Karanlık Kardeşlik – Bölüm 15

“Teinaava cidden saçmalıyorsun!” dedi Elrin titreyerek. Argonian karanlığın içinde kaybolmuştu. Ayakları bastıkları mermerin dondurucu soğuğu nedeniyle buz kesmişti. Geçit’in ne kadar eski olduğu konusunda ipucu veren tozlu havaysa solurken burnunu sızlatıyordu. Zırhını bir an önce giyip rahatlamak istiyordu. Elinde taşıdığı çantasını açtı gözleri görmediğinden ellerini kullanarak zırhını aradı.

Refleks olarak onu duvara yaslamaya çalışan kolu savuşturmaya çalıştı. Saldırı ani olmuştu. Kavradığı çıplak kol kaygandı.

Teinaava?
“Sen ne halt-“
“Kapa çeneni, birileri geliyor.”

Elrin, Teinaava’nın kolunu serbest bıraktı. Argonian tuhaf davranıyordu. Geçit’i buldukları için mutlu olmasını beklerdi, fakat o paranoyak tavırlar sergilemeye başlamıştı. Bunun sebebi gittikleri güzergahın düşmanla dolu olması olamazdı. Çünkü Geçit’in korunuyor olması şaşırtıcı bir şey değildi.
“Kardeşim, sana neler oluyor?” diye fısıldadı Elrin.

“Korku!” diyerek karşılık verdi Teinaava. “Ayrıca biraz önce ilerleyip koridorun sonunda ne olduğuna baktım. Galiba beni gördüler. Elinde meşaleyle bu tarafa birisi geliyor.”

Geçit’in ilerisinde zayıf bir ışık gittikçe yaklaşıyordu. Elrin duvarları yoklamaya başladı. Girebilecekleri bir oyuk ya da bir kemer arıyordu. Lakin tozlu duvarlar dümdüzdü. Kaçacak hiç bir yer yoktu.

“Geri dönmeliyiz.” dedi Elrin. “Yoksa görüleceğiz.”
“Hayır, biri muhtemel iki ölü var o tarafta.” dedi Teinaava. “Muhafızlar çoktan görmüşlerdir.”
“Evet, görmüşler.” dedi Elrin acı bir gülümsemeyle.
“Nereden biliyorsun?”

Elrin yeteneği sayesinde ruhları görebilirdi. Teinaava konuşurken gözlerini kapatmış ve geldikleri yönde öfkeli ruhların hareket halinde olduğunu hissetmişti. Kaçış yolları fare kapanına dönüşmüştü.

Alevler mermer bloklarla örülü duvarları yalıyordu. Meşale? Teinaava’nın tetiklediği muhafız buraya geliyordu. Koridor gizlice sokulmak için fazla dardı. Kesin çarpışırlardı. Üstelik diğer tarafta telaşlı ayak sesleri mermer zemini titretiyordu. Muhafız, sesleri duyduğu için kılıcını çekti. Adımlarını hızlandırdı.

“Elrin, bana güveniyor musun?”
“Tabi ki, fakat garip davranmayı kes artık olur mu?” dedi Elrin aceleyle.
“Her zaman ki gibi zamanı gelince içimdeki korkuyu sana açıklayacağım.” dedi Teinaava. Bunu o kadar sık yapıyordu ki Elrin alışmaya başlamıştı. Hiç bir bilgiyi Elrin’i meraktan çatlatmadan vermiyordu. Yine de sonunda -eğer sonları burada olmazsa- anlatacağını biliyordu.
“Öncelikle buradan kurtulmamız lazım değil mi?” diye sordu Elrin.

Teinaava, düşman iki koldan burunlarının dibine girmek üzereyken planını anlattı. Çılgıncaydı fakat tartışmaya ve ya daha iyisini bulmaya zaman yoktu. Harekete geçtiler.

Geçit’in gözcülerinden biri olan Lon bir elinde meşalesi diğerinde savaş pozisyonunda tuttuğu kılıcıyla tedirginlik içinde yürüyordu. Bir kaç dakika önce Geçit’in kaçış yoluna bağlandığı tünelin başında hareketlilik hissetmişti. Bir muhafız olsa kendini belli ederdi fakat gördüğü şey hemen ortadan kaybolmuştu. Bunun hayra alamet olmadığı düşündüğünden meşalesini yakmış ve tünele dalmıştı. Bir kaç saniye önce de metalin zeminle buluştuğunda çıkarttığı yankılı ses nedeniyle kılıcını çekmişti.

İşte oradaydı. Uzun boylu bir Argonian ona doğru süratle koşuyordu. Üzerindeki paçavralardan mahkum olduğu bir bakışta anlaşılıyordu. Ayakları çıplak bir şekilde delicesine ilerliyordu. Duyduğu sesler muhafızlara ait olmalıydı. Muhtemelen Argonian’ın peşine düşmüşlerdi.

“Yolculuğun buraya kadar Argonian!” diye bağırdı Lon gardını alarak. Kollarını açarak koşmakta olan Argonian açık hedefti. Saldırısı hiç bir şey ifade etmeyecekti.

Lon kılıcını savurmak için kolunu geriye çekti. Aralarında bir metre kaldığında Argonian çevik bir hamle yapıp eğildi. Lon, onun neden deli gibi koştuğunu anladığındaysa her şey için çok geçti. Argonian’ın sırtını destek alan kısa boylu bir gölge havaya sıçradı. Meşalenin alevleri gölgenin yeşil gözlerini aydınlattı.

Elrin olanca gücüyle tekmesini muhafızın suratına patlattı. Havadayken, herifin yerlerde sürüneceğini düşünmüştü ama muhafız yere yıkılmadı. Yinede hiç önemli değildi. Darbenin etkisiyle elindeki kılıcı ve meşaleyi yere düşürmüştü.

Teinaava yerden kılıcı kapıp muhafızı kıskıvrak yakaladı. Güçlü kollarıyla muhafızı kendine siper etmişti. Planları tutmuştu. Artık gelen muhafız birliğine karşı bir kozları vardı. Elrin meşaleyi aldı ve bıçağını çekti. Beklemeye başladılar.

Muhafız bölüğü olduğu yerde dona kaldı. Karşılaştıkları sahne şüphesiz onlar için büyük bir sürpriz olmuştu. Koridorun bulundukları bölümü iki tarafında meşaleleri nedeniyle sarımsı bir ışıkla aydınlanıyordu. Elrin ve Teinaava’nın kararlı, tehditkar yüzlerine karşılık beş kişilik bölüğün kararsızlıkları meşalelerin alevlerine karışıyordu.

Kimse çıtını çıkartmıyordu. Gerilim iyice artmaya başlamıştı. Teinaava rehinenin boynuna doladığı kolunu kastı. Muhafız boğuk, anlamsız sesler çıkartırken, verilen mesaj oldukça netti.

Onun hayatı size bağlı!

“Lon’u bırakın pislikler!” diye bağırdı gardiyanlardan biri.

Teinaava soğuk bir kahkaha attı, “Sizde bunlardan çok var, birinin ortadan yok olması hissedilmeyecektir!”

Bağıran gardiyan kaşlarını çattı. Endişeli gözleri bir Lon’a bir mahkumlara çevriliyordu.
“Blöf yapıyorsunuz!” diye bağırdı bir başkası. “Onu öldüreceğiniz yok!”
“Anlaşılan arkadaşların hakkımızda ki dedikoduları sana iletmemişler!” diye tısladı Teinaava.

Gardiyan kafası karışmış bir şekilde onlara baktı. “Dedikodu filan bilmiyorum ben!” diye gürledi. “Rehin aldığınız benim arkadaşım aşağlık herifler!”
Kılıcı çekmeye yeltendi fakat ilk konuşan gardiyan onu durdurdu. “Onların Karanlık Kardeşlik’e bağlı suikastçılar olmalarından şüpheleniyoruz.”
Elrin rehin aldıkları gardiyanın ruhunun huzursuzluğunun, korkusunun kat be kat arttığını hissetti.

“Bırakın gidelim!” diye bağırdı Elrin. “Hakkımızda konuşulanlar umurumuzda bile değil!”
“O kadar uzun boylu değil sivri kulak!” diye karşılık geldi onlarla iletişimde olan gardiyandan. “Gözcü Birliği Kaptanı’nı ve bir mahkumu öldürüp bundan paçanızı yırtamazsınız!”

Elrin parladı. “Hieronymus Lex’i biz öldürmedik!”
“Elinde ki bıçak öyle demiyor.” dedi gardiyan. Elrin, bıçağının üzerinde kurumaya başlayan kanı şimdi fark ediyordu. Lex’in üzerindeki bıçak yarasının Valen Dreth tarafından açıldığını kanıtlamanın imkanı yoktu.

“Valen Dreth yaptı.” diye savundu kendini. “Hücresinin kapısını açık unutmuşlar. Benim bıçağımla kaptanınıza saldırdı. Olay anında silahsızdık!”
“Kanıtınız nerede?”
“Sana biz yapmadık diyorum!” Elrin iyice gerilmişti. Meşaleyi tutan parmaklarını öylesine kasmıştı ki uyuşmaya başlamışlardı.
“Bana onlar saldırmadı!”

Sesin sahibi zorlukla konuşmuştu. Hırıltıyla, soluk soluğa nefes alıyordu. Gardiyanlar yeni geleni karşılamak için açıldılar. Elrin ile Teinaava da dahil herkes şaşkınlık içindeydi.

Hieronymus Lex kan kaybetmiş kireç gibi bembeyaz yüzüyle bölüğün ortasında duruyordu. Zorlukla ayakta duruyor gibiydi. Aslında tam olarak ayakta duruyor sayılmazdı. Lex’i, Geçit’e bir muhafız getirmişti. Muhafız tanıdıktı. Elrin ve Teinaava’nın gardiyanlıklarını yapanla aynı kişiydi.

“Efendim ama bu herifler…”
“Muhafızların dikkatsizliği yüzünden canımdan oluyordum!” dedi Lex yüzünü buruşturarak. “Beni kurtaran onlardı.”
Gardiyanlar aynı anda fısıldamaya başladılar. Lex doğrudan ikiliye ve rehineye bakıyordu.
“Doğrusunu söylemek gerekirse, beni kurtarmayı gerçekten istediklerini sanmıyorum. Sadece deli Dunmer’a karşı kendilerini savundular. Yinede orada daha ölümcül bir darbe almamı engellediler.”

Elrin tepkisizdi. Ne düşüneceğini bilmiyordu. Lex konuşmaya devam etti:
“Bırakın gitsinler!”
Bütün gözler Lex’in üzerindeydi. Elrin yavaştan şanslarının döndüğünü hissetse de kuşkuluydu. Üzerindeki -üzerlerindeki- suçlamalar çok büyüktü. Hatta Elrin’in suçlu olduğu bilinen bir gerçekti. Nitekim muhafızlardan biri bunu dile getirmekte gecikmedi.

“Ama efendim, şu elf olan büyük bir suç işledi. Bunu biliyor olmalısınız!”
“Neyin ne olduğunu senden iyi biliyorum merak etme!” diye tersledi Lex. Muhafız utançla sineye çekilirken ekledi. “Bu şapşal cinayet filan işlemedi.”
“Ne?” diye nidayı koyuverdi Elrin. Burada neler dönüyordu?
“Anlaşılan hanın sahibi ve sakinleri tarafından yanlış yönlendirilmişiz.” diye açıkladı Lex’e destek olan gardiyan. “Tanığın ifadesinde boşluklar vardı. Biraz üzerine gidince boşlukları doldurmak güç olmadı.”

Gardiyanlar beklenti içindelerdi. Elrin ise heyecandan ölüyordu.
“Elf yabancı olduğu için handa dışlanmış ve hakarete uğramış. Kendisine hakaret edenlerden birine özür dilemesini söyleyince olan olmuş. Adam kılıcını çekmiş ve elf kendisini korumak zorunda kalmış. Sonra da korkudan kaçmış.”
“İşte bu sebeple elfi cinayetle suçlayamayız. Herif masum.” dedi sonunda Lex.
“Ama efendim ya İmparatorluk Şövalyeleri’yle yaşadıkları? Karanlık Kardeşlik?”

Elrin içindeki umut parıltısının bir anda söndüğünü hissetti. Cinayetten paçayı kurtarmıştı anlaşılan ama diğerlerine ne demeli?

Lex giderek zayıflayan bir sesle devam etti. “İmparatorluk Şövalyeleri herhangi bir suçlamada bulunmamıştı zaten. Bir kaç gün içeride kalsınlar, akılları başlarına gelsin diye hapse atıldılar. Asıl, Kardeşlik ve cinayet sebebiyle hapiste tutuluyorlardı. Kardeşlik konusunda elimizdeki tek bilginin sahibi delirmiş bir mahkum. Bu güne kadar ipe sapa gelmez o kadar çok şey söyledi ki. Ona neden inandığımızı bende bilmiyorum. Diyeceğim şu ki Kardeşlik üyesi olsalar bile elimizde hiç bir kanıt yok.”

“Serbest bırakılsınlar, bu bir emirdir!”

                                                                                  ***

“Teinaava bana anlatacağın şey neydi?” diye sordu Elrin.

Yeniden pansiyondaydılar. Elrin daha önceki kontratında da tehlikeler, şanssızlıklar yaşamıştı fakat Merkez Şehir de yaşadıkları Bruma macerasının fersah fersah ötesindeydi. Her şey harika giderken bir anda Teinaava ve o, hapse bile düşmüşlerdi. Acımasız gardiyanlarla yüzleşmişler, ifşa edilme korkusunu yaşamışlardı. Elrin en azından şehirden bu sefer kaçmak zorunda olmadığına seviniyordu. Yola koyulmalarına engel olan tek şey Teinaava’nın açıklamak üzere olacaklarıydı.

Teinaava, “Elrin, anlatacaklarım sadece benim düşüncelerim ve kaygılarım. Bu yüzden kafanı fazla takmamanı istiyorum.” dedi sakin bir ses tonuyla.

“Kulağım sende kardeşim.” dedi Elrin gülümseyerek. Sabırsızlıkla Argonian’ın içindeki zehri döküp rahatlamasını bekliyordu. Sonra gidebilirlerdi.
“Hatırlarsan Geçit’e girmeden önce senden Kardeşlik’e girmeni sağlan olayı anlatmanı istemiştim.” diye başladı Teinaava.
“Evet, bende anlattım kardeşim.” diye karşılık verdi Elrin. “Zaten ondan sonra sapıtmaya başladın.” diye de eklememek için kendini zor tutmuştu.
“Hikayede sana ters gelen şeyler yok mu?”
“Olması mı gerekiyor?” diye sordu Elrin.
“Elrin, Karanlık Kardeşlik’e katılman için cinayet işlemiş olman gerekir.”
Elrin farkında olmadan omuzlarını dikleştirdi. Üzerinde ki rahat hava uçup gitmişti. “Ne demeye çalışıyorsun Teinaava? Lütfen açık ol.”
“O zaman açarak söylüyorum. Kardeşlik üyesi olabilmen için masum birini katletmen gerekir. Tek, yegane yol budur. Tanrımız Sithis’in kuralı budur. Aksi kabul dahi edilemez.”
“Fakat, ben…” Elrin devamını getiremedi. Dudaklarının uyuştuğunu hissediyordu. Alnı terlemeye başlamıştı.
“Sadece kendini korumak için öldürdün. Sen katil değilsin Elrin!” dedi Teinaava üzüntüyle. “Üzgünüm!”

                                                                          ***

Tapınağın girişi Elrin’e daha önce hiç bu kadar yabancı gelmemişti. Ait olduğunu düşündüğü yerin burası olduğuna artık eskisi kadar emin değildi. Teinaava’nın konuşmasının ardından ne pansiyonda ne de yolda tek bir kelime bile etmemişti. Edebilecek halde de değildi zaten. Teinaava onun moralini düzeltmeye çalışsa da bunlar gerçeklerin ezici ağırlıkları karşısında kaybolan girişimlerdi. ‘Sen bir katil değilsin.’ demişti Teinaava. Hayır, o gün olsa böyle düşünürdü ama olayın hemen ardından, bir kaç saat sonra masum bir canı almıştı zaten. Rufio’yu katletmişti.

Canını sıkan işlediği cinayetler değildi. İşlemediği bir cinayetle girmişti Kardeşlik’e. Ve şimdi tüm bunların yalan olduğunu öğrenmişti. Resmen Kara El tarafından kullanılmıştı. Ne kadar da saftı.

Kapı açılırken, “Kardeşim ben Kardeşlik’ten ayrılıyorum.” dedi Elrin. Teinaava üzüntüyle başını salladı ve tapınağa girdiler.
Elrin bir an kendini yeniden Geçit’e girmiş gibi hissetti. Karanlık her yerdeydi. Hiç bir şey göremiyordu.

“Elrin, neler oluyor?” diye sordu Teinaava korkuyla.
“Ben… Bilmiyorum!”

İki elin birbirine çarpma sesi kulaklarını çınlattı. Sesle birlikte ışıklar geri gelmişti. Yalnız değildiler, hem de hiç yalnız değildiler.
Yaklaşık yirmi karanlık şekil etraflarını sarmıştı. Yaklaşık yirmi gümüş bıçak boğazlarının dibindeydi. Etrafları Karanlık Kardeşlik tarafından sarılmıştı.
Elrin sessizce küfretti.

Exit mobile version