“Herhangi bir durumdan şüphelenmiyorlar değil mi?” diye sordu gizemli Kara El elçisi.
“Hayır, rolümü son derece iyi oynadım. Hatta bu akşam ilk görevime çıkacağım.” diye cevapladı Elrin.
Kardeşliğe her daim rapor vermesi gerektiğini biliyordu ama bilgi aktardığı kişinin bir başkası olmasını isterdi. Saçlarını çoktan kaybetmiş huysuz bir ihtiyarla uğraşmak hoşuna gitmiyordu.
İhtiyar elçi kukuletasını başına çekti. Gri gözlerindeki soğuk bakışlar Elrin’e güvenmediğini belli eder gibiydi.
“Evlat, günceyi çalmaya çalışırken yaşadıkların beni tedirgin ediyor.” diye konuştu. Elrin anlamamış gibi bakınca, iç çekti ve konuşmaya devam etti.
“Onu çalmadın, daha doğrusu çalamadın. Sadece zorla aldın.”
“İyide yarıştığım elf yüksek seviyedeki bir lonca üyesiydi, hem yaptıkları testin hileli olduğunu söylediğimi hatırlıyorum.” diye kendini savundu. İçinde bulunduğu tehlikeleri görmezden gelip ne kadar da kolay eleştiriyordu.
“Sözlerine dikkat et Eleyici Elrin.” Anlaşılan elçi de sinirlenmişti. “Kara El sana anlayış gösteriyor olabilir, fakat bu senin her ağzına geleni söylemeni gerektirmez.”
“Senin de bana acemi gibi davranman gerekmiyor ihtiyar.” diye sert çıktı Elrin. “Yaptığım şeye saygı duymayacaksan, defolup gidebilirsin!”
Elrin son sözlerini inanılmaz bir nefret duygusuyla söylemişti. Sinirden şakaklarındaki damarların sertleştiğini hissediyordu. Burada, Merkez Şehir’de hayatını bir kez daha tehlikeye atıyordu ama Kardeşlik ona ödül olarak gıcık bir ihtiyarı vermişti. Teinaava filan raporları alsa ne olurdu ki?
“Sana bundan sonra rapor vermeyeceğim ihtiyar!” dedi Elrin karşısındakinin gözlerine nefretle bakarak.
Adam da gri gözlerini dikip aynı ifadeyle Elrin’e baktı.
“Öyle olsun bakalım Eleyici.” dedi sırıtarak.
Elrin tam cevap verecekti ki adamın gözleri bir anda parlamaya başladı. Işık git gide artarak Elrin’in tüm görüşünü kapladı. Hiç bir şey göremiyordu.
“Sen- sen ne yaptın?” diye haykırdı Elrin.
“Saygı duymayı öğrenmelisin Eleyici Elrin.” dedi ihtiyar sakince. “İki gün sonra rapor için yine burada olacağım. Aynı şeyleri yaşamak istemiyorum.”
Elrin yüksek sesle küfretti. Işık azalıyordu. Ama görüntü yoktu. Şimdi her şey karanlıktı. Adi herif onu kör etmişti.
***
Telaendril yatakhanede bir aşağı bir yukarı dolanıyordu. Parmakları ağzında tırnaklarını yemekle meşguldü. Bir süre daha bu şekildi kendini ve tırnaklarını yiyip bitirmeyi sürdürdükten sonra kendisini şaşkınlıkla izlemekte olan Ocheeva’ya döndü.
“Bunun kasıtlı olduğunu düşünmeye başladım. Cidden!”
“Bence çok abartıyorsun.” dedi Ocheeva.” Elrin rahatlıkla bunun üstesinden gelebilir, bu güce sahip.”
“Benim derdim bu mu sanıyorsun?” diye çıkıştı Telaendril.
“Peki, ne o zaman?” diye sordu Ocheeva sabırsızca. “Söyle bari bileyim, yarım saattir dolanıp duruyorsun.”
Telandril başparmağına baktı. Artık ete dayanmıştı, devam ederse muhtemelen kanayacaktı. Dilinin ucunda onu rahatsız etmekte olan tırnak parçasını tükürdü. Ocheeva haklıydı biraz sakinleşmesi gerekiyordu. Somurtarak yemek masasın sol ucunda oturan Argonian’ın yanına gidip kendine bir sandalye çekti.
Bir süre öylece birbirlerine sessizce bakıp oturdular. Ocheeva kahverengi kapaklı eski, küçük bir kitap okumaktaydı. Telandril’le konuşabilmek için kitabı kapatıp masanın üzerine bırakmıştı. Lakin pullu deriye sahip elleri kitabın ön yüzünün üstüne konuşlanmış olduğundan Telaendril kitabın adını göremiyordu.
“Ocheeva neden hep Elrin?” diye sıkıntısını dile getirdi Telaendril. “Kardeşlik’e henüz giren biri için fazlasıyla zorlu işleri yapıyor. Yani onun yapması gerekenleri pekala sen ya da başka bir yüksek seviyeli Kardeşlik üyesi de yapabilirdi. Neden hep o?”
“Daha ilk kontratında çok iyi korunan bir soyluyu öldürmesi istendi. Şansı yaver gitmese daha ilk kontratında yakalanabilir, hatta öldürülebilirdi.”
Ochevaa gözlerinden birini kısarak, “Bruma görevinde Elrin’in başarısız olması seni mutlu edecek gibiydi Telaendril. Vicente’den duyduğum kadarıyla Kardeşlik’ten atılmasını bile istemişsin. Ne değişti?”
“Bir şeyin değiştiği filan yok.” diye cevapladı Telandril. “Hala atılmasını memnuniyetle karşılayabilirim.”
“Onu -geçmişte aranızda her ne olduysa- affettiğini sanıyordum.”
“Elrin bir katil olmamalıydı Ocheeva, o bizim gibi olmamalıydı.” dedi Telaendril üzüntüyle.
“Kardeşlik’i katiller topluluğu olarak mı görüyorsun? Bu kadar basit mi yani?” diye sordu Ocheeva soğuk bir ses tonuyla. Konuşma iyi bir yere doğru gitmiyordu.
“Onu demek istemediğimi sen de çok iyi biliyorsun Ocheeva.” diye cevapladı Telandril. “Sithis ve Gecenin Annesi’ne hizmet etmekten mutluyum.”
“Seni rahatlatacaksa Elrin de halinden mutlu Telaendril.”
“Mutlu mu? O Dunmer’i öldürmeye giderken halini gördün sanırım. Lucien onu resmen ölüme yolladı. Bilmiyorum kasten de yapmış olabilir.”
Ocheeva’nın gözleri kocaman açıldı. “Sen neler diyorsun Telaendril? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?”
“Evet, duyuyor, hem de çok iyi duyuyor.” dedi Telaendril sertçe. “Benim bildiğim kontratlar gerçekleştirilmesi için varlar, sen olsan bir hedef için onu öldürmesi en muhtemel olanı seçmez misin? Tabi ki seçersin!”
“Bu kadar yeter!” dedi Ocheeva. “Şu an saçmalıyorsun!”
“Öyle mi?” diye güldü Telaendril. “O zaman açıkla bakalım, öldürülmesi gereken kişi İmparatorluk Şehri’ndeyken ve Elrin bu şehirde aranırken, neden o seçildi?”
Ocheeva kitabını masadan üzerinden aldı ve hışımla ayağa kalktı.
“Bu konuşma bitmiştir Telaendril.” dedi Ocheeva duygusuzca. “Senden, bu saçmalık ötesi çıkarımlarını unutmanı istiyorum. Hatta senin üstün olarak, bunu emrediyorum!”
***
Elrin beş dakikadır oturduğu yerden küfredip duruyordu. Gözleri inanılmaz bir biçimde acıyordu. Kala El’in elçisi artık nasıl bir büyü yaptıysa görüşü henüz tam olarak yerine gelmemişti. Zaten gözlerini acıdan açamıyordu, açsa da bulanık görüşü yüzünden pek bir şeyi seçemiyordu.
Aslında bir yere kadar bunu hak ettiğini düşünüyordu. Az önce bir Kara El üyesine karşı oldukça küstahça davranmıştı. O kadar abartmasına gerek yoktu. Fakat, insanlar neden onun içinde bulunduğu tehlikeleri yok sayıyordu ki?
Oturduğu ağacın dibinden kalktı ve şiddetle gözlerini ovalama başladı. Cyrodiil’in havası batan güneşin etkisiyle turuncu bir tona bürünmüştü. Gece yarısına daha vardı, hana gidip gözlerinin kendilerine gelmesi için biraz uzanmaya karar verdi.
Odasına girdiğinde ters giden şeylerin olduğu hemen gözüne çarpmıştı. Eşyaları etrafa saçılmıştı, birileri odasına girip Elrin’in bütün eşyalarını karıştırmıştı. Yanında getirdiği kitaplar açılmış bir biçimde oraya buraya saçılmıştı. Bazılarının sayfalarında yırtıklar bile vardı. Yatağının altı üstüne gelmişti, anlaşılan alt kısım aranmıştı. Birkaç giysisini yerleştirdiği dolabın ağzı ardına kadar açılmıştı, bazı giysiler askılarından kurtulup dolabın dibine düşmüştü.
Tedirgin bir şekilde sandığına yaklaştı. Bunları Hırsızlar Loncası’nın yaptığını düşünüyordu. Eğer gerçekten onlarsa ve sandığı açtılarsa Elrin’in işi biterdi. Deri zırhı, zehirli iksirleri ve en önemlisi ‘Beş İlke’ sandığın içerisindeydi. Sandığın anahtarını çıkartıp kilide soktu.
Ama anahtarı çeviremiyordu. Kısa bir süre kilidi zorladıktan sonra bunu yapmaktan vazgeçip anahtarı çıkarttı. Kilidi yokladığında deliğin için metal bir parça yere düştü. Bir maymuncuk ucu! Kesinlikle Lonca olmalıydı. O anda başka bir şeyi daha fark etti. Hırsızlar Loncası burayı asla dağınık bırakmazdı. Bulmak istediğini bulur ve kalan her şeyi yerli yerinde bırakırdı. En azından Tapınakta böyle yapmışlardı. O halde bu bir…
… Tuzaktı!
Kimsenin bir şeyler filan çaldığı yoktu. Sadece Elrin’in saklayacak bir şeyi olup olmadığını görmek istemişlerdi. Elrin’de sazan gibi sandığına atlamıştı. Koruma içgüdüsü sakladığı sırlarının olduğunu belli etmişti.
Elrin’in tepkisini ölçmek istedilerse içlerinden biri hala burada saklanıyor olmalıydı. Durumu hala lehine çevirebilme şansı vardı. Gözlerini kapattı ve hiç şaşırmadı. Methredhel dolabın içine gizlenmişti. Normalde aptalca olacak olan bu hamleyi genç kadın ustaca gerçekleştirmişti. Dolabın içinde ki her şeyi dışarı atınca içeri bakmak için hiçbir sebep kalmazdı. Kadının zekası Elrin’i etkilemişti ama Methredhel’in bilmediği şey Elrin’in yeteneğiydi. Elrin metanetini koruyarak dolaba yaklaştı.
Seri bir hamleyle dolabın kapağını kapadı ve anahtarı çevirerek kadını içeri kilitledi.
“Methredhel!” diye dolabın içine seslendi Elrin. “İçeride olduğunu biliyorum.”
“Dokuzlar aşkına, nereden anladın?” Kadının sesi dolabın içinde olması sebebiyle boğuk geliyordu. “Bu iki oldu!”
“Yapma ama tuzak olduğu çok belliydi.”dedi Elrin gülerek. “Sırlarımı bu kadar çok merak ediyor musun cidden?”
Elrin kilidi açtı ve Methredhel’in elinden tutarak çıkması için yardım etti. Kadının eli dolapta geçirdiği uzun süre nedeniyle terlemişti. Yakalandığına pek bozulmamış gibiydi. Üstüne başına şöyle bir çeki düzen verdi ve odadan gitmek için kapıya yöneldi.
“Hey Methredhel baksana…” dedi Elrin onun arkasından. Bunun üzerine Methredhel arkasını dönüp Elrin’e beklentiyle baktı. Elrin o anda söyleyeceği şeyin boğazında düğümlendiğini fark etti. Methredhel onu bu kadar çok etkilemek zorunda mıydı?
“Evet?”
“Şey, şimdi gidip onlara ne söyleyeceksin?” dedi Elrin utangaç bir tavırla. Yüzünün kızardığını hissediyordu. “Yani, benim hakkımda.”
Methredhel gülümseyerek, “Oldukça zeki bir tip olduğunu söyleyeceğim.” dedi.
“Teşekkürler Methredhel.” dedi Elrin.
“Bu arada şimdi ismimle hitap edince aklıma geldi.” dedi Methredhel tam çıkarken. “Senin adın ne? Söylediğini hiç hatırlamıyorum.”
“Söylemedim çünkü.” diye sırıttı Elrin. “Ama ismim bu kadar önemliyse, bana Gölge-Ayak diyebilirsin.”
***
“Demek ismin bu; Gölge-Ayak.” dedi Armand çenesini sıvazlayarak. “Bu daha çok bir lakap gibi geldi bana, yada takma isim.”
“Evet, aslında öyle denilebilir.” dedi Elrin açıklayıcı bir tavırla. İsmi bir anda bulmuştu, yeterince gizemliydi. “Geldiğim orman köyünde bana öyle derlerdi. Ama ismimi merak ediyorsan, adım Aldos.”
“Hmm, Gölge-Ayak daha iyi gibi geldi bana.” dedi Armand. “Neyse, boş verelim, bunlar gereksiz detaylar. Sen hazır mısın? Onu söyle bana.”
“Evet, hazırım.” dedi Elrin. Kendini gerçekten hazır hissediyordu. Özellikle Methredhel’in övgüsü cesaretini tavana çıkartmıştı.
“Harika!” dedi Armand. “Hieronymus Lex buradan, yani Su Kıyısı’nda oturan fakir halktan vergi toplamak istiyor. Eh, haliyle burada yaşayan insanlar için bu vergileri ödemek neredeyse imkansız. Senin bu vergi listesini ele geçirmen gerekiyor. Yapabilir misin?”
“Yaparım yapmasına ama mantıksız gelen şeyler var.” dedi Elrin. Kafası karışmıştı. Lex’i tanıyordu, kısa bir süre önce hapishanede onu salıveren kaptandı. “Lex’i bilirim, bunu yapması çok garip, yani fakirlerden ne istiyor ki?”
“Gölge-Ayak, o zeki bir adamdır. İnan bana!” dedi Armand. “Hırsızlar Loncası’na kafayı takmış durumda. Duyduğuma göre bizim faaliyet merkezlerimizden birinin burası olduğunu keşfetmiş. Anlayacağın amacı fakirlerden vergi toplamak değil, bu parayı karşılayamayacaklarının gayet farkında. Su Kıyısı’nı boşaltıp bizi zor duruma düşürmek istiyor, açık vermemizi istiyor.”
“Cidden zekice!” dedi Elrin etkilenerek. “Hem bu insanlar loncanın gözü, kulağı değil mi?”
“Evet, bu yüzden belgeyi alman gerekiyor.”
“Yolu anlat yeter.”
***
“Yolu anlat yetermiş.” diye homurdandı Elrin. “Ağzımı seveyim ben!”
Belgenin bir büroda olmasını beklerdi, Lex’in kaldığı gözcü birlik yatakhanesinde değil. Gözleri yıpranmış ahşap kapıdan başlayıp taş bloklarla örülü kulenin en üst katına kadar çıktı. Acaba Lex kaçıncı katta kalıyordu? Tırmanıp görmesi gerekiyordu. Her katta bir pencere, tam dört katlı bir kuleydi ona meydan okuyan. Elrin, Telaendril’in arbaletini yanında getirdiğine seviniyordu. Yeterince sessiz olabilirse Lex’in kaldığı kata sızabilirdi.
Arbaletini surun başladığı ikinci kata yöneltti. Tetiğe basmasıyla çıkan tok ses kulak kesilmeyen biri için gayet sessiz sayılırdı. İpin sağlamlığını kontrol etti ve tırmanmaya başladı. Adımlarını son derece dikkatli bir şekilde atıyordu. Yarı yola geldiğinde dinlenmek için durdu, iyi ki durmuştu. Çünkü aşağıda kalan kapı açıldı ve dışarıya bir kaç muhafız çıktı.
Elrin nefes dahi almıyordu. Dikkat çekecek bir gürültü çıkartmaması halinde muhafızlar yukarıya bakmazdı. Kaskatı bir biçimde bir süre öylece asılı kaldı. Kolları uzun süre hareketsizlikten ıstırap çekmeye başlamışlardı. Muhafızlar köşeyi dönerken Elrin kendini surun tepesine attı.
Surun yüksek yapısı sayesinde bütün şehir ayaklarının altındaydı. Lakin bu nefis manzarayı seyretmeye vakti olmadığından kulenin sur seviyesinde ki kapısına yanaştı. Kapıyı şöyle bir yokladı, kilitliydi. Hemen cebinden bir maymuncuk çıkarttı.
Bulunduğu yere en yakın gözcü kulesi bir kaç yüz metre uzaklıktaydı. Elrin, stres içinde maymuncukla cebelleşirken onu kimsenin görmemesi için dua ediyordu. İkinci maymuncuğunu kırdığında arka taraftaki kuleden bir muhafız sur seviyesine peydahlanmıştı. Sızmaya çalıştığı kuleye doğru geliyordu. Elrin eğer bu seferde açamazsa onu fark edebilirdi. Karanlık onu daha fazla gizleyemezdi.
Muhafız yolu yarıladığında kapıdan gelen ‘klik’ sesi Elrin’in nefes almasına olanak tanımıştı. Hemen içeriye girip saklanması gerekiyordu. Aceleyle kapıyı araladı ve kendini -içeride kimsenin olmaması için bir kez daha dua ederek- içeri attı.
Kulenin ikinci katı oldukça kalabalıktı. Tam dört muhafız, dairesel olarak yerleştirilmiş yataklarında uyumakla meşguldü. Etrafını kolaçan edip yukarı çıkmasına yarayacak bir merdiven yada benzeri bir şey bulmayı umuyordu. Aradığı merdiveni bulduğunda vakti tükenmişti bile.
Merdiveni tırmandı ve kapı tam açılırken üzerindeki kapağı kaldırıp üçüncü kata ulaştı. Ucuz atlatmıştı.
Sonunda Lex’in odasına ulaştığını karşısında ki yatağa baktığında anladı. Muhtemelen kestiriyordu, böyle meşgul adamların derin uykular için vakti olmazdı. Sağ tarafında ki masaya yöneldi, aklına ilk burası gelmişti çünkü. Masanın kapağını açtı ve içerinde ki bir dolu parşömeni karıştırmaya başladı.
Aradığı şeyi bulması kısa sürmüştü, özenle mühürlenip masa gözünün en köşesine yerleştirilmişti. Parşömen elinde tam kapağı açarken onu hiç bir şekilde fark etmemiş olan Lex’e doğru sırıttı ve merdivenlerden aşağıya kaydı