İnternet yasakları oyunları etkileyecek mi?
Ülkemizde son zamanlarda bir yasaklar silsilesidir gidiyor. Bir iki ay önce Kayseri ve Balıkesir’de internet kafelerde toplam yaklaşık 30 adet oyunun yasaklanmasının ardından yakın zamanda oldukça tartışılan yeni “İnternet Yasası” da yürürlüğe girme aşamasında, hatta belki siz bu yazıyı okurken girmiş olacak.
Oyun yasakları ve internet kısıtlamaları başka ülkelerde başka zamanlarda da gerçekleşmişti. Özellikle bir dönem sürekli olarak Avustralya’nın yasakladığı oyunlarla alakalı haberleri size sunuyorduk. Dolayısı ile yasaklara çok da yabancı değiliz ancak her yasak her yerde aynı mantıkla mı gidiyor?
Peki ülkemizde bu denetleme sistemi neye dayalı olarak yapılıyor? Daha önceleri fazla umursanmayan oyunlar, sosyal medya ve diğer dijital platformlar neden şimdi bir anda sıkı denetim altına alındı? Bu yasakların ve yasanın çıkış zamanı bir tesadüf mü, yoksa belli bazı olaylar sonucunda alnımış taraflı kararlar mı? Yasakları getiren mercilerin amacı gerçekten daha sağlıklı bir toplum mu, yoksa sadece bazı şeylerin gizli kalmasını sağlamak mı?
İşte bu konuda biraz araştırma yaptık ve konu hakkında bir bilirkişiye danışmayı uygun gördük. Aşağıda Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Günseli Bayraktutan ile konu hakkında yaptığımız röportajı okuyabilirsiniz.
-İlk önce Balıkesir’de daha sonra Kayseri’de pek çok oyunun yasaklanması ile başlayan “kontrol” süreci hakkında ne düşünüyorsunuz?
Oyunların yasaklanması süreci daha önce de kimi yakın dönemlerde gerçekleştirilmiş bir uygulama. Bu uygulamaları gerçekleştirenlerin otoritelerin veya karar verme mekanizmalarındaki kişilerin hem bilgisayar oyunlarına, hem İnternet mecrasına yönelik algılarının çok muhafazakâr ve sınırlı olduğunu ve bunun yansıması olarak da ortaya çıkan yasakçı zihniyetin alanı ve bu araçları düzenlenmesinin doğru olmadığını düşünüyorum.
Siyasi otoritenin dijital oyunların neliğine dair kavrayışlarının sınırlı olduğunu görüyorum. Ki aslında bu sadece oyun dünyasına dair değil dijital dünyanın tümüne dair sınırlı bir kavrayış. Oyun dünyasının ve oyuncuların yaşam dünyalarını ve bu alanı belirleyen temel dinamikleri ve mekanizmaları çok da tanımadan tıpkı geleneksel mecraları düzenler gibi bu alanları da düzenleme, kontrol etme güdüsüyle hareket ettiklerini söylemek zor değil. Örneğin oyun endüstrinin halen büyük oranda küresel olduğunu ve bu endüstriye Türkiye’nin oyuncular düzeyinde eklemlenmiş olduğunu unutmamamız gerektiğinin altını çizmek gerekir.
Yasaklamalar hiçbir zaman etkili olamadılar. Siyasi otoritenin iddia ettiği gibi bir zarar, örneğin şiddet içeriğinin yoğunluğu nedeniyle bu oyunların yasaklanması gerekçesi de ne yazık ki eski, demode bir gerekçe. Bu gerekçeye ilişkin iki temel itiraz getirilebilir, bunlardan birincisi çeşitli araştırmaların bize oyuncuların oyun dünyası ile çevrimdışı dünyayı, dolayısıyla kurmaca ile gerçeği ayırabildikleri bilgisini söylemeleridir. Yani oyuncular oynadıkları oyunun kurmaca olduğunun farkındadırlar. İkincisi de eğer ki bu oyunların oynanması ile ilgili bir takım zararlardan söz edilmesi söz konusuysa siyasi otoritenin burada bireyin bu ortamlardaki varlığını güçlendirecek politikalara örneğin yeni medya okuryazarlığına destek vermesi zorunluluğudur. Uçsuz bucaksız bir alanda bilinçlendirilmesi gereken kişilerin oyuncular olması gerektiğini düşünüyorum ve elbette bunun yolu da yasaklamalardan geçmiyor.
Yasaklar ne yazık ki, çoğu kez bir korku kültürünün de yayılmasına neden oluyor ve oyunları bilmeyen, oyun dünyasını tanımayan kitleler ve kişiler için de oyunun algılanmasına yönelik önyargılı bir tutum geliştirmelerine neden oluyor. Oyunların oyuncu için taşıdığı anlam ve işlevi soğukkanlı bir biçimde değerlendirilmeli ve konuyla ilişkili bütün tarafların müdahil olacağı bir politikayla bireyin oyuncu olarak varlığını güçlendirecek, eleştirel bir pozisyon elde etmesini sağlayacak ve her ne için oyun dünyasında var ise bu varoluşun sağladığı temel hazzın ve/veya diğer kazanımların farkında olarak oyun dünyasında var olmasını sürdürecek yeterliliklerin kazandırılması gerekiyor.
-Yıllardır oyun oynanan ülkemizde bu zamanda kadar doğru düzgün bir kere bile kontrol edilmemiş olan bu sistemin bir anda 26 oyuna uygulanması neyin göstergesidir?
Yukarıda da belirttiğim gibi basından takip ettiğimiz kadarıyla daha önce de internet kafelerde oynanan oyunlara yönelik yasaklama kararları uygulanmaya geçilmişti. Son dönem gelişmeler düşünüldüğünde, özellikle İnternet ortamına dair düzenlemeler vb. gelişmeler ışığında birer tekno-toplumsal mekan olan İnternet cafelerin de en asgari düzeyde oyunlar üzerinden bir tür ehlileştirilmesi olarak değerlendirilebilir. Bir başka deyişle İnternet ortamının sadece siberuzamda değil fiziksel mekânlarda da kontrolüne yönelik bir çabanın yansıması olarak değerlendirilebilir. Özellikle İnternet cafeler özelinde düşünüldüğünde bu mekânların özellikle genç nüfusun bir araya gelebildiği ve toplumsallaşma adına olanaklar sunduğu mekânlar olduğu bilgisini hatırımızdan çıkarmamamız gerekir.
-Her iki yasaklama da özellikle “internet kafelerden” bahsetmekte ve çocukların evde ne oynadığının kontrolüne ya da oyun satan mağazaların yaş sınırına göre oyun satıp satmadığı kontrolüne dair bir ibare bulunmamaktadır. Sizce bu sadece hükümetin gözdağı
vermek amacı ile yaptığı geçici bir operasyon mu?
Çocukların oyunlarla ne yaptığı, oyunları nasıl kullandığı ve daha da önemlisi hangi oyunları oynadığı meselesinde önemli belirleyenlerden birisi elbette çocuktan sorumlu ebeveynlerdir. Ancak elbette endüstrinin satış boyutunda sorumluluğu da göz ardı edilemez, örneğin sizin de belirttiğiniz gibi oyunlara ilişkin sınıflandırmalar ve bu sınıflandırmaların karşılığında hangi yaş gruplarının bu oyunları satın alabileceğine dair bir kontrol örneğin çevrimdışı oyun mağazalarında izlenebilir, müdahil olunabilir. Ya da ebeveynler çocuklarının oynadıkları oyunları bu anlamda kontrol edebilirler ve gerektiğinde yönlendirme yapabilirler. Ancak bu konuda yeterli beceriye ve bilgiye sahip olmaları gerekir ki, bu konuda da anahtar yeni medya okuryazarlığıdır. Medya okuryazarlığı içerisinde bulunulan tarihsel dönemde mevcut tüm medyayı içermelidir. Dolayısıyla bugün dijital oyunların içerimlenmediği bir medya eğitimi düşünülemez.
Hükümetlerin bu tür düzenlemeler ve yasaklamalarla hedeflediği aşamanın ne olduğuna dair bir niyet okuması yapmak bu problemi ortadan kaldırmaz. Ancak konuyla ilgili tüm tarafların, sivil toplum örgütlerinin, oyuncuların, duyarlı ailelerin, gençlik örgütlerinin vb. toplulukların meseleye sahip çıkmaları ve bu alanda yapılmış ve yapılacak bütün girişimlere müdahil olmaları gerekir.
Hükümetin özellikle Facebook ve Twitter siteleri hakkındaki olumsuz düşünceleri göz önüne alındığında bu iki sitenin Türkiye’deki akıbeti hakkında ne düşünüyorsunuz?
Özellikle Başbakan’ın bu mecraları doğrudan “başbelası” gibi sözcüklerle etiketlemesi ve İnternet yasasına ilişkin protesto eylemlerini “Edepsiz görüntülere dokunma diyerek edepsizce sokağa çıkıyorlar” diyerek yorumlaması bence hükümetin de konuya ilişkin bakış açısına dair oldukça önemli ipuçları veriyor. Bu siteler, sosyal medya platformları bir biçimde aslında kullanıcıların içerik sağlamasıyla varlıklarını sürdüren yapılar. Yani aslında sistemin belkemiğini kullanıcılar oluşturmakta bir bakıma.
Bir açıdan bu mecraları kullanan kişilerin kullanım pratiklerinin bu son gelişme ve düzenlemelerden sonra nasıl etkileneceği ile ilgili bir durum. Yani kullanıcıların kendilerini tüketici olarak değil de yurttaş olarak konumlandırmalarıyla da belirlenecek bir durum. Ancak, bir yandan da ne yazık ki bütün küresel şirketlerin, uluslararası pazarın büyük aktörlerinin hükümetlerle işbirliği potansiyelinin de çok büyük olduğu bilgisini de unutmamak gerekir. Yani bu iki sitenin Türkiye’de mevcut yeni yasaya uyumlanması süreci hiç de şaşırtan bir sonuç olmayacaktır.
Özellikle ülkemizde de hızlı bir şekilde gelişmekte olan “Sosyal Medya Yöneticisi”, “Sosyal Medya Sorumlusu” gibi pozisyonların firmalar için ne gibi bir anlamı olacak?
Bu pozisyonlar çoğunlukla ticari, tecimsel birer pozisyon olarak tasarımlanmaktadır. Dolayısıyla temel hedefin görünürlük ve kitlelerin takibi olduğu bir mecrada bu pozisyonların varsa mevcut pozisyonlarını kaybetmeye ve/veya erozyona uğratmasına neden olacak bir sonuç ortaya çıkmayacaktır diye düşünüyorum.
Taksitlendirme yasası ile zaten büyük bir darbe alacağı tahmin edilen akıllı telefon sektörü için bir de internet ve sosyal medya yasasının getirdiği kısıtlamalar doğrultusunda büyük uluslararası akıllı telefon üreticilerinin Türkiye pazarı hakkında olumsuz düşünceleri oluşacağını düşünüyor musunuz?
Türkiye’de akıllı telefon kullanım pratiklerinin detaylı biçimde analiz edilmesi gerekir. Özellikle sosyal medya uygulamaları nedeniyle çoğu kullanıcıların bu tür araçları tercih ettikleri çoğu kez gözlemlediğimiz bir durum. Pazar, piyasa koşulları açısından uluslararası firmaların geliştireceği stratejiye dair bir fikrim yok, ancak Türkiye’nin önemli bir Pazar olduğu bilgisinin altını çizmek gerekir.
Özel sektör, internet kullanımını ve sosyal medya kullanımını hem reklamlarında araç olarak kullanıp hem de bu sistemin kullanımını teşvik edici kampanyalar düzenlerken bu yasanın gelmesi ile Türk Bilişim Sektörü’nün geleceği karanlık bir döneme girebilir mi?
Türkiye’deki bilişim sektörünün bu yasadan etkilenmesi beklenir bir durumdur. Örneğin, yasayla getirilen erişim sağlayıcılar birliği gibi bir yapının ekonomik ve sektörel anlamda yansımaları olacaktır. Ancak, benim için kişisel olarak Pazar, piyasa koşullarına ve sektöre etkisinden daha öte ve daha genel anlamda toplumsal yapının tümüne etki edecek siyasal ve kültürel sonuçları daha belirgindir. İfade özgürlüğünün ciddi tehlike altında olduğu, oto-sansürün geliştiği bir korku kültürü bu yasanın bırakacağı en önemli zararlar olarak görünmektedir. Elbette ekonomik anlamda da bir takım olumsuzluklar söz konusu olacaktır, olabilir.
– Eğer ülkemizdeki Gezi olayları hiç yaşanmamış olsaydı ve hükümet Gezi Parkı’na dilediği gibi alışveriş merkezini inşa etmiş olsaydı Twitter ve Facebook başta olmak üzere internet bu tarz sivil örgütlenmeler adına kullanılmayacaktı. Peki bu durumda şu anda böyle bir kısıtlama hakkında tartışıyor olur muyduk? Yoksa hala “serbest” internetimiz mi olurdu?
Şunu unutmamak gerekir ki, İnternet aslında bu düzenlemelerden önce de serbest sayılmazdı. İnternet ortamındaki yayınları düzenleyen 5651 no’lu yasa nedeniyle ve çeşitli dönemlerde özellikle TİB üzerinden işletilmeye çalışılan bir denetleme ve kontrol çabası zaten vardı. Örneğin bir dönem TİB’in zorunlu uygulamaya çalıştığı filtre uygulamaları veya İnternet servis sağlayıcılara gönderilen “sakıncalı sözcükler” listesi gibi uygulamalar zaten İnternet’in bu yeni yasanın yürürlüğe girmesinden önce de zaten sınırlı olduğunu bize anlatmakta. Yine çeşitli gerekçelerle ülkede erişimi engellenmiş pek çok web sayfası var. www.engelliweb.com adresi bu sayfaların bir listesini vermekte. Pek çok ulusal ve uluslararası örgüt ve insiyatif hükümete defalarca bu yasanın revize edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirdi, raporlar hazırladı. Kamuoyunun İnternet’e yönelik bir düzenleme beklentisi vardı, ancak bu son gelişmelerdeki gibi olumsuz nitelikte bir düzenleme değildi elbette beklenti.
Bir diğer önemli vurgu da şu olmalı, sivil toplum örgütleri, toplumsal muhalefet hareketleri, siyasi partiler yani her düzeyde ve nitelikte toplumsal örgüt bu mecraları (Twitter ve Facebook) çeşitli amaçlarla kullanmaktaydılar. Hepimizce malum ki sosyal medyanın özellikle yayılım gücü ve etkileşim olanakları özellikle bu tür örgütlenmeler için çok yaşamsal katkılar sağlayabilmekte. Yani Gezi’den önce de sosyal medya toplumsal muhalefet için bir araç ve alan olarak kullanılmaktaydı, ancak Gezi bütün bu araçların ve ortamların hem alternatif medya olarak kullanımının önemini ortaya koydu hem de bu mecraların toplumsal düzeyde algılanışını farklılaştırdı. Artık bu mecraları kullanmayan kişiler, gruplar için de bir toplumsal ve siyasal gerçeklik olarak sosyal medya varlığını tescil etti diyebiliriz. Geleneksel medyanın bu süreçteki işlevsizliği sosyal medyayı alternatif medyaya dönüştürdü. Bir bakıma Gezi sosyal medyanın toplumsal muhalefetin bir aracı olmasının altını güçlü bir biçimde çizen bir süreçti diyebiliriz.
– Bu yasanın hazırlanma süreci boyunca internet kullanıcıları ile görüşüp onların fikrini öğrenip değerlendirdiniz mi? Kısacası halkın bu konudaki nabzı hakkında net bir fikriniz var mı?
Yasanın hazırlık süreci toplumsal düzeyde paylaşılan bir süreç değildi. Herşeyden önce bu sürecin ve hazırlıkların şeffaf yürütülmesi gerekirdi. Ancak sadece bir torba kanunla mecliste görüşme gündemine geldiğini hep beraber tüm kamuoyu birlikte öğrendik ve bu gelişmenin ardından da şiddetli bir dezenformasyon ortamı yaratıldı. Benzer biçimde bir tür korku ve panik ortamı da yaratılarak ortak aklın ve kolektif hareketin de önüne geçilmeye çalışıldığını düşünüyorum. Aceleci ve aceleyle alınmış bir tavır. Bireysel kullanıcılardan öte bu konuda çalışan sivil toplum örgütlerinin, örneğin İnternet Teknolojileri Derneği, Alternatif Bilişim Derneği, Linux Kullanıcıları Derneği gibi yapıların bu yasanın öncesinde ve sonrasında da çeşitli dönemlerde kamuoyuyla paylaştıkları raporlar söz konusu. Bu raporlarda hükümetin işe koyduğu İnternet’e yönelik kanuni düzenlemelerin ve düzenleme çabalarının özellikle ifade özgürlüğü adına taşıdığı sakıncalara defalarca vurgu yapılmıştır. Ben de diyorum ki, hükümet internet alanına müdahale etmek istiyorsa, sayısal erişim engellerini ortadan kaldırmalı ve yeni medya okuryazarlığına bir taraf olarak müdahil olmalı ve yatırım yapmalıdır.