Indiana Jones and the Emperor’s Tomb

Gecenin bir vakti, yapacak iş yok, hava zaten soğuk ve elimin altında bilgisayar ve televizyon var sadece. Sabahtan beri bilgisayar başında oturmaktan canım sıkılmış. Bir sitenin yapılması insanı ne kadar yoruyormuş tekrar keşfediyorum. Yapacak başka bir şeyler bulmam lazım yoksa kuruyup gideceğim aletin başında.

Kumandanın tuşuna basıp televizyonu açtım. Hesapta amacım birkaç dakika eğlenip gene işlerime geri dönmek. Ama ne mümkün? Bir yakalandım Oscar ödül törenine, tamamını izleyivermişim.

Komik olan, bir yerden itibaren birkaç dakikasını ekrana bakar haldeyken kaçırdığım. Sunuculuk için Harrison Ford (bütün nesillerin bildiği isimle Indiana Jones) geldikten sonra devam eden kısacık bir sürede ilk aklıma gelen, yuvarlanan bir kayadan kaçarkenki görüntüsü idi. Sonra kırbacı, babası ve kitapları yaktıkları sahne, ardından balon hikayesi ve son olarakta insanların kalbini çıkaran kabilenin görüntüleri. Bana kısacık gelen ama dakikalarca süren bu sekansta eğlenirken beni dışardan izleseniz belki de kırbacımı sağa sola vurduğumu ya da şapkamı düşmesin diye tutmaya çalıştığımı görebilirdiniz. Ama şimdi, hayal kurmanın bir adım daha ilerisine gidebiliriz. Indiana Jones yeni oyunuyla misafirliğe geri döndü. Ve yanında imparatorun mezarına yapmamız gereken bir geziyi de getirdi. Yeni macera ve eski kahraman. Muhteşem birliktelik.

Bundan önce oynadığımız Indiana Jones oyunları nelerdi hatırlayan var mı? Fate Of Atlantis ve Last Crusade ile kendine bağlamıştı, Temple Of Doom ile derinlere sokmuştu. Modaya uyup çıkardığı Infernal Machine’de pek fena değildi. Bir de yanlış hatırlamıyorsam Raiders Of Lost Ark olacaktı ilk oyunlarından. Sonuç olarak en azından birine denk düşmemiş olanımız yoktur. Her şekilde eğlenceli, macera insanı, aksiyonun ortasındaki adam, korktuğunu belli etmeyen bir arkeolog birleşimidir Indy. Bu arada Indiana Jones’un isminin köpeğinden geldiğini de hatırlatalım. Babası Henry’nin (Sean Connery) nefret ettiği bir isim.

Neyse diyerekten, konumuzu anlatalım bir de. Sene 1935 ve Çin’deyiz. Kötü ellere düşmesin diye bulmamızın istendiği bir sanat eseri var. Naziler ve Çin mafyası peşimizde. Herkesin gözü ondan başkasını görmüyor, başka bir şey istemiyor. “Ejderin Yüreği”.

Konuyu gereksiz uzatmadan, yeni tarihli oyunumuza bir giriş yapalım. Dip not olarak da İstanbul’un yeraltında gezinebileceğinizi de ekleyelim. Malum, şehrin bilmediğimiz ama saraylar için kullanılan kim bilir ne sırları vardı? 

Bakalım bu kadar süren bekleyiş ne getirdi, geldiği gibi gidecek mi yoksa kalacak mı?

Bir kere grafiklerden bahsetmeye başlarken söylemeliyim ki ben görüntüleri çok beğendim. Etraf güzel aktarılmış, ağaçlar iki boyutlu değil (bakınız Infernal Machine), Indy’nin hareketleri yumuşatılmış, gereksiz köşelerden kaçınılmış ve su efektleri çok güzel olmuş. Çok fazla mı ardı ardına geldi? Ama öyle işte. Oyunun bu kısmı muhteşem değil ama uzaktan bir bütün olarak bakılınca hiçte aşağılanası bir tarafı yok. Üstelik düşük çözünürlükte de (640*480 minimum değer) inanılmaz bir bozulma olmuyor. Sadece çözünürlüğün değeri hissediliyor diyelim.

Akıcılık sağ olsun, birçok bölümde grafiklerle ilgilenemeyeceğiniz kadar güzel görünüyor zaten gözünüze. Boşlukların üzerinden atlamak, tepelere tutunmak, köprülerde sallanmak derken –ki bunların hepsi aynı bir Indiana Jones filmi içindeymişsiniz gibi aktarılmış- kimse kalkıp da “Burası bir garip olmuş” diyemiyor.

Farklı şehirlerin özellikleri de yansıtılmış. Örneğin bir mabedin etrafında dolaşırken taşların üzerindeki oymaları, el sanatlarını görebiliyorsunuz. Aynı şekilde şehir içinde gezerken de binalardan sarkan çamaşırlar, yüzleri birbirinden farklı insanlar ya da devrilen çöp kovaları ve uçuşan materyaller görmek mümkün. Hepsi de ciddi bir çalışmanın ürünü olarak karşımıza çıkmışlar. Çok tutmamama rağmen oynadığım Infernal Machine, bunun yanında bir toy kalmış yani. Demem odur ki grafiklerimiz güzel. Güzelden biraz daha iyi denilebilir hatta. Grafiklerin iç içe geçmemesi, kayıp ağaçla dağın birleşmemesi de güzel olmuş. Varsa böyle hatalar bile daha ben rastlamadım neyse ki.

Unutmadan söyleyeyim, oyun içinde bazı bölümler gece oynanıyor ve o saatlerde geçen bölümlere geldiğinizde muhakkak ışığın kırılmalarını, gökyüzünü inceleyin. Çok az oyun ve çok az karakter için bu kadar uğraşılır.

Şimdi gelelim kontrollere. Kontroller fare ve klavye kombinasyonu ile hallediliyor ama nedense fare bu halletme işine biraz uzaktan katılıyor. Klavye ile rahatça sağa sola döndürdüğüm Indy, fareyi devreye sokunca çok zaman kaybediyor. Ben faremi onun hareketine uydurana, onu bana yetiştirene kadar elimi hareket ettirip klavyeden çözüme ulaşıyorum.

Bu fare ve klavye kargaşasını atlattıktan sonra tuşları öğrenmek çok kolay. Hemen her aksiyon oyununda aynı olan tuşlar aynen geçerli. Tabi oyunun ayarlar menüsü içinden size daha uygun olanı ayarlanabilir ama lafımız biraz daha tembel olanlara. En çabuk alışmanız ve el altında tutmanız gereken tuş savunma. Biri size saldırırken savunma pozisyonu almazsanız fazla yaşama şansınız yok. Üstelik bu savunma tuşu aynı zamanda düşmana da odaklanmanızı sağlıyor. Böylece nereden düşman geldiğini görür, onun hareketlerine ya da gelişine göre saldırabilirsiniz. Bir aksiyon oyunu için fazla stratejik laflar bunlar ama sağlık önemli bir konuyken bunları göz ardı etmemek lazım.

Bu arada oyunun hem birinci gözden hem de üçüncü gözden oynandığını söylemek lazım. Hangi tarzda oynayacaksanız, tuş takımınızı ona göre düzenlemeyi unutmayın. İçeriden görmekle dışarıdan görmek arasında dağlar kadar fark var elbet.

Kontrollerle grafiklerin birleştiği noktaya bir detay daha koymak istiyorum. Oyunda etrafınızdaki nesneleri kullanmayı öğrenin. Mesela ormanda bulunabilecek nesneler bir kavga esnasında kullanılabilir. Şehirde bir kırık kasa, yerdeki demir parçası alınıp saldırmakta kullanılabilir. Hatta asıl olayı Indiana Jones yapan bu öğeler zaten. Çünkü Indy denilen adam silahı olup da kullanmayan türden olduğu için, etraflıca gezinip kırık dökük parçaları olaya sokmak gibi bir misyonumuz oluyor. Kolay mı iyi adamı yönetmek?

Bir ufak nokta da kamçınız. Kamçının vazifesi sadece sağda solda maymunluk etmek, daldan dala atılmak değil herhalde. O kamçı ile düşmanları yaralayabilir, onarlı kendinize çekebilir ya da onunla sallanırken saldırabilirsiniz. Görüldüğü üzere kontroller biraz üzerinde çalışılması gereken bir bölüm. Neyse ki her oyunda olduğu gibi bunda da ilk bölüm öğrenelim diye konulmuş. Orayla uğraşırken bunların hepsi akıllara girer.

Ve sesler konusu var önemli. Indiana Jones’un müziğini hatırlayan var mı aranızda? Yoksa unutabilen var mı demek mi lazım? Küçüklüğümün yegane kahramanlarından Indy’nin beynime kazınmıştır arka fon müziği senelerdir. Hatta uyduk ya teknolojiye, herkesin elinde bir türlü cihaz var ya illa, benim de telefonumda bile kayıtlı melodisi.

İşte o önemli melodi bu oyunda olmasa kabul edebilir miydik? Tabi ki hayır. Neyse ki öyle bir sorunumuz yok, değerlerine bağlı bir oyun. Yalnız her an çalmasını beklemeyin, zira oyun Çin bölgesinde geçtiği için genelde kendi yörelerinin müziklerini duyacaksınız. Muhtemelen oyunu bitirdiğimizde bütün şanıyla dinleyeceğiz bu marşı da.

Müzik tamam, sevdik ve geçtik. Peki ya efektler? Su ve silah sesi güzel. Ama su sesi gerçek, silah sesi değil. Elimizdeki bir Revolver ama maşallah hiç görüntüsüne yakışmayan bir ses çıkarıyor. Yani biraz daha uğraşılacak bir ufak nokta imiş. Suyun şıkırtısını dinlemek gerçekten hoş. Etrafın sesleri de güzel. Ormandayken kuşlar, ağaç hışırtıları ve ezdiğimiz otların çıkardığı sesler, şehirde insanlar, içinde bulunduğumuz ortamın sesleri falan çok hoş yansıtılmış. Hele bir de çoklu kolon sisteminiz varsa, değmesin yağlı boya. Büyük ihtimalle boş bir yere geçip sesleri dinleyebilirsiniz. Kırılma, kopma sesleri de gerçek gibi geldi bana açıkçası. Şehirde yere düşüp kırılan bir şişe sesini diğerlerinden ayırt edebiliyor olmanız çok başarılı. Kırık masalar, onların üzerine giden adamlar güzel.

Ne kaldı geriye? Oynanış olabilir mesela. Bir kere hikaye akıcı. Yani bir yere gideceksin, bir şey bulup kol indireceksin tantanası aynen devam ediyor ama neyse ki boş yere bütün bölümü gidip sonra ta en başta bulmanız gereken yeri bir yer açıldı diye tüm alanı tekrardan turlatmıyor bize. Tomb Raider ne kadar saçma bir oyunmuş diyor insan. Gerçi ben Lara Croft ve onun maceralarından nefret ediyorum, kötülüyor olmam doğaldır ama gene de ondan kat be kat güzel hazırlanmış. Aralarındaki yaş farkı da göz önüne alınırsa, yeni Tomb Raider oyunu ile karşılaştırma yaparız geldiğinde.

Indiana Jones hala yaşlanmadı ve yeni bir film ile karşımıza çıkmaya hazırlanıyor duyduklarımıza göre. Eğer bunun karşılığı varsa, ciddi bir çalışmaysa ve kendine değer veren aksiyon tutkunlarını, koleksiyoncuları ölmezse nesiller boyu aktarılacak bir kahramanı pekiştireceğiz gibi duruyor. Ardında bir deste oyun, bir o kadar film ve kitap bırakan, bir adamın ismini unutturup onu karakteriyle anılmak zorunda bırakan bir başyapıt. İşte böyle bir hikayenin şu anki son halkası Emperor’s Tomb. Oynadıkça bir Indy filminden kesitler buluyor, kırbacı her çıkarışınızda hafif sakar profesörümüzün nasıl olup da bu işlere bulaştığına hayret ediyorsunuz. Oyun olması ve koşması için dizayn edilmesi de bunu değiştirememiş. O hala köpeğinin adını taşıyan bir kahraman, sırf tarihi eserleri korumak adına ölmeyi düşünebilecek kadar aptal bir cesaret abidesi.

İnsan düşünmeden edemiyor acaba bu adamın gerçekten varolması mümkün mü diye. Kimse bu kadar bilgili bir sakarı yanında taşımak istemezdi sanırım. Konu gene dağılmaya başlıyor, toparlayalım.

Yıllar yılı oynadığımız oyunların son ve grafik olsun, ses olsun, konu olsun en güzel halkası. Teknolojinin nimetlerinin bize bahşettiği tarih savaşçımıza bilgisayarda yer açın. Uzunca bir süre oraları işgal edecek gibi duruyor.

Exit mobile version