Karanlık Kardeşlik – Bölüm 18

İmparatorluk Şehri

“Tek yapmam gereken Allectus denen herifin güncesini bulmak.” diye içinden geçirdi Elrin.  İşin zor kısmı olan Hızsızlar Loncası’nı bulma görevini tamamlamıştı. Aralarına sızmak istiyorsa Armand’ın ondan istediği şeyi yapmak zorundaydı. Rakibi Methredhel tecrübeli bir hırsız olsa da Elrin kendisine güveniyordu. Bunu başarabilirdi. Daha zorlu görevlerin üstesinden gelmeyi bilmişti. Sadece aptal bir günce…

Su Kıyısı’nın liman bölgesine yanaşmış gemilerin yanından uçarcasına geçti. Koşmasına koşuyordu fakat adımları o kadar sessizdi ki yanından geçtiği üç beş liman sakini Elrin’i sadece bir bulantı olarak görebilmişlerdi. Orman Elf’i olmanın bazı avantajları vardır. Çeviklik ve sürat Elrin’in payına düşen önemli özelliklerdi.

Methredhel de onunla aynı ırktandı. Tıpkı Elrin gibi o da limanı hızla kat etmişti. Şimdi şehrin gözcü kulesinin yanındaydı. Elrin, kulenin haşmetinin  yanında rakibinin karınca misali kaldığını fark etti. Uzun zaman önce yapılan bu gözcü kulesi, Merkez Şehri’ni deniz aşırı gelecek tehditlere karşı uyarmak için her daim tetikteydi. Yekpare beyaz mermerden duvarları ayın ışığında soluk bir biçimde parlıyordu.  Methredhel kuleyi de geçip Tapınak Bölgesi’ne açılan dev kapılara ulaşınca Elrin de hız kesti.

Vakit gece yarısını çoktan geçtiğinden kapılar kapalıydı.  Dişi elf kapıda nöbet bekleyen muhafızlarla konuşuyordu. Elrin mesafesini kontrol etti. Methredhel tarafından yakalanmak hiç hoş olmazdı. Neyse ki kadın, muhafızlar kapılardan birini aralarken etrafını kolaçan etmedi. Ona yardım eden muhafızlara kısaca teşekkür ettikten sonra kapının aralığından sıyrılıp gözden kayboldu.

Elrin olabildiğince sakin görünmeye çalışarak muhafızların yanına kadar yürüdü.
“Pardon, kaldığım han Tapınak Bölgesi’nde de, kapıyı açarsanız sevinirim.” dedi Elrin yüzündeki hiçte doğal olmayan sırıtışla.
“Vakit gece yarısını geçti, üzgünüm” dedi Muhafız. Elrin’in yüzünde ki tuhaf gülümseme bir anda kayboldu.
“Fakat, ben handa geceliyorum. Diğer tarafa geçmem gerekiyor.”
“Umurumda bile değil elf, vakit geçti.” dedi diğer muhafız umursamaz bir tavırla.

Elrin sinirlendiğini hissediyordu. Kan beynine ufaktan sıçramaya başlamıştı. Yine de istifini bozmadan, “Az önceki elf nasıl girdi o zaman?” diye sordu.
Bu bir hataydı. Muhafız sorgulayan gözlerle, “O bayanı takip mi ediyordun?” dedi.
“Hayır buraya gelirken gördüm. Kapıyı ona açtınız.” diye kendini savundu.
“Rastlantıya bak ki hanımefendi birisinin kendisini takip ettiğinden bahsetti bize.” diye kuşkusunu dile getirdi muhafız. “Haklı olduğunu düşünmeye başladım nedense.”
“Ben kimseyi takip etmiyorum.” diye parladı Elrin. Diğer muhafız ona doğru bir adım attı. “Sadece hana gitmek istiyorum.”
“Ses tonuna dikkat et elf!” diye onu uyardı muhafız. “Seni tutuklamamızı istemiyorsun değil mi?”
“Hayır, tabi ki istemiyorum.” dedi Elrin sesini bir perde alçaltarak.
“Ilnor,” diye yanındakine döndü muhafız. “Kapıyı aç da geçsin.”

Kapı açılırken, Elrin paniklemeye başlamıştı. Methredhel’in adice oyunu yüzünden o çok önemli dakikalarından bir kaçını suratsız muhafızlarla harcamıştı. Aceleyle Tapınak Bölgesi’ne geçti.

“Burası daha iyi.” diye düşündü. Etraf pek bir sakindi. Kapının bitişiğindeki merdivenlerden aşağıya indi. Şimdi sokak seviyesindeydi. Bulunduğu bölüme Tapınak Bölgesi denmesinin sebebi karşında duruyordu.

Ulu kral Tiber Septim’in yüzyıllar öncesinde yaptırmış olduğu tapınak, yerleşim bölümünün geneline hakimdi. Buradan her geçtiğinde olağanüstü yapıya hayranlıkla bakmadan edemiyordu. Mükemmel dairesel formu ve tapınağın üstüne bombeli olarak yapılmış kubbesi tüyerini ürpertmişti.

Elrin tapınağın çevresini saran bahçeye hayranlıkla baktı. Gece vakti bile ne kadar da güzel ve hüzünlüydü. Sanki ölen Uriel Septim için yastaydılar. Çiçeklerin boyunları bükülmüştü; ay ışığını bile kabul etmiyorlardı. Elrin kendi hayatında olup bitenlerle o kadar meşguldü ki Cyrodiil’in içine düştü umutsuz durumu hiç önemsememişti.

İçinden bir ses Bruma’da yaşananların sadece bir başlangıç olduğunu söylüyordu. Kvatch kurtarılmış olabilirdi ama söylenenlere göre şehirden geriye pek fazla şey kalmamıştı. Lucien Lachance’ın Unutulmuş Diyar’ın kapılarını açan gizli örgüt Mistik Şafak için söyledikleri hala kulağındaydı. Hiç bir şeyden çekincesinin olmadığını düşündüğü Kara El bile tedirginse buradaki insanların kaygılarını hayal bile edemiyordu. Mistik Şafak sadece Cyrodiil’in masum halkını değil günahkarları bile endişelendiriyordu.

Zihnini işgal etmiş karamsar düşüncelerinden sıyrılmaya çabaladı. Önünde odaklanması gereken zor bir görev vardı ve daha şimdiden tonla vakti çarçur etmişti. Ne var ki tapınağın bu kadar yakınında olmasının başka bir sebebi daha vardı. Tapınağı çevreleyen yeşil alanda yatmakta olan bir kaç evsiz görmüştü. İçlerinden birine yaklaştı.

“Ha, ne oluyor?” Zavallı herif uykusu Elrin’in onu dürtmesiyle bozulunca sersemlemişti.
Elrin işaret parmağını dudağına doğru götürerek sessiz olmasını istedi. Adam Elrin’in tekinsiz endamını görünce iyiden iyiye korkmaya başladı.
“Ben hiç bir şey yapmadım, bana zarar verme!”
“Sana zarar vermek istesen uyandırmadan yapardım gerzek.” diye çıkıştı Elrin sonunda. “Öğrenmem gereken bir bilginin sende olduğunu düşünüyorum.”
“Ne bilgisi?” diye sordu evsiz anlamaz bir tavırla.
” Amentius Allectus nerede oturuyor?”
Evsiz, Elrin’in soruyu sormasıyla beraber kıkırdamaya başladı.
“Anlaşıldı.”

Anlamama sırası Elrin’deydi. Soran gözlerle hala gülmekte olan evsize baktı.
“Karizmatik, gizemli tavırlarının sebebi tabii ki.” dedi evsiz. “Sen loncaya girmeye çalışıyorsun.”
“Eve- bir dakika.” diye durakladı Elrin. “Bunu nereden biliyorsun?”
“Hepimiz biliriz. Armand hep aynı testi yapar.”
Elrin tanıdık panik duygusunun bu gece belki de yirminci kez bedenine hakim olduğunu hissetti. Cebinden altın kesesini çıkarıp evsiz adama bir kaç altın fırlattı.
“Söyle bakalım, neredeymiş bu ev.”
Evsiz kocaman gülümsedi. Eksik ön dişleri hemen fark ediliyordu.
“Hiç şansın yok, rakibin eve çoktan ulaşmıştır.”
                                                                              ***

Cyrodiil’in kuzeyi, Bruma

Gri-Tilki artık iyice keyiflenmişti.
“Doğru kişinin sen olacağını biliyordum evlat. Harika, harika.”
“Ne için doğru kişi?” diye sordu Gölge-Ayak. Gülümsemesine o da hakim olamıyordu.
“Değerli nesnelere olan zaafımı biliyorsundur Gölge-Ayak. Lonca’da en azından bu sır değil.” dedi Gri Tilki.
“Ah, tabi.” diye onayladı Gölge-Ayak. “Sıra dışı bir koleksiyonun olduğuna eminim. Ve buna karşılık olarak pek çok düşman kazandığına da eminim.”
“Orası öyle.” diye lafı geveledi Gri-Tilki. “Düşmanlarımı pek umursamıyorum.”
Gölge-Ayak karşılık vermedi. Bir süre sessizce oturdular. Gri Tilki şöminede yanan alevleri izliyordu. Dalıp, gitmişti. Sonra gözlerini alevlerden ayırmadan konuştu.
“Çılgınca bir şey duymak ister misin?”

Gölge-Ayak bacak bacak üstüne atmıştı. Üzerinde bir beklenti havası vardı. Gri Tilki hala şömineye bakıyordu.

“Evlat, ihtiyacım olan son bir değerli nesne kaldı. Sonra her şey bitecek.”
“Meraklandım şimdi.” dedi Gölge-Ayak. “Lütfen, devam et Gri Tilki.”
“Sana bu nesneyi anlatmayı uygun görmüyorum, en azından şimdilik.” dedi Gri Tilki. Gözlerini nihayet alevlerden çekmişti. Gölge ayağın yüzündeki bozulmuş ifadeyi görmüştü bu sayede. “Beni yanlış anlama, şu an dedim sadece.”
“Pekala, öyle olsun.” dedi Gölge-Ayak otomatikman. “Madem şu çok değerli ‘şey’ ile bir ilgisi yoktu niye beni buraya getirttin Gri Tilki?”
“Nesne İmparatorluk Şehri’nde, onu çalabilmem için yapılması gereken bazı düzenlemeler var.” diye açıkladı durumu Gri Tilki.
“Ne gibi?” Fikrin çılgın yönü ortaya çıkmıştı. İmparatorluk Şehri’nde olan değerli bir nesneyi çalmak başlı başına çılgınlıktı. Yinede fikrini belirtmedi.

“Lex!” diye devam etti. “Aptalın teki ama böyle giderse bize her an ulaşabilir. Ondan kurtulmanı istiyorum Gölge-Ayak.”
“Öldürelim mi yani?”
“Öldürmek mi?” Gri Tilki karşısında oturan kişiye deliymiş gibi bakıyordu. “Hayır, cinayet benim tercih edebileceğim bir yol değil.”
“Ne yani? Lex’e gidip bir süreliğine bizi rahat bırakmasını mı söyleyeceğiz?”
“Bir bakıma evet, bir bakıma hayır.” diye cevapladı Gri Tilki. “Geçen hafta Anvil Şatosu’nda ki muhbirimden kontesin yeni bir koruma aradığını öğrendim. İmparatorluk Şehri’ne bir rica mektubu yollamış.”
“Sende Hieronymus Lex’in koruma olarak Anvil’e gönderilmesini istiyorsun.” diye araya girdi Gölge Ayak.
Gri Tilki’nin maskenin altında kalan çene bölümündeki kaslar gerildi.
“Kapital!”
                                                                                  ***

İmparatorluk Şehri

Elrin, Allectus’un evinin önüne geldiğinde durdu. Soluk soluğaydı. Eliyle ceplerini karıştırmaya başladı. Armand’ın ona vermiş olduğu maymuncuklardan birini cebinden çıkarttı. Tam işe koyuluyordu ki duraladı. İçeride hareketlilik sezinlemişti.

Gözlerini kapattı. Onları yeniden açtığında içerideki ruhun Methredhel’e ait olduğunu anlamıştı. Kapının hemen yanındaki duvar aralığına sığındı ve beklemeye başladı. Bir süre sonra kapı kilidinden kurtuldu ve Elrin o anda hamlesini yaptı. Methredhel suratına çarpan kapının etkisiyle geriye doğru uçtu.

Elrin evin orta yerinde yerde kıvranmakta olan Methredhel’in önünde diz çöktü.
“İyi denemeydi, fakat yeterli değil üzgünüm.” dedi Elrin neşeyle ve nazikçe günceyi Methredhel’in uyuşmuş parmaklarının arasından çekti. “Bunu ben alayım.”
“Günceyi ben çaldım.” dedi Methredhel. Zorlukla konuşuyordu. Elrin darbeyi biraz abarttığını fark etti. Ama sonuçta işe yaramıştı.
“Tamam sen çaldın, ama onu ben götürüyorum.” dedi Elrin. Yüzünü iyice kadına yaklaştırmıştı. “İtirazın mı vardı?”
“Düzenbaz herif!”
“Ben? Düzenbaz?” dedi Elrin bir kaşını kaldırarak. “Evde neden hiç kimse yok? Asıl önemlisi buradan ve bu günceden bal gibi haberin vardı değil mi?”

Methredhel kabul edercesine mahcupça gülümsedi.
“Ama benim asıl hoşuma giden,” dedi Elrin rakibinin elinden tutup doğrulmasına yardımcı olurken. “Muhafızlarla münasebet yaşamama neden olman oldu.”
“İşe yaramadığını söyleme sakın.” dedi Methredhel. Yediği darbeyi unutmuş gibiydi.
“Eh biraz.” dedi Elrin sırıtarak. “Hadi gidelim, Armand bizi bekliyor.”

Armand elinde meşalesiyle bıraktıkları gibiydi. Fakat gelen ikiliyi gördüğünde -gözleri Elrin’in elinde tuttuğu günceye kaymıştı- gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Ardından bakışları Methredhel’in alnının sağ tarafına kaydı. Kadının darbe aldığı yer şişmişti.

“Başına ne oldu Methredhel?” diye sordu.
“Önemli bir şey değil Armand.” diye cevapladı Methredhel.
Elrin günceyi muzaffer bir edayla Armand’a uzattı.
“Tebrikler, şu anda Hırsızlar Loncası’na katılmaya hak kazandın.” dedi Armand. Sesi pek hevesli çıkmıyordu. Muhtemelen Elrin’in kurdukları hileli yarışmayı nasıl kazandığına kafa yoruyordu.
“Bu kadar mı?” diye sordu Elrin. “Şimdi ne olacak?”
Armand kaşlarını çattı.

“Loncaya giren herkes üç kuralımıza da uymak zorundadır. Onları sana ileteceğim ve bugünlük işimiz bitecek.”
“Üç kural?”
Armand Christopher duygusuzca daha önce defalarca söylediği anlaşılan kuralları nutuk çeker bir edayla okumaya başladı.
“Birinci kural; Hiç bir Lonca üyesinden çalmayacaksın.”
“İkinci kural; İş sırasında hiç kimseyi öldürmeyeceksin. Burası Hızsızlar Loncası, Karanlık Kardeşlik değil. Bizler o herifler gibi hayvan değiliz.”
“Üçüncü kural; Asla fakirlerden çalmayacaksın.”

Elrin anladığını belirtti. Gerçi Karanlık Kardeşlik kısmında gözlerini kaçırır gibi olmuştu ama Armand bu ufak hareketin farkına varamamıştı.

“Şimdi git ve dinlen.” diye son sözlerini söyledi Armand. “Ama yarın yine gece yarısında burada ol. Sana ilk görevini vereceğim.”

Cyrodiil’in kuzeyi, Bruma

“Bilmiyorum Gri Tilki.” diye kaygısını dile getirdi Gölge-Ayak. “Lex’i bırakacaklarını hiç sanmıyorum.”
“Merak etme planım var elbet.” dedi Gri Tilki. “Kısa bir süre sonra kontesin rica mektubuna karşılık olarak Merkez Şehri’nden uygun adayların olduğu bir tavsiye mektubu yollanacaktır.”

Gölge-Ayak başını sallayarak onayladı. “Ne söyleyeceğini tahmin edebiliyorum.”
“Doğaldır. Boşuna burada benim yanımda değilsin evlat.” dedi Gri Tilki. “O mektubu ele geçirip üzerinde oynama yapacağız. Kontesin Lex’i seçmesini sağlayacağız.”
“Kolay gibi görünmüyor.” dedi Gölge-Ayak. “Hala bunu neden yaptığımızı açıklamamakta diretiyor musun?
“Zamanı gelince açıklayacağım Gölge-Ayak.” diye söylendi Gri Tilki. “Şimdi olmaz.”
“Çok fazla dikkat çektin farkındasındır umarım.” dedi Gölge-Ayak uyarırcasına. “Bu nesnelerin sahipleri peşini bırakmayacaklardır.”
“Buna gerek kalmayacak.” diye karşılık verdi Gri Tilki.
“Sebeplerini anlıyorum.” dedi Gölge-Ayak. Sesi üzüntülü çıkmıştı. “Ama neden tek yol bu? Daha kolayı, daha güvenlisi yok mu?”
Gri Tilki yeniden alevlere daldı. Gözleri şömineden gelen alevlerin ışığıyla parlıyordu. “Bu gün rapor verdin mi?”

“Evet verdim.” diye cevapladı Gölge-Ayak. “Ama artık gittikçe zorlaşıyor, şüphelenmeleri an meselesi.”
“Bunu neden yapıyorsun? Neden bana yardım ediyorsun evlat?” dedi Gri Tilki burnunu çekerek. Gözlerindeki parıltı ona ismini veren gri maskesine aktı. Gözyaşı maske üzerinde dağılırken Gölge-ayak konuştu:

“Çünkü bende senin gibi yıllar önce çok sevdiğim bir insanı bencilliğim, korkaklığım yüzünden terk ettim Gri Tilki. O beni sonunda bağışladı ama ben hala kendimi affetmedim. Bu yüzden sana yardım ediyorum, sevdiğin insanın karşısına yeniden çıkabilmeni istiyorum.”

Gölge-Ayak o ana kadar hiç açmadığı kukuletasını elinin çevik bir hareketiyle geriye alttı. Biçimsizce uzamış dağınık sarı saçları omuzlarına döküldü. Sivri hatlarla çizilmiş yüzüne ve yeşil gözlerine kararlılık  kazınmıştı.

“Katillerinde hisleri vardır Gri Tilki.” dedi Elrin sakince.

Exit mobile version