Makale

Karanlık Kardeşlik – Bölüm 2

KARANLIK KARDEŞLİK
BÖLÜM – 2
ÖLÜM SANATI


     Elrin’in korkudan dili tutulmuştu. Şaşırmak mı? Bu adam ne saçmalıyordu. Konuşmak istedi, ona kim olduğu sormak ve katil olduğunu nereden bildiğini öğrenmek istedi. Ama boşuna, çenesi sanki bir daha hiç açılmamak üzere kapanmıştı.

     “Güzel, şimdi sessizce beni dinle katil,” dedi gizemli yabancı. Sesi toktu ve otoriter havası Elrin’i daha da çekingen yapmıştı. Sessizce dinle demişti. Elrin zaten bir süre herhangi bir sesi çıkarabileceğini sanmıyordu.


     “Vicdanının rahat olmadığını görüyorum. Vicdanını temizlemeye ihtiyacın varsa sana bir teklifim olacak.


     Benim adım Lucien Lachance. Karanlık Kardeşlik’in Konuşmacı’larından biriyim. Ve sana gelirsek… Sen… Sen bir katilsin. Canlıların hayatlarını ellerinden alırsın, onların ruhlarını hasat edersin. Yaptığın şey Gecenin Annesini mutlu etti. Bu yüzden geldim. Seni özel bir ailenin parçası yapmak için.”



     Karanlık Kardeşlik. Cyrodiil’de ki herkesin bahsettiği günahkâr topluluk. Onları bilmeyen yoktu. Her yer de onlar konuşulurdu. Sayısız cinayet ve suikastın sorumluluğunu taşıyan bir topluluktu. Yine de gerçekten var olduklarına dair tek bir kanıt bile yoktu. Olduysa bile, muhafız birlikleri olayları örtbas etmede onları engellemekten daha başarılıydı. Elrin, yutkundu ve ilk kez konuşmaya cesaret etti.
“Lütfen devam edin Bay Lachance.” dedi sakin bir şekilde. Korktuğu daha fazla hissettirmek istemiyordu. Sonuçta karşısındaki adam yaptığı şeyi suç olarak algılamıyordu. Aynen dediği gibiydi, Elrin aslında bir ruhu hasat etmişti, onu günahlarından arındırmıştı.


     Lucien yüzünü Elrin’nin kine yaklaştırdı. Artık onu net bir şekilde görebiliyordu. Bembeyaz kireç gibi yüzü, sararmış dişleri ve her an tetikteki siyah gözleriyle Lucien Lachance gerçekten de karanlık bir adamdı. Ama Elrin daha fazla korkmak istemediğinden sakince onun gözlerinin içine baktı.


     “Kardeşliğe girebilmen için bir ruhu daha hasat etmen gerekiyor. Fazla uzatmayacağım. Hedefin Bravil’in kuzeyinde ki ill Omen Hanı’nda kalıyor. İsmi Rufio, yaşlı bir keşiş. Bu geceyi handa geçirecek. Gün doğana kadar vaktin var.”


     “Peki, onu neden öldürmem gerekiyor.” diye sordu Elrin.


     “Gecenin Annesi’nin sırlarını öğrenmek istiyorsan öncelikle hedeflerini sorgulamaman gerekiyor. Gözümüz üzerinde olacak katil.” dedi ve yaptığı büyüyle bir anda ortadan kayboldu.

     Elrin, bindiği çalıntı atın üstünde son sürat gidiyordu. Ne açlığı, ne uykusuzluğu ne İmparatorluk Şehri’nin dört bir köşesinde onu arayan muhafızları umursuyordu. Aklı karışıktı. Lucien Lachance. Efsanevi Karanlık Kardeşlik’in bir üyesi. Onu ziyaret etmiş ve kardeşliğe katılması için şans tanımıştı. Ama Elrin yine de kararsızdı. Onlar kötü olarak kabul edilen suikast tarikatıydı. Eğer Elrin Rufio denen şanssız herifi öldürürse onlar gibi olacaktı. Kötü ve toplum dışı. Gerçi bu gece ikinci cinayetini işlemesine neden olan da aynı toplumdu. Hem kötünün içine girerse kötülük kavramı onun için anlamını yitirecekti. Elrin dizginlere asıldı. Karanını vermişti. Sadakatini Gecenin Annesi’ne sunmaya hazırdı.


     Son birkaç saattin at sürmesinden dolayı kaskatı kesilen ellerini ovuştururken bir yandan da hanı gözlüyordu. Dışarıdaki atlardan biri dikkatini çekmişti. Üstünde Muhafız Birliği arması vardı. Kolay bir iş olmasını beklemiyordu zaten. Sıkıntı bir şekilde atından indi. Atı çalıntıydı ve görülmemesi gerekiyordu. Elrin onu handan kolayca görülemeyecek bir yere çekti ve kaçmaması için ağaçlardan birine bağladı. Daha sonra bu ata ihtiyacı olacaktı.



     Handan içeri girdiğinde biraz olsun rahatladı. Muhafız birliğine ait olan at anlaşılan bir kolcunundu. Ve oda içki içmekten sızıp kalmıştı. Elrin hancıyı gördüğünde rahatlaması iki kat arttı. O da uyuyakalmıştı. İşin konuşma ve oda tutma bölümü bir anda ortadan kalkmıştı. Tek yapması gereken kimseyi uyandırmadan hedefini bulmaktı. Küçük adımlarla hancıya yaklaştı. Kırklı yaşlarının ortasında, epeyce kilolu bir adamdı. Uzun kahverengi saçları çirkin yüzünün bir kısmını örtüyordu. Elrin, onu uyandırmamaya dikkat ederek belindeki anahtarları aldı ve o da listesini aramaya koyuldu.


     Döküntü hanı beş dakika boyuna aramasına rağmen listeye benzer bir şey bulamamıştı. Gerçi buna pekte şaşırmamıştı. Artık sezgilerine güvenmenin vakti gelmişti. Zamanı git gide kısalıyordu ve her an birileri uyanabilirdi. Sessizce üst kata sızdı.


     Üst kat pislik içindeydi ve sadece iki kapı vardı. Elrin umutlandı. Sadece iki kapı. Kendine yakın olan kapıya doğru ilerledi. Ama elindeki anahtarlara bakmasıyla umudu yok oldu. Elindeki anahtarlıkta tam yedi tane kapı vardı. Han anlaşılan o kadar da basit bir yer değildi. Gizli odalar ve ya en azından bodrum katı olmalıydı. Elrin koridordan ayrıldı. Sezgileri ona aradığı şeyin bu katta olmadığını söylüyordu. Hana girdiğinde sol tarafta ki küçük merdiven altında düzensizce yerleştirilmiş eşyalar görmüştü. Gizli kapıları kamufle etmek için iyi bir yol, ama ne yazık ki hancı içmekten geçidi örten şeyleri düzgünce yerlerine koymayı unutmuştu.

     Tam da düşündüğü gibiydi. Bir kilim, bir masa, eski bir fıçı alttaki bodrum girişini gizliyordu ama hancı kilimi düzgün bir şekilde sermeyi akıl edememişti. Bodrum girişi olduğunu tahmin ettiği eksi kapak kilimin kenarından gözüküyordu. Elrin kapağı açtı ve aşağıya indi.


     Önünde kocaman bir hol ve dört oda kapısı vardı. Hol, kapılar haricinde bomboştu. Holü aydınlatmak için kullanılan yağ lambalarıysa bakımsızlıktan yeterli aydınlatmayı sağlayamıyordu. Hedefine artık çok yakındı. Bunu biliyordu. Çünkü aşağıda onun haricinde sadece kişi vardı. Ve o kişi de holün sonundaki odadaydı.


     Elrin, kapıya doğru ilerlerken bu kadar soğukkanlı olmasına şaşırmıştı. Aslında oldukça iyi hissediyordu. Sanki bunu yıllardır yapıyordu. Belki de ona bu güveni sağlayan atalarından kalma gizlilik yetenekleriydi. Ya da Elrin’i diğer birçok kişiden farklı yapan ruhları hissedebilme özelliğiydi. Acaba bunun için mi yaratılmıştı? Ölüm sanatı için mi? Yine de kapının koluna hamle yaptığı sırada eli havada asılı kalmıştı. Hala geri dönebilirdi. Bir cinayet daha işlemesi gerekmiyordu. İnsanların canını alması gerekmiyordu. Ama o sarhoşun da Elrin’in kafasına şişe atması da gerekmiyordu. Yaşadığı talihsiz olay aklına geldiğinde, kısa süreliğine giden soğukkanlılıkta geri gelmişti. Kapını kolunu çevirdi ve görevini yapmak için içeriye girdi.



     Oda hanın diğer bölümlerine göre daha temiz ve daha ferahtı. Pek fazla eşya yoktu. Sadece kocaman bir yatak, yatağın hemen yanında çürümüş bir giysi dolabı vardı. Yatağın hemen ucuna da konaklayanların eşyalarını saklamaları için bir sandık konulmuştu.


     Hedefi mışıl mışıl uyuyordu. Rufio’nun kırışıklarla dolu yüzünden yaşının epeyce ilerlemiş olduğu anlaşılıyordu. Başının tepesi açılmıştı ve sadece kulaklarının kenarlarında az miktarda saç vardı. Bordum katının anormal sıcağı yüzünden üzerini örtmemişti ve boynu açık hedef konumundaydı.


     Paslı bir bıçak karanlığı yardı. Rufio’nun ölecek kadar bile vakti olmamıştı. Kanlar odanın dört bir yanına saçılırken Elrin odayı terk etti.


***


     Su Kıyısı’na yaklaşırken atını durdurdu. Şafak sökmek üzereydi ve o anda Cyrodiil’de Elrin’den daha mutlusu yoktu. Başarmıştı. Rufio’yu öldürmüştü. Artık Gecenin Annesi onu kabul edebilirdi. Artık Karanlık Kardeşlik’e hizmet edebilirdi.

     Atından inerken aklına bir şey gelmişti. Lucien onunla nasıl iletişime geçebileceği hakkında tek bir söz bile söylememişti. Üstelik hedefin ortadan kalktığını nasıl anlayacaktı. Gidip kontrol edemezdi ya.


     “Tanrı Sithis’in ve Gecenin Annesi’nin uğuru hep seninle olsun.”


     Lucien Lachance yanında belirip konuşmaya başladığında, Elrin’nin sağ ayağı atın dizginindeydi ve o kadar korktu ki ayağı eğere takıldı ve yere kapaklandı. Hemen ayağa kalktı ve üzerindeki tozları temizlerken şaşkınlıkla karşısındaki karanlık adama baktı. Onun ruhunu hissedememişti. Lucien Lachance gerçektende korkutucuydu.. Ama ne var ki şu anda gülümseyerek ona bakıyordu.


     “Başardın genç katil. Hedefini büyük bir soğukkanlılıkla öldürdün. Artık Karanlık Kardeşliğin bir üyesisin.”


     Elrin başını hafifçe eğerek Lucien’i selamladı.


     “Teşekkür ederim efendim.”



     Elrin kurtarıcısı ve yol göstericisine minnetle bakarken, Lucien cübbesinin derinliklerinden parlak bir nesne çıkardı.


     “Artık bu senin.” dedi parlak nesneyi Elrin’in avuçlarına bırakırken. Elrin elindeki şeye hayretle bakıyordu. Üzerinde altın işlemeler olan gümüş bir bıçak. Onu sağ eliyle kavrayıp günün ilk ışıklarının üzerine doğru savurdu. Bıçak savrulurken adeta ışıldamıştı. Çıkan sesse tüyleri ürpertecek kadar tizdi. Artık paslı eski bıçağını atabilirdi.


     “Woe’nin Bıçağı. Onun ismi bu.” dedi Lucien. “O, senin çıkacağın bu kutsal yolculukta en büyük dostlarından biri olacak. Şu an onun mükemmel olduğunu düşünüyorsundur ama onu mükemmel yapacak olan da yine sensin. Woe mühürlü bir hazinedir. Senin hizmetlerinin ışığıyla mührü zamanla kalkacak. Ne kadar büyük güçlere sahip olduğunu bilsen şaşırırsın.”


     Elrin eski bıçağını çıkardı ve onu yere sapladı. Ardından Woe’yi saygıyla kabzasına yerleştirdi.


     “Bana son kez dikkatini vermeni istiyorum.” Diyen Konuşmacı’nın sesi fazlasıyla otoriterdi. “Bundan sonra birbirimizi görmeyeceğiz. Görevim bu bıçağı sana verince sona erdi. Lakin seni yolculuğunu izliyor olacağım. Şimdi Cheydinhal’a git genç katil. Şehre Doğu Kapısı’ndan gir. Yaşamayan yer tapınağımızı gizler. Aynı zamanda bu senin son sınavın olacak.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu