürdük, ancak bizim boss sandığımız yaratık aslında hiçbir şeymiş. Yüksek ses çıkaran ayak sesleriyle binaları yıkan, dev gibi bir yaratık ekranda belirdi ve bizlere bir nevi “Bekleyin ve Görün” mesajı verdi. Nitekim, yaratık geldikten sonra ekranda Rage yazısı belirdi ve sunum burada sona erdi. Alkışlar arasında sunum odasını ters ederken, Rage’in büyük oranda beklentilere cevap vereceği düşüncesine sahiptik. Yaratıcı silah kullanımı ve grafikleriyle ön plana çıkacak, gerçek zamanlı işleyen oyun dünyası ve serbestlik ile sağlam bir atmosfer sağlayacaktır.

THE WITCHER 2

Sunumuna katıldığımız bir başka oyun da, The Witcher 2’ydi. Bildiğiniz üzere ilk Witcher, RPG olarak büyük başarı sağlamıştı. Şimdi yapımcılar, The Witcher’ın üzerine çok şey koyacaklar ve gözle görülür geliştirmeler yapacağa benziyorlar. Rage’in aksine, burada bol video çekimi yapılmasına da izin verilmişti. Sunumda, ana karakterimiz olaya bir mekanizmaya bağlı olarak başlıyordu. Amacımız, bir şekilde buradan kurtulabilmekti. Bunun için ellerimizden çok, dilimizi kullanmamız gerekiyordu. Yani, gardiyanları bir şekilde kafaya almalıydık. Nitekim öyle oldu; konuşma sonucunda onları gaza getirip kendimizi çözdürdük ve kendilerini haklamış olduk.

Bir kalede mahsur olarak başladığımız oyunda, koridorlardan ilerliyor, karşımıza çıkan düşmanları çeşitli yollarla öldürüyorduk. Yakın dövüş ekranlarında, kamera buna göre bir açıya geçiyordu. Kılıç dövüşlerinin dışında, zaman zaman gizli olmanın ve düşmanları nefes alamayınca kadar öldürmenin bir şey ifade etmediğinin öneminden bahsedildi. Konuşmalarda ve görevleri yaparken alacağımız kararların önemi de, The Witcher 2’nin ana damalarından birisi olacak. Daha önce karşımıza çıkan çocuğu öldürmeyi seçebiliriz. Öldürmediğimiz zaman; işkence görmüş ve yardıma muhtaç biçimde tekrar karşımıza çıkacaktır. Bu aldığımız kararlara göre, görevlerdeki gidişat tamamen değişiyor. Nitekim; oyunun birbirinden farklı 16 sonu olacağı belirtildi bizlere.

Grafiklere değinmek gerekirse; The Witcher 2 gerçekten çok iyi gözüküyor. TSOOD motoruyla birlikte, kale içlerindeki aydınlatmalar, yüzeyler ve özellikle karakter animasyonları çok başarılı. Kılıç savururkenki animasyonlarda, yüz mimikleri ve karakter modellemeleri gayet başarılı. Bu konuda The Witcher 2’nin sınıfı rahatlıkla geçebileceğini belirtebilirim. Kale içlerindeki bölümden sonra; dışarıyı da görme şansına sahip olduk. Burada da son derece güzel grafikler ve ışıklandırma efektleri göze çarpıyordu. Son olarak bizlere; geniş bir savaş alanının gösterimi yapıldı. Burada etraf cesetlerle doluydu ve dövüşen adamlarla birlikte çevrede alevler vardı. Bir yandan, dev gibi bir yaratıkla kapışmaya çalışıyorduk. Buradaki görüntüler de son derece başarılıydı.

The Witcher’daki iksir yaratma sistemi, aynen 2. oyunda da geliştirilmiş biçimde geçerli olacak. Kale içerisindeki bir sahnede; adamımız duvar arkasındaki düşmanları gösteren bir iksir kullandı ve böylelikle gizli kalma stratejisini uygulayıp adamı rahatlıkla alt edebildi. The Witcher 2’de 16 farklı son olduğunu söylemiştik; burada bize verilen değişik bir bilgi de şu; 3. tane de farklı başlangıç olacak. Oyunda yaklaşık 150 dakikalık ara ekran olacağı belirtildi. 30’dan fazla zırh bulunacak olan The Witcher 2’de ayrıca bu zırhlar modifiye de edilecek. Buradaki sunum da son derece başarılıydı ve The Witcher 2, ilkinin başarısını biraz daha katlayacakmış gibi gözüktü gözlerimize.

CIVILIZATION V

Sid Meier’in bizlere kazandırdığı ünlü strateji oyunu Civilization’ın 5. oyunuyla ilgili sunuma katılma şansına da sahip olduk. İlk izlenimlerimiz olarak, oyun grafiksel olarak biraz daha geliştirilmiş ve göze daha hoş gözüküyor. Yaklaşık 3 yıldır yapımı devam etmekte olan CIV 5’te diplomatik ve politik ilişkilerin son derece önemli olduğu bizlere aktarıldı. Demoda bizlere gösterilen ırk, İngilizlerdi ve komşularından birisi de Mısırlılardı.

Diplomatik ilişkilerde bulunabilmek adına, diğer milletlerin liderleriyle görüşmeler yapılıp, bunlarla birlikte çeşitli ortak kararlar alınabiliyor. Onlarla ticaret ve AR-GE araştırmaları yapılabiliyor. Yapımcıların bizlere gösterdiği özelliklerden birisi de; izlenen sosyal politikalardaki başarı seviyesiydi. Sosyal politikalardan 5 tanesini başarılı şekilde bitirdiğimizde, Utopia Project tamamlanıyor ve böylece başarılı sayılıyoruz.

Madenlerin öneminden bahsedildi. Çeşitli geliştirmeleri ve binaları yapabilmek için, diğer milletlerden önce madenleri ele geçirmenin önemi vurgulandı. Böylece, devletin gelişimi daha da hızlanabiliyor. Belirli bir noktadan sonra, askeri hamleler ve savaş şekilleri bizlere sunuldu. Mısırlılar’la savaş ilan edildi ve buradan devam edildi. Bir kere yer şekillerinin avantajlarını kullanmak büyük önem taşıyor. Daha yüksekte olan birimleri diğerlerine göre mutlaka daha avantajlı oluyorlar. Teknoloji geliştikçe; değişik saldırı uçakları, robotlar üretebildiğimizi gördük. Nitekim bize gösterilen sunumda, bu tip birimler, tanklara karşı ezici bir üstünlük sağlıyordu. Ayrıca, denizden karaya ateş açıldığını ve gemilerin piyade birliklerini rahatlıkla yok ettiklerini gördük.

CIV 5’te bizlere gösterilen sunumun sonunda, düşmana bir nükleer füze fırlatıldı ve bütün yerleşimi yok edildi. Bunu yapmak iyi gibi gözükse de, diplomatik puan alma şansımızı ortadan kaldırıyor ve bize olan faydası belirli bir çizgiden öteye gitmiyor. CIV 5 piyasalara sürüldüğünde; haritayı, oyun hızını ve zorluk seviyelerini seçebilme şansımız olacak. CIV 4’ten CIV 5’e harita da import edebileceğiz. Yapımcılar; haritaların değişik bir yazılım ile geliştirildiğini belirttiler. Ayrıca, oyun sırasında bizleri destekleyici ve yardımcı olarak advisor’lar olacak. Onların tavsiyelerine göre, devletimizi daha sağlıklı biçimde yönetebilme şansımız olacak. Civilization serisinin müdavimleri için; yeni yapım yine iddialı ve güzel özellikler içeriyor. Gerçekten bir devleti, tüm stratejileriyle yönetebilmek ve geliştirmek için Civilization, lider diyebileceğimiz bir konsept. 5. oyun da bunun yeni ve şimdilik son temsilcisi olacak. CIV 5’in Eylül’de piyasalarda olacağı belirtildi.

SPEC OPS: THE LINE

Spec Ops: The Line sunumu, daha çok aksiyon filmi izleme şeklinde geçti. Çok aşırı teknik detay verilmedi. Tamamen sunumda gözlemlediğimiz bilgiler eşliğinde Spec Ops’u anlamaya çalıştık. Yapım 3. şahıs görünümlü bir aksiyon ve Dubai’de geçiyor. Dubai, cehennemden farksız bir hale gelmiş ve kum fırtınalarıyla da mücadele ediyor. Bu fırtınalarla, oyun sırasında bizim de baş etmemiz gerekiyor.

Kapalı bir alanda başlıyoruz ve ilerliyoruz. En sonunda cehenneme dönmüş
Dubai sokaklarına kendimizi bir şekilde atıyoruz. Etraf tehtitkar
yazılarla dolu ve her an ölümün sizi kollarına alacağını
hissediyorsunuz. Burada biraz grafiklerden bahsetmek gerekirse; iyi
gözüküyorlar ancak mükemmel aşamada değiller. Ortalama bir aksiyon oyunu
olarak vasatın biraz daha üzerinde. Kum olayı ve bunun getirdiği
grafiksel öğeler daha çok sunumun ana fikri gibiydi. Ana karakterimizin
modellemeleri ayrıntılı gözüküyordu. Bu arada dikkatimi çeken kişisel
bir detay; oyunun hem menüdeki, hem de ilerleme sırasındaki müzikleri
çok iyiydi ve atmosfere çok şey katıyordu.

Atmosferden bahsetmişken; aksiyonun dışında sizi geren bir havası da var Spec Ops: The Line’ın. Bunu ilerledikçe karşınıza çıkan sahnelerden ve sizi takip etmekte olan Delta Team’le olan diyaloglardan da anlayabiliyorsunuz. İlerledikçe, geldiğimiz bir noktada, tüm masum insanların sokak lambalarına asılı durduğu bir sahne ile karşılaştık. Burası gerçekten etkileyici ve tüyler ürperticiydi. Bu noktadan sonra, aksiyon da başlamış oldu. Takım arkadaşlarımızla birlikte, üzerimize akan düşmanları tek tek temizlemeye koyulduk. Buradaki sahneler de iyi gözüküyordu ancak yapay zeka biraz daha iyi olabilirmiş gibi geldi. Siper alıp ateş etme kısımları fena değildi ancak siper almayı unuttukları zamanlar da oluyordu. Adamlarınıza bir yandan emir verebildiğiniz gibi, kendi hallerine bırakmanız da mümkün oluyor. Onlar böyle durumlarda ellerinden geleni yapıyorlar.

Yapımın alpha versiyonu olduğu vurgulandı. Zaten buna paralel olarak bazı hatalara da rastladık. Mesela; bir yerde ilerlerken takılma yaşandı ve burada takılan adamımız düşmanlar tarafından öldürüldü. Dolayısıyla; yapımcı dostumuz bir önceki checkpoint’ten başlamak durumunda kaldı. Yine Spec Ops: The Line’ın son sahnesi etkileyiciydi. Bir komutan eşiyle birlikte rehin alınmışlardı ve gizliyken buna dayanamayıp ani bir baskın düzenlemeye karar verdik. Burada verilmiş olan acele bir karar ile birlikte, komutan ölümüne neden olduk. Burası son sahneydi ve sunum sona erdi. Daha alpha aşamasında olduğu için Spec Ops’u çok eleştirmemek gerek; nitekim aksiyon sahneleri hiç de fena değildi. Ayrıca sağlam bir de multiplayer modu’nun bizlerle olacağı belirtildi. İlerleyen zamanlarda, aksiyon severlerin tercih edebileceği bir yapım haline gelecekmiş gibi gözüküyor.

FIFA 11 ( OYNADIK ! )

FIFA 11’in başına heyecanla oturdum ve bizlere fuardaki versiyonda bir maç yapabilme şansı veriliyordu. Maç da ne maç; El Classico, yani Barcelona – Real Madrid kapışması. Hiç vakit kaybetmeden oyuna geçtim ve bir yandan keyfimi yaparken, diğer yandan da gözlemlemeye koyuldum. Öncelikli olarak, oyuncu hareketleri çok esnekleşmiş ve çeşitlendirilmiş. Değişik türde paslar verebiliyorsunuz. Bunların şiddetini ayarlayabilmek de tamamen sizin elinizde. Sadece paslar değil, top sürme hareketleri ve ikili mücadelelerde de çeşitlendirmeler yapılmış. Dikkatimi çeken özelliklerden birisi; sprint tuşunu bastığınızda adamınızın hemen hareketlenmemesiydi. Yavaştan başlayıp, hızlanıyordu ve bu daha gerçekçi biçimde gözüküyordu.

Ara paslarının zenginleştirilmesi de güzel olmuş. Şahsen futbol oyunlarında çok kullandığım bir özellik olduğu için, bunun sayesinde güzel goller gelebileceğini tahmin ediyorum. Grafiksel olarak da FIFA 11 gayet tatminkar gözüküyordu. Futbolcular stillerini az çok belli ediyorlar ve görünüş olarak da gerçekleri gibiler. FIFA 11’i tam maç olarak oynadım ve daha sonra tekrar tekrar uğradım.

Her seferinde de farklı animasyonlar ve pas şekillerine rastlayabildim.
Bu çeşitlilikle birlikte, FIFA 11’in gerçek futbol atmosferine iyiden
iyiye yaklaştığını düşünüyorum. Ufak bir de not; yapay zeka bu sefer
biraz daha gelişmiş gibi ve bilgisayar bizlere kolay kolay teslim
olmayacakmış gibi gözüküyor. Bizzat bunu fuarda tecrübe etmiş
bulunuyorum.

NEED FOR SPEED: HOT PURSUIT ( OYNADIK ! )

Normalde araba yarışlarını hiç becerememe rağmen, NFS’ye ayrı bir sempati duyuyorum. Burada artık işin içine iyicene aksiyon giriyor ve bunu fuardaki oyunda daha çok hissettim. Fuar demosu olarak, seçilebilecek araçlar sınırlıydı ve ben de bunların içinden 2010 model Porche 911’i seçtim. Vakit geçmeden kendimi aksiyon içerisinde bulmak istiyordum ve nitekim daha nefes almadan NFS beni aldı.

Başlar başlamaz peşimde polisler bulunuyordu. Sıkı bir kovalamacaya girdiler. Onlardan kaçmak için zaman zaman nitroma da başvuruyordum. Son NFS oyunlarında iyice ön plana çıkmış olan grafikler, burada da son derece sağlam. Hasar modellemeleri de göze iyi gözüken biçimde yerlerini almışlar. Kovalamacada sağdan soldan beni sıkıştıran polisleri de yok ederek daha çok puan kazanmaya çalıştım. Bana iyice gıcık olduktan sonra, meşhur tuzaklarını harekete geçirmeye başladılar ve takviye birlikler istediler. Yollara barikat kurmaya ve iğneli tuzaklarını koymaya kalktılar ama ne çare. Artık havadan beni durdurmaya çalıştılar. Bir yerden sonra, etrafımda o kadar çok polis vardı ki, artık bir duvara toslayıp yakayı ele vermek durumunda kaldım.

Oyun sırasında çalan müzikler, kendinizi aksiyon filminde zannetmenize neden oluyor. Değişik oyun modlarının da devreye girmesiyle birlikte, NFS yine vazgeçilmezlerden birisi olacağa benziyor. Fuarda en çok oynanan oyunlardan birisi buydu ve neden böle olduğunu ben de oynadıktan sonra daha iyi anlamış oldum.

PES 2011 ( OYNADIK ! )

En çok heyecanlanarak gittiğim stantlardan biri de PES 2011. Hem kendim, hem de arkadaşlarımla oynadığım tek futbol oyunu budur. Dolayısıyla gelişmelerini yakından takip etmem gereken yapımlardan da bir tanesidir. Hemen başına oturdum ve oynamaya başladım. Fransa’ya karşı rakibimi İngiltere olarak seçtim. Menüler gayet güzel ve anlaşılabilir biçimde tekrardan tasarlanmış. Esas kısım olan maça geçtik ve oynamaya başladık.

Kimilerine tuhaf geliyor ancak, PES oynarken benim ilk olarak dikkat ettiğim 2 öğe var; ağlar ve çimler. Yine bu takıntım devreye girdi ve ikisini de kontrol ettim. Hakikaten çimler de ağlar da geliştirilmiş ve daha  gerçekçi gözüküyorlardı. Paslaşma sistemlerinde değişikliklere gidilmiş. Pas atarken, adamlarımızın altında bir bar çıkıyor ve şiddetini bununla ayarlayabiliyoruz. Normal pas, havadan pas – orta ve ara paslarında bu özellik tamamen devrede oluyor.

Ayrıca, pas verdiğimiz yönler bu sefer iyiden iyiye bizim kontrolümüze geçmiş. Eskiden, biraz olsun bir yapay zeka düzeltmesi ile daha düzgün paslar atılıyordu. Burada, yönümüzü ve şiddetimizi çok iyi ayarlamamız gerekiyor. Yoksa, yanlış pas atmak işten bile olmuyor. Bir süre oynadıktan sonra buna alışılabileceğini tahmin ediyorum. Çünkü alışıldığı vakit, iyiden iyiye bir simülasyona dönüşecektir. Önceki yapımda, ara sıra adamların ağır hareket ettiklerinden yakınırdım. Bunu sanki bu sefer biraz zımparalamışlar ve 2009’daki biraz daha atik hallerine gelmişler gibi geldi.

Grafiksel olarak PES 2011 yine tatminkar. FIFA 11’de olduğu gibi, burada da pas çeşitleri ve animasyonlarda artışlar gözlemlenebiliyor. Ayrıca, defansta yapacağımız müdahalelerin de zamanlarını iyi ayarlamak gerekiyor. Genel olarak bakıldığında, PES 2011 alışma sürecinden sonra bizleri yine sabahlara sürecek kapışmalara davet edecek gibi gözüküyor. Fuarda, PES 2011’le ilgili profesyonel bir sunum da yapılacak ve oyunla ilgili teknik detaylar da alabilmeyi ümit ediyoruz.

DIABLO 3 ( OYNADIK ! )

Blizzard standının önünde sağlam bir kuyruk birikmişti. Kimileri World of Warcraft Cataclysm oynarken, kimisi de Diablo 3 oynamak için sıra bekliyordu. WoW Cataclysm, daha meydanda olarak oynanırken, Diablo 3 kuyruğu görevliler tarafından kontrol edilmek durumundaydı. Nitekim, içeride yer boşaldığı zaman hemen sıradan kişileri alıyorlardı. Ben de kendimi bu sabır için motive ettim ve beklemeye başladım; yaklaşık 30 dakikalık bir bekleyişin ardından kendimi içeride, Diablo 3’ün dünyasında buldum. Burası hakikaten de bambaşka bir evrendi.

Oynanabilecek 4 karakter, emrimize amadeydi. Bunlar, Witchdoctor, Wizard, Monk ve Barbarian’dı. Çok sıra olduğu için hepsini deneme şansım olmadı ancak, kişisel tercihim olan Barbarian’ı seçtim. Oyuna o kadar kilitlendim ki; yer isimleri umrumda bile değildi. Grafikler almış başını gitmişti. Saldırı animasyonlarınızla birlikte, yaptığınız büyülerin efektleri de gayet güzelleştirilmiş. Benim yaptığım birkaç Warcry, düşmanları korkup kaçırmaya yetmişti. Çöle benzer ve kayalıklarla çevrili bir bölgede savaşıyordum. Etrafımda oynayanlara şöyle bir göz attığımda, diğerlerin kapalı yerlerde ve şehirlerde de oynadıklarını görüyordum.

Düşmanlar yine çok çeşitli ve hepsinin kendilerine özgü level’ları ve güçleri var. Oldukça kalabalık gruplar halinde saldırdılar ve bazen size stratejik de yaklaşıyorlar. Çok zarar aldıkları zaman geri kaçıyorlar. Bir fuar sürümü olmasına rağmen, düşmanların üzerinden değişik eşyalar düştüğüne şahit olabildik. Ayrıca, hepsinin üzerinden çok yüklü miktarda altın düşüyordu. Inventory’miz elden geçirilmiş ve ayrıca Pants kısmı göze çarpıyor. Bununla birlikte altımıza da farklı kıyafet giyebiliyoruz. Amulet’ler, taşlar hepsi aynen mevcut. Yapay zekanın geliştirilmiş olduğunu görebildik. Size yapılan saldırılar ölümcül olabiliyor ve kalabalık bir gruba yakalandığınızda şansınız olmayabiliyor. Bir Barbarian olarak, iki elimde de farklı güçte silahlar olması elimdeki en büyük kozlardan biriydi.

Yine çeşitli questler var ve farklı noktalara, buna paralel olarak farklı düşmanlara yönlendiriliyorsunuz. Özellikle, Tornado dediğimiz hortum saldırısını yapan bir yaratık vardı ki, sizi yakaladığı zaman kurtulmanız zor oluyordu. Hele kalabalık bir düşman ordusuyla geldikleri zaman, vay halinize. Zehir saçan yaratıklar, donduranlar ve yerden saldıranlar, bizim fuarda gördüğümüz düşmanların yalnızca birkaçıydı. Diablo 3, piyasalara sürüldükten sonra, işimizin düşmanlara karşı hiç de kolay olmayacağını kestirebilmek zor değil. Nitekim, çıktığında ortalık yine kasıp kavrulacak, uykusuzlukla geçen single ve multiplayer günler geri gelecektir. Bu yüzden, kendinizi şimdiden buna hazırlayın derim. Diablo 3, oynadığım aşağı yukarı yarım saatlik süre boyunca beni başka bir dünyaya götürdü.

NBA 2K11 ( OYNADIK ! )

Normalde özelikle NBA takip eden ya da oyunlarını oynayan birisi değilimdir. Nitekim; NBA 2K11 standına da boş olduğu ve rahat tecrübe edebileceğim için girdim. Ne kadar isabetli bir karar vermiş olduğumu daha iyi anladım. Bir NBA simülasyonu, bu kadar gerçeğe yaklaşabilir ve görüntüler bu kadar kaliteli olabilir. Kısacık oynama süremde, NBA 2K11’in gelmiş geçmiş en iyi NBA simülasyonu olacağını rahatlıkla söyleyebilirim.

Başlar başlamaz dikkatimi grafikler çekti. NBA 2K10’da da oldukça iyi olan grafikler, burada daha süper olmuş. Gerçekten kendinizi bir NBA maçı izliyormuş gibi hissedebiliyorsunuz; hem atmosferiyle, hem de görüntüleriyle. Oyuncu animasyonlarındaki esnekliğe, hareketlerin gerçekçiliğine hayran kaldım. Oyuncuların yüzleri, bir öncekinde olduğu gibi gerçeğinin tıpatıp aynısı. Üstelik, tamamen kendi tarzlarını da oyun alanına yansıtıyorlar. Çeşitli smaç ve turnike türlerinin aynen burada da olduğunu gördüm.

Seyircilerin hop oturup hop kalkmaları, maç sırasında çalan müzikler, oyuncuların kendi aralarındaki ünlemleri, bunlar son derece başarılı ve atmosferin başka kuvvetli parçaları. Dikkatimi çeken en değişik enstantanelerden birisi şuydu; rakipten son derece sert bir smaç yedim ancak rakibim hızını alamadı ve kenarda duran temizlik görevlisine çarptı. Böylelikle ikisi birden yere kapaklandılar. Bu gibi ayrıntıların düşünülmesi bile, NBA 2K11’in gözümüzdeki puanını iyicene artıyor. NBA severlere zaten herhangi bir tavsiyem yok, koşa koşa alacaklardır, ancak bu sefer NBA’le çok bağlantısı olmayanlara da, çıktığında bir deneyin diyorum. O denli kendine hayran bıraktı beni NBA 2K11.

İşte ilk günün bize getirdikleri bunlardı. Birçok oyun sunumu, bol bol yeni bilgiler ve hatta oynayabilme şansı. Gamescom 2010 gerçekten bir şölenle başladı ve günler geçtikçe bu daha da artacaktır. 19 Ağustos’tan itibaren, halka da açılacak olan fuarda daha renkli görüntülerin oluşacağını tahmin ediyoruz. Bu süre zarfında bol bol yeni oyunlar oynayıp, yeni bilgiler edinmeye de devam edeceğiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu