Bu haftaki Kara Ekran yazımızda sizlere henüz dört aylık bir dizi olan Under the Dome’u anlatacağız. Açıkçası haziranda çıkan diziyi ben de eylül ayında izlemeye başladım ki bunun en büyük iki sebebi diğer dizilerimin tatile girmiş olması ve elbette Stephen King.
Yazarın aynı adlı romanından uyarlanan Under the Dome’u daha önce de çok kez duymama rağmen bu kadar geç izlemeye başlamamın sebebi ise son dönem Stephen King filmleri oldu. Dreamcatcher, Mist gibi filmler Yüzyılın Fırtınası gibi 199 yılında TV için hazırlanmış bir filmin yanında oldukça sönük kalıyorlardı. Daha doğrusu oldukça güzel gelişen bu iki film bir anda çok banal diyebileceğimiz bir hikayeye dönüşüyordu. Her zaman olduğu gibi romanlarından uyarlanan bu iki filmin yanında yanlış hatırlamıyorsam romanından uyarlanmamış tek film projesi olan Yüzyılın Fırtınas’ını daha çok beğenmem, King’in film işine bulaşmış yapımlarına şüpheyle bakmama sebep oldu.
Fakat Under the Dome’u izledikçe aslında Yüzyılın Fırtınasını tekrardan seyrediyormuş hissine kapıldım. Gelin konu sıcakken ikisini de karşılaştıralım;
İkisi de Maine bölgesinde bulunan sorunlu kasabalar. İkisi de insan dışı olaylardan dolayı (doğal ya da doğaüstü) dış dünya ile iletişimini koparmış durumda. İkisinde de doğaüstü durumlar ortaya geliyor, insanlar ölüyor ve gizemli olaylar yaşanıyor. İkisinin de başa bela bir belediye başkanı (ya da counselman) var. İkisinde de bütün insanların korkunç sırları birer birer ortaya çıkıyor ve ikisinde de kasaba dışından gelen ve karanlık geçmişe sahip bir karakter mevcut.
Tamam belki son kısımda Barbie (evet, dizide erkek olan baş karakterlerden bir tanesinin adı bu) ve André Linoge çok da benzer bir yapıya sahip olmasa da karakter temeli olarak oturuyorlar.
The pink stars are falling
Under the Dome’un konusu kısaca şöyle; Main bölgesinde kurulmuş Chester’s Mill dış dünyaya, güler yüzlülüğü, misafirperverliği ve tatlı atmosferi ile tanıtılan bir yerdir. Lakin işin iç yüzü hiç de öyle değildir. Bütün o gülen dişlerin arkasında canavar dişleri yer almaktadır. İyisiyle kötüsüyle tüm Chester’s Mill halkının bir arzusu, hedefi ve sırrı bulunmaktadır.
Dale “Barbie” Barbara da bir iş için Chester’s Mill’e uğramış bir kişidir. Tam dönüş yolunda ise o beklenmedik kubbe ile karşılaşır. Bir anda, nereden çıktığı bilinmeyen, en güçlü bombaya karşı bile dayanıklı, neredeyse görünmez olan bu kubbe fersahlarca yüksek kilometrelerce genişlikte ve derinliktedir. Nereden gelmiştir? Kim göndermişti? Amacı nedir? Bu soruların hiçbir cevabı bilinmez. Bilinen bir şey vardır ki Chester’s Mill bir dakika önce normal bir kasabayken bir dakika sonrasında dış dünyadan kopmuş, kendi içinde yaşamak zorunda kalan ve onca sırrın tek bir çatı altında toplandığı korkutucu bir yere dönüşür.
Hedefimizde pek çok karakter bulunmaktadır. Az önce bahsettiğimiz Barbie bunların başında gelirken karşısında ise kasabanın tek lideri olduğunu düşünen, onu nerdeyse krallığı gibi gören ve iyi – kötü yaptığı her şeyi kasabanın yararına yaptığına inanan acımasız başkan James ‘Big Jim’ Rennie bulunur. İlk bölümden beri Barbie ile birlikte takılan ve kocasını arayan araştırmacı gazeteci Julia Shumway ise kısa zaman önce Chicago’dan buraya gelmiştir ve hala alışma sürecindedir.
Diğer tarafta ise bir sonraki kuşak karakterlerimiz yer almaktadır. Daha ilk bölümün ilk sahneleri ile birlikte aklımızı başımızdan alan güzeller güzeli Angie McAlister, hayatı boyunca Chester’s Mill’i bir hapishane olarak görüp buradan kurtulmaya çalışmaktadır. İnek kardeşi Joe McAlister ise olayların korkunç yanını aşarak arkasındaki gizemi ve muazzamlığı görmeye çalışır. Yeni tanıştığı ve kasabadan geçmekte olan Norrie Calvert-Hill ise iki annesi ile birlikte bu gruba bir anda dahil olur. Ekibin son üyesi ise Big Jim’in oğlu olan Junior Rennie’dir. Angie’ye delicesine aşık olan Junior bu sevdayı yavaş yavaş saplantıya dönüştürürken kubbe hakkında da farkında olmadan bazı sırları ortaya çıkartacaktır.
Baş kahraman olarak sayabileceğimiz Şerif Yardımcısı Linda Esquivel ise şehrin ahlak temsilcisi rolünde karşımıza çıkıyor. Bir anda bu tarz bir krizin içinde kalan Linda Esquivel elindeki yetersiz kuvvet ile koca şehri bir arada ve sakin tutmaya çalışırken bazen hatalı kararlar ya da insanlara denk gelebiliyor.
Bunların yanında bazen büyük bazen küçük rolleri ile kasabanın rahibi, radyo DJ’i, en büyük arazi sahibi çiftçisi de olaylardan paylarını alıyorlar.
The monarch shall be crowned
Pek çok Stephen King hikayesinde olduğu gibi Under the Dome’da da doğaüstü bir olay bahane edilerek insanların gerçek kişilikleri ve onların arasındaki yalancı ilişkilerin saniye saniye yıkılmasını seyrediyoruz aslında.
Eğer daha önceden kitabı okumuş olanınız var ise aradaki farkı anlamak adına Stephen King’in şu sözlerini dikkate alabiliriz.
“Eğer dikkatli bakarsanız kitaptaki pek çok karakterin orada olduğunu göreceksiniz. Bazıları farklı işlerde karşınıza çıkarken bazı karakterleri de birleştirip tek bir karakter altında topladık. Bu aynı zamanda büyük olaylar için de geçerli. Yapılan değişikliklerin hepsi gerekli değişikliklerdi ve tümü tarafımdan onaylandıktan sonra yapıldı. Bunlardan bazıları kubbenin kalma süresinin uzamasından kaynaklanırken bazıları ise yazarların Kubbe’nin kaynağını yeniden tasarlamalarından dolayı oldu.”
Çoğu King romanında olduğu gibi Under the Dome da aslında doğaüstü bir olayı bahane ederek insan özüne, insan ruhuna ve temel kişiliğine iniyor. Ne kadar farklı olursa olsun her karakterin üç bir durumda ne kadar ilkel olabileceğini, kontrolünü nereye kadar sağlayabileceğini ve kendisini korumak adına neleri feda edebileceğini gösteriyor.
Herkesin bir sırrı vardır. Ama iyi ama kötü, ama küçük ama büyük. Bütün bu sırlar normal zamanlarda insanların kendi güvencelerindedir. Tıpkı bir banka kasasındaymış gibi rahatça kollarlar fakat bu tarz uç durumlarda o kasaların kapakları bir anda açılır ve o güvenceler ortalıkta uçuşmaya başlarlar. İşte tıpkı Yüzyılın Fırtınası gibi Under the Dome’da da bu tarz bir olay ile karşılaşıyoruz. Herkesin kendisine ait sırlarını koruma çabası, diğerlerinin sırlarını su yüzüne çıkartma uğraşı, azalan kaynakların getirdiği stres ve çılgınlıkla mücadele etme becerisi ve daha nice insani duygular Under the Dome’un bize sundukları.
Öte yandan dizinin genç dörtlüsünün de Kubbe’nin getirdiği sorulara cevap verme çabası dizinin gizemli kısmını yaşatmaya devam ediyor.
Eğer Stephen King hayranı iseniz ve onun romanlarına, romanlarının filmlere nasıl uyarlandığına aişna iseniz Under the Dome sizlere tavsiye edebileceğim bir dizi olur. Artık sonlarına gelen Breaking Bad ile tanıdığımız Dean Norris (başkan) ve genç yüzleri ile diziye enerji katan Mike Vogel (Barbie), Rachelle Lefevre (Julia), Natalie Martinez (Şerif Yardımcısı) oyunculuk bakımından oldukça iyi işler çıkartıyorlar. Bunun yanında yeni nesil oyuncular olan Britt Robertson (Angie), Alexander Koch (Junior), Colin Ford (Joe) ve Mackenzie Lintz (Norrie) sergiledikleri karakterleri ile göz dolduruyor. Özellikle Robertson ve Koch’un karakter tasvirleri henüz genç yaşlarına göre oldukça etkileyici olmuş.