20 yıllık bir hayalin, devamlı görülen bir kabus sonrasında yok olması ne kadar kötü. Hayal, yani Hunted: The Demon’s Forge. Yapımcı Matt Finlay’in eski FRP havasını tekrardan geri getirmeyi düşündüğü ve bu oyun sayesinde daha büyük bir kitleye aşılamak istediği hayal. Ne acı ki 20 yıllık düşünce topluluğu, korkunç bir rüya sonrasında yaratıkların saldırısına uğradı ve hiç de beklenmedik bir hâle büründü.
Kala Moor topraklarında yaşanan belirsizlikler, halkı fazlasıyla tedirgin ediyordu. Savaş yönünden becerisi gelişmemiş fazlasıyla insan vardı ve karşılarındaki düşmanlar da kendileri gibi insan değildi üstelik. Gecenin bir yarısı, Caddoc yine o korkunç kâbusla açtı gözlerini. Nefes nefese kalmış ve bu gördüklerinin sanki gerçek olduğunu söyleyerek doğruldu yerinden. E’lara da yanındaydı, ortağı, can yoldaşı ya da ne derseniz. Şimdi önlerinde gitmeleri gereken epey uzun bir yol var…
Kimlik kontrolü
Oyunda yönetebileceğimiz iki karakter var; Caddoc ve E’lara. Aslında The Demon’s Forge’un co-op oynanış üzerine tasarlanan bir yapım olduğunu söylersek pek de yanılmayız. Zira tek başınıza oynadığınızda alacağınız zevk ile (diğer karakteri yapay zekâ kontrol ediyor) iki kişi beraber oynayınca alacağınız zevk gerçekten çok farklı.
Caddoc’un gördüğü korkutucu rüyanın ardından adım atıyoruz oyuna ve yavaş yavaş başlıyoruz önümüze çıkan yaratıkları kesmeye. Amacımız, diyar diyar korku salan yaratık akınını durdurmak ve Caddoc’un kafasından atamadığı gizemli artifact’i bulmak. Caddoc, iri yarı bir abimiz. Genellikle ağır silahlar kullanıyor ve yakın mesafe mücadelelerde çok etkili. E’lara ise, yayıyla birlikte savaşlar esnasında Caddoc’u arkadan destekleyerek sonuca ulaşmasında büyük rol oynuyor. Yine de silah kullanım konusunda bir sınırlama yok. E’lara’nın kullandığı silahı Caddoc da kullanabiliyor rahatlıkla. Ama bu esnada da Caddoc’un yakın dövüşte gerçekleştirdiği güçlü saldırıları, zayıf partneri gerçekleştiremiyor.
Çizgini çek, ama belli etme
Oyunda dikkatimi çeken ilk konu, fazlasıyla çizgisel bir yapıya sahip olması. Tamam, açık dünya tarzda bir deneyim beklenilmiyordu, ancak şu haliyle minik bir kafese tıkılmış kuştan farkımız yok. Sınırlarımız çok belli, ki o sınırlar içinde bile kolaylıkla hareket edemiyoruz çoğu zaman. Üzerimize yaratıklar geliyor, onları öldürüp ganimetleri topluyoruz. Ardından yeni görevimize dair bilgiler alıyoruz ve yola koyuluyoruz. Bazen bulduğumuz Death Stone’lar sayesinde ölüleri konuşturabiliyor, o bölgede nelerin yaşandığına dair bilgiler alabiliyor ve muhtemel tehlikelere karşı bilinçleniyoruz. Görev anlamında pek çeşitliliğin olmadığı açık. Bu nedenle çeşitliliği karakterlerin kullanımında göstereceğimiz seçimlerle sağlayabiliyoruz. Mesela E’lara ile düşmanlarımızı dondururken, Caddoc da bitirici vuruşu yapabiliyoruz. Olmadı, ateşli bir çözüm sunun, mancınık kullanarak yaratıkları ızgaraya çevirin.
Beraber hareket etmek, özellikle toplu düşman saldırılarında ve iki kişinin üstesinden gelebileceği işlerde yararlı oluyor. “Sen düşmanı oyala, ben kapıyı tutarım. Sen destek ver, ben yukarıya atlayayım” gibi bilindik partner yardımlaşmaları bunlar.
En çok işe yarayan nokta ise, kesinlikle boss dövüşleri. İki kişinin, iki farklı noktadan saldırması, haliyle zorlu düşmanlarımızın aklını karıştırmaya yetiyor. Her iki karakteri de kontrol edebildiğimizi söyleyeyim yeri gelmişken.
Anca beraber, kanca beraber
Etrafta dolaşırken, bazı minik sürprizlerle karşılaşabiliyoruz. Yan görevler ve gizli bölgeleri keşfetmek gibi. Bu sayede hem puan elde ediyor, hem de ganimetler kazanıyoruz. Etraftan topladığımız kristaller sayesinde yine puan kazanıyor, kırdığımız bazı varillerden veya çevreden sağlık iksirleri elde edebiliyoruz. Bunları hem kendimiz, hem de partnerimizin yararına kullanabiliyoruz. Kullanmalıyız da, aksi halde partnerimiz ölüyor ve oyun da bitiyor. Evet, tek başına mücadele diye bir şey yok. İlerledikçe karakterlerimizin silahları, ekipmanları ve doğal olarak kendileri de gelişiyor. Gelişim ağacı menüsüne giderek, elinizdeki puan kapsamında hem adamlarınıza, hem de silahlarına faydalı olabileceğini düşündüğünüz özellikleri satın alabiliyorsunuz.
Bir de co-op deneyelim şunu
Başta da belirttiğim gibi, oyunu co-op olarak oynadığınız takdirde, alacağınız zevk de daha fazla olacaktır. Sonuçta insan zekâsı, her daim yapay zekâdan daha iyi taktikler belirleyebilir, değil mi? Özellikle boss dövüşlerinde daha kolay sonuca gidebiliyorsunuz. Bu konuda asıl güzellik, yapımcıların daha önce de belirttikleri cross-platform olayı. Yani siz The Demon’s Forge’u PC’de, arkadaşınız da PS3’te oynuyor olsa bile, isterseniz beraber co-op yapabiliyorsunuz. Böylelikle platform sınırları da ortadan kalkıyor.
Hunted’ın işitsel olarak sınıfı geçtiğini söyleyebiliriz. Diyaloglar ve müzikler güzel. Lakin aynı şeyleri görsel anlamda söylemek biraz zor. Epic Games büyük bir iş yaptı ve Unreal Engine 3’ü hazırladı. Neredeyse 5-6 yıldır bu motorla yüzlerce oyun geliştirildi, ama ne var ki bu oyunlardan çoğu da görsel anlamda vasatı aşamadı. Hunted, aslında tasarlanan dünya itibariyle etkileyici görünüyor, fakat bunu detaylandırmayı pek becerememiş. Zaman zaman renklerin aşırı derecede canlı görünmesi, “karanlık” olarak gösterilen oyunun dünyasıyla ters düşüyor. Boss tasarımları dışında, yaratıklar da pek güzel olmamış. Üzerine yapay zekâ yoksunu olduklarını da belirtirsek, bu arkadaşların dünyamıza adım atması bile baştan ofsayt.
Sonuç olarak Hunted: The Demon’s Forge, sınırlarını fazlasıyla sıkı tutan bir co-op aksiyon oyunu. İlk duyurulmasından bu yana merakla beklediğim bir yapımdı. Özellikle çizgisel oynanışı ve basit hikâyesi gibi sebeplerden ötürü kolayca sıkılmamı, kendisinden soğumamı sağladı. Bilmiyorum, belki de çok sıkı bir FRP sever olmadığımdandır. Ama şurası kesin ki, yapımcı Matt Finlay’in söylediği “geniş kitlelere ulaşma” fikri, pek de işe yaramadı.