Kara Ekran #4: Breaking Bad

2008 Yılı televizyon için çok parlak bir yıldı şüphesiz. Neden diye soracak olursanız gelmiş geçmiş en güçlü ve en iyi yazılmış televizyon yapımlarından birisi 2008 yılında yayınlanmaya başladı.

Evet, bildiğimiz, sevdiğimiz Breaking Bad’den bahsediyorum. Dünyanın en iyi televizyon yapımlarını sıralasaydık, Walter White’ın akciğer kanseri mücadelesi verirken ailesini desteklemek adına uyuşturucu yapımına başlamasını anlatan bu dizi ilk 5’e rahatlıkla girerdi.

Breaking Bad yedi adet Emmy ödülü alan bir yapım (Bunların ardı ardına üç tanesi başrol Bryan Cranston’a, iki tanesi ise yardımcı oyuncu kategorisinde Aaron Paul’a ait) Sadece Bryan Cranston üç kere Golden Globe ödüllerine en iyi oyuncu adaylığı aldı, dört kere ise Screen Actors Guild tarafından “Olağanüstü Performans” ödülüne aday gösterildi.

Yapımın başarısı ve kanıtladığı şeylerle ilgili çok fazla açıklamaya gerek yok, zira Breaking Bad şimdiden kara ekran tarihinde yerini kazımış durumda bir yapım. Breaking Bad, Vince Gilligan tarafından yaratılan bir yapım, peki ama kimdir bu Vince Gilligan? Gilligan gelmiş geçmiş en sağlam televizyon dizilerinden birisi olan X-Files’ın yazarlarından. Yaklaşık olarak 27 bölüm yazıp 50 bölümden fazlasının yapımcılığını yapan Gilligan, X-Files’ın spin-off serisi The Lone Gunmen’in yapımcılığını da yapmıştır.

2008 Yılında AMC için Breaking Bad projesine başlamış olan yazar/yönetmen/yapımcı, bu projesiyle gelmiş geçmiş en sağlam TV işlerinden birisine imza atmıştır.

Breaking Bad lise kimya öğretmeni Walter White’ı eksene alıyor. Dönüşü olmayan bir akciğer kanseri hastalığı teşhisi ile tabiri caizse “uyanan” Walter, ailesini öldükten sonra finansal olarak sağlama almak için kimya bilgilerini kullanarak eski öğrencisi Jesse Pinkman ile kendi imkanlarıyla metamfetamin üretip satmaya başlar ve çarşı Pazar karışır.

Şimdiye kadar bir dizi üzerinde yazılabilecek gelmiş geçmiş en komplike fakat bir o kadar rahat anlaşılabilir tek senaryoya sahip Breaking Bad, gerçekten yazım anlamında çok zor bir işi çok kolay gösteriyor. Ekrana bu şekilde komplike bir hikayenin bu kadar rahat bir adaptasyon içerisinde sunulmuş olması, yapımın bütün ödüllerini haklı çıkartır derecesinde.

Sürekli olarak stabilite yaşayan ana karakterlerin hikayelerinin televizyon ekranında yansıtılmasını tersine çevirmek üzerine üretilen Breaking Bad, adını da buradan alıyor aslında. Dizi boyunca Walter White’ın yaşadığı değişimi farklı portrelerle ve metaforlar ile bize sunan yapım, sadece Mr.White konusunda değil, bütün karakterlerde bu değişim sürecini bizlere oldukça realist bir şekilde sunmayı başarıyor.

Tabii bütün bunlarda Bryan Cranston’ın gerçekten çok üst seviyelerde yetenekli bir oyuncu olmasının çok büyük bir rolü var.

Yukarıda dediğim şeyler Aaron Paul’un oynadığı “Jesse Pinkman” karakteri içinde geçerli, bu ikili şimdiye kadar yazılmış en gerçekçi fakat bir o kadar hızlı değişen karakterleri oynamaktalar ki, onları izlerken böylesine güçlü bir senaryonun nasıl yazılabileceğini insan düşünmeden edemiyor.

Breaking Bad sadece “Suçluya dönüşen bir baba” temasını işlemiyor. Ahlaki, felsefi, yaşamsal ve kişisel pek çok şeyi sorgulayan yapım, özellikle ahlaki değerler ve yapılması gereken zor seçimler üzerine çok ciddi tartışmalar yaratabilecek önermelerle geliyor, Breaking Bad’in bu denli özel bir yapım olmasının en önemli sebeplerinden birisi bence dizinin hikayesinin sorduğu sorular.

Dizi izliyorsanız ve Breaking Bad’i şimdiye kadar duymadıysanız, kesinlikle çok şey kaçırıyorsunuz, duyduysanız ve izlemediyseniz ise daha çok büyük bir kayıptasınız. 2000’li yılların en başarılı yapımlarından biri olan Breaking Bad’i izlememek için tek bir sebebiniz bile yok, hemen başlayın, durmayın, hemen!

Exit mobile version