Telaendril huzursuzdu. Bir türlü uyuyamıyordu. Yaklaşık iki saattir gözleri kapalı halde ama tamamen ayık bir biçimde yatağında dönüp durmuştu. Üstelik içinde ki bu karamsarlığın sebebini ne kadar düşünürse düşünsün bulamıyordu. Gözlerini açtı ve karşı yatakta mışıl mışıl uyumakta olan ikizine baktı.
“Elrin?” dedi fısıldayarak.
Kardeşi oralı bile olmadı. Hala uyuyordu.
“Elrin!” dedi yeniden. Bu sefer sesi daha yüksekti. Elrin anlamsızca mırıldandı ve yorganını beceriksizce düzelterek sırtını döndü.
Telaendril’in içindeki huzursuzluk bir anlığına yok oldu. Elrin’in şapşalca hareket ederek uyuması onu gülümsetmeye yetmişti. Eğer onu uyandırabilirse huzursuzluğu tamamen geçene kadar sohbet edebilirlerdi.
“Şşt! Şapşal!”
“Ha! Ne?”
İkizi sonunda onu duyabilmişti. Uykudan ağırlaşmış göz kapaklarını bir kaç kez kırpıştırarak kendine gelmeye çalıştı.
“Sonunda uyanabildin.” dedi Telaendril neşeyle.
“Kısa bir süre için.” diye karşılık verdi Elrin. “Ne oldu Tal?”
“Hiç uyuyamadım. Sohbet ederiz diye düşündüm.”
“Keşke sadece düşünseydin.”
“O ne demek şimdi?” diye sordu Telaendril bozum olmuş bir tavırla.
“Sadece uyumak istiyorum Tal.” dedi Elrin esneyerek. “Yarın konuşsak?”
“İyi tamam, yarın konuşuruz. Senin uykun kaçmasın.”
“Sağ ol Tal.” dedi Elrin ve yastığına gömüldü.
“Aa!” diye nidayı bastı Telaendril ve kendi yastığını Elrin’in suratına fırlattı. “Terbiyesiz!”
Elrin oralı bile olmamıştı. Tal bir süre daha ikizini rahatsız ettikten sonra uyanmayacağını anlamıştı. Sinirle yatağından kalktı. Yapacak bir şey olmadığına göre dışarı çıkıp biraz geceyi dinleyebilirdi. En azından orman horlamıyordu. Belki biraz orman esintisi içindeki huzursuzluğa engel olabilirdi.
Odanın kapısını kapattı ve yalınayak bir halde merdivenleri indi. Son basamağa geldiğinde korkuyla duraksadı. Ormandan evlerine sızan gecenin sesleri dışında başka bir şeyi daha duyuyordu. Duyduğu ses dış kapının kilidinden geliyordu.
Önce çığlık atmak istedi, olmadı. Sonra yukarı kaçmak evdekileri uyandırmak istedi, olmadı. Korkudan son basamakta çakılı kalmıştı. Ne hareket edebiliyor ne de ağzını oynatabiliyordu.
Evin kapısı gıcırdayarak açıldı. İçeri uzun boylu bir karaltı girmişti. Karaltı mutfak bölümünde ki pencerenin önünden geçince bir anlığına ay ışığı sayesinde aydınlandı. Kahverengi deriden yapılma bir zırh giyiyordu. Yüzü ay ışığından daha beyazdı. Karanlık gözleri geceden daha karanlıktı.
Yabancı yüzünü Telaendril’in çakılı kaldığı merdivene çevirdi. Belli belirsiz dudakları açılarak sarı dişlerinin ortaya çıktığı bir gülümsemeye dönüştü.
O gün henüz on beş yaşında olan Telaendril gelenin Lucien Lachance olduğunu bilseydi çığlıklar eşliğinde ailesini uyandırırdı.
****
“Aptal herif!” diye söylendi Ungolim. Aynı anda atının dizginlerine de asılmıştı. “Ne düşünüyordu?”
“O sandık sebebiyle olmalı!” diye bağırdı Adamus. Çok hızlı gittiklerinden rüzgar çok şiddetli ve gürültülüydü. “Ne gördü bilmiyorum ama her neyse bizim bilmemizi istemedi!”
“Farkındayım!” dedi Ungolim. “İçimden bir ses iyi bir şey olmadığını söylüyor.”
“Sence sandığın içinde ne vardı Ungolim?” diye sordu Adamus.
“Bilmiyorum.” diye cevapladı Ungolim. “Zamanı durduran bir büyüyle korunduğunu düşünürsek çok önemli olmalı.”
“Hain hakkında bilgi içeriyor olabilir, haklısın!”
“Hayır, Adamus,” dedi Ungolim. Gözlerini henüz görünmeye başlayan Cheydihal surlarına dikmişti. “Eğer hainle ilgili bir şey olsaydı bize anlatmakta çekince duymazdı. Kaçıp gitmezdi. Telaendril ona daha mühim bir mesaj bırakmış olmalı.”
“O kızın bu kadar iyi büyü yapabileceği hiç aklıma gelmezdi.”
“Kardeşlik’de iyi bir akıl hocası vardı.” diye açıkladı Ungolim. “Zaten beni de bu korkutuyor. Daha önce aklıma gelmeliydi. Nasıl gözden kaçırdım. O neden akıl hocalığı yapsın ki? Neden özellikle o?”
“Dediğinden hiç bir şey anlamadım.” dedi Adamus. “Akıl hocası kimdi ki?”
“Ailesinin katili, Lucien Lachance!”
***
“Merhaba,” dedi yabancı iğrenç sırıtmasını sürdürerek. “Sen Telaendril olmalısın.”
Telaendril cevap vermedi. Donuk bir halde gözlerini yabacıya dikmişti. Adını nereden bildiğini merak etti. Etti ama soracak kuvveti kendinde bulamadı.
“Buraya neden geldiğimi merak ediyor olmalısın, değil mi?” diye sordu yabancı. Telaendril sessizliği koruyunca cevap veremeyeceğini anlamış olmalıydı ki konuşmasını sürdürdü.
“Anne ve babanın bazı düşmanları var Telaendril. Onların ölmesini istiyorlar, üzgünüm.”
Telaendril korktuğunun başına geldiğini anlamıştı. Gözlerinden yaşlar boşalırken neden donup kaldığını artık biliyordu. Yabancının sol eli yeşilimsi bir tonda parlıyordu. Büyü altındaydı, hareket edemezdi. Burada dikilip karşısında ki herifin hastalıklı konuşmasını dinlemek zorundaydı.
“Madem buradasın, o zaman bende biraz eğlenebilirim. Beni annenle babanın odasına götür Telaendril.”
“HAYIR!”
Ne var ki bunu asla söyleyememişti. Sadece zihninde bu umutsuz haykırış yükselmişti. Ayakları kontrolünün dışındaydılar. Onları yabancı yönetiyordu. Merdivenleri tırmanırken gözyaşları akmaya devam etti. Yapabileceği hiç bir şey yoktu. Umutsuzca ikizinin uyanmasını diledi.
“Ne olur uyan Elrin!”
Bunun olmayacağını biliyordu. Elrin uyanmayacaktı. Titreyen gözlerine inat son derece kararlı olan eller anne ve babasının uyuduğu odanın kapısını açtı.
“Şimdi annenin yanına git Telaendril.” dedi yabancı onu itekleyerek.
Yatak odası mutfakla aynı hizada bulunduğundan buranın penceresi de ay ışığını alıyordu. Pencerenin camından yansıyan ışık yatağı aydınlatıyordu. Yatak pencere tarafına yatay bir şekilde yerleştirilmişti. Duvarlarda asılı şamdanlarda ki mumlar çoktan eriyip bitmişti. Yatağın başucuna asılmış tabloda dört kişilik mutlu bir aile vardı.
Telaendril annesinin yanına geldiğinde elinde bir soğukluk hissetti. Yüreği parçalanırcasına haykırdı. Yine içinden, yine sessiz gözyaşları eşliğinde. Çünkü sağ elinde bir bıçak tutuyordu. Gözyaşlarından birinin annesinin yüzüne düşüp uyandırmasını istedi.
“Bıçağını annenin boğazına götür Telaendril.”
Yabancı yatağın diğer tarafından konuşmuştu. O da kendi bıçağını babasının boynuna doğru tutmuştu. Telaendril kendi kontrolünde olan tek organları olan gözlerini kapattı. Ne olacağını biliyordu, bu kadarını bilmesi yeterdi. Görmesine o ana tanık olmasına gerek yoktu.
“Gözlerini açabilirsin bitti bile.” dedi yabancı muzaffer bir sesle.
Telaendril ağlamaktan kan çanağına dönen gözlerini açtığında gördüğü şeyi hayatı boyunca unutmayacaktı. Anne ve babasının boğazlarında ki derin yarıktan kanlar yüzüne fışkırdı.
Her şeyin bittiğini düşünüyordu. Fakat yanılıyordu, yabancının işi henüz bitmemişti. Yaşadığı vahşet normalde onu korkudan öldürürdü. Yabancı annesini aşağı kata sürüklemesini söyleyince kontrol edemediği beden kendinden emin bir şekilde cesedi döşemeye indirip sürüklemeye başladı. Babasınıysa yabancı katil sürüklüyordu. Bu işlemi gerçekleştirirken bir yandan da büyü kullanarak etrafa saçılan kan izlerini temizliyordu.
Alt kata indiklerinde cesetleri koltuğa taşıdılar. Telaendril elindeki bıçağın geri alındığını hissetti. Yabancı bıçağı annesinin eline tutuşturduktan sonra bıçağı babasının kesilen boğazına dayadı. Sonra da aynı şeyin tersini annesine yaptı. İşini bitirip geri çekildiğinde Telaendril neredeyse bayılacaktı.
“İntihar etmişler gibi değil mi Telaendril?” dedi yabancı ona dönerek. “Yardımın için teşekkürler, sen olmasan bu kadar eğlenemezdim.”
Telaendril bildiği bütün küfürleri sıraladı. Yine sessiz bir şekilde. Gözlerinden artık yaş gelmiyordu ama aşırı hassaslaşan gözleri acımaya başlamıştı.
“Burada yaşananlar bir sır olacak Telaendril.” diye yeniden konuşmaya başladı yabancı. “Bu kapıdan çıkıp gittiğimde benim burada olduğumu hatırlamayacaksın. Bunları kendinin yaptığını sanacaksın. Aslında benim büyüm böyle düşünmene neden olacak. Eh artık bir cinayet işlediğine, bir katil olduğuna göre Karanlık Kardeşlik’e hoş geldin!”
Telaendril nefretle yabancıya baktı. İçinde ki hüzün göğsünü dağlıyordu. Keşke hiç uyanmasaydı. Keşke bunların hiç biri olmasaydı.
“Seni böyle bir olaya ortak ettikten sonra yanıma almamam yararıma olmaz diye düşündüm.” dedi yabancı sırıtarak. “Kardeşlik içinde en azından gözümün önünde olursun. Ama gelmem diyorsan sen bilirsin, kardeşin hala yukarıda uyuyor. Belki gitmeden ona da uğrarım.
Seçeneği, seçim şansı olmadığını biliyordu. Kardeşini de tehlikeye atamazdı. Kabul ediyorum anlamında gözlerini bir kez uzunca kırptı. Yabancı yeniden güldü.
“Güzel. Akıllı kız seni. Fakat seni şu anda götüremem. Ne zaman götüreceğimi de bilmiyorum. Bir süre kardeşinin yanında kalmalısın. Dikkat çekmemek için yani.”
Yabancı konuşmayı kesti ve bir süre hayatını mahvettiği elfi izledi. Yaptıklarından tuhaf bir keyif alıyordu. Küçük kız uyanmamış olsa her şey çok basit olurdu ama uyanıp kontratı eğlenceye çevirmişti. Yine de şu ana kadar hiç konuşmamıştı. Tatmin duygusunu arttırmak için sesini duymak istiyordu. Evini kapısını açtığı sırada:
“Aklıma gelmişken,” dedi keyifle. “Yaşadıklarını sonsuza kadar yanlış hatırlamaya başlamadan önce bir isteğin var mı? Eski senin son isteği gerçekleştirebileceğim bir şey.”
Telaendril annesine baktı önce, sonra gözleri babasının cansız bedenini hüzünle taradı. Sonra da yabancıya bakıp zor duyulan bir sesle, “Elrin’i bir kez daha görüşebilmek isterdim.” dedi.
“Kabul edilmiştir!” dedi yabancı dalga geçerek. Sonra da kapıyı çekip gitti.
Bundan yıllar sonra aynı yabancı Su Kıyısı’nda cinayet işlediğini sanan bir Orman Elf’ini uyandırdı ve ona şöyle dedi:
“Ne o şaşırdın mı? Katil.”
***
Elrin ayağa kalkarken midesinin bulandığını hissediyordu. Bu bulantının nedeni Woe’nun saplandığı kafadan süzülen kan ya da harap olmuş Vicente’nin görüntüsü değildi. Onun midesini yalanlar bulandırmıştı. Aylardır buradaydı. Aylardır Kardeşlik’e hizmet etmişti. İnancını korumuştu. Kara El’in ondan istediği her şeyi yapmıştı. Ödülüyse ölü bir kız kardeş ve mezarlığa dönen tapınak olmuştu.
Woe’yu saplandığı yerden çıkartırken Teinaava aklına geldi. Sonu kendi kardeşinin ellerinden olmuştu. Kardeşlik’e duyduğu güven kendi kardeşi tarafından fırlatılıp atılmıştı. Bıçağın kanlı sırtından kendi yansımasını gördü. Yeşil gözler yirmili yaşlar değil de sanki daha yaşlı birine ait gibilerdi. Hüzünle gölgelenmişlerdi.
Aklına Scar-Tail’in peşine düştüklerinde Teinaava ile yaşadıkları geldi. Haydut herifin kurduğu tuzak yüzünden neredeyse canından olacaktı. Argonian ölümün eşiğinden dönmüştü. Elrin o gün yaşadığı korkuyu düşündü. Cheydinhal girişinde karşılaştığı ceset yine aynı korkuyu yaşatmıştı. Ama bu sefer yetişememişti.
Artık şanslı biri değildi… Bir gözyaşı Woe’nin üzerinde ki koyu renkli kanı dağıttı.
“Vicente, benimle misin?” dedi Elrin boğuk ama kararlı bir sesle.
“Ne için oğlum?” Vicente zorlukla konuşuyor gibiydi.
“Lucien’a gidiyorum!” diye cevapladı Elrin bıçağını kılıfına yerleştirerek.
“Hayal kuruyorsun oğlum. Lucien’i öldüremeyiz. İntikam istiyorsan unut!”
“Bunu bir ölümüz vampir mi söylüyor?” dedi Elrin sıkılmış dişlerinin arasından.
“Halime bakılırsa ölümsüzlük bu gibi durumlarda pek para etmiyor. Kara El’e karşı gelmek için bundan fazlasına ihtiyacımız var.”
“Kara El’den bahseden kim?” diye çıkıştı Elrin. “Benim hesabım Lucien’le!”
“Oğlum, sakinleş lütfen.” dedi Vicente. “Anlamıyor musun?”
“Neyi anlamıyor muyum?”
“Lucien bile tapınakta ki herkesi öldürüp paçasını kurtaramaz!” diye konuşmaya başladı Vicente Valtieri. “Bu ortaklaşa alınmış bir karar olmalı. Kara El bunu istedi! Ocheeva’da yaptı.
“Peki Caelia. O neden öldü?” diye sordu Elrin. “O Kara El’dendi.”
“Telaendril’in infazı sırasında duruma müdahale etmeye kalktıysa onu da öldürmüşlerdir.”
“Hayır Vicente.” dedi Elrin. “Öyle olmadı, bilmediğin şeyler var.” Vicente soran gözlerle bakınca Elrin konuşmaya devam etti. “Dinleyici cenaze sırasında benimle özel olarak görüştü. Ardından da Leyawiin’de buluştuk. İçimizde bir hain olduğundan şüpheleniyordu. Bizi tek tek ortadan kaldıracak bir hain. Emir Kara El’den gelmedi.”
Vicente duyduklarını hazmetmeye çalışıyor gibiydi. Yalpalayarak yerden kalktı. Kırmızı gözbebekleri korkuyla titriyordu. Bir süre ayakta durmaya çalışsada dengesini bulamadı. Elrin zamanında akıl hocalığı yapmış Vicente’nin yanına koştu ve koluna girdi.
“Bizzat Dinleyici’nin kendisinden mi emir alıyorsun Elrin?” dedi vampir sonunda. “Seninle gurur duyuyorum oğlum!”
“Daha önemli problemlerimiz var Vicente.” dedi Elrin bir yandan da Vicente’yi sürüklüyordu. “Ve bu problemi halletmeye gidiyoruz.”
“Elrin, Ocheeva karşısında bile ne hale geldim.” dedi Vicente Elrin’i durdurmaya çalışarak. “Bu herif ikimizi de aşar, emin misin?”
“Vicente,” dedi Elrin vampire dönerek. “Baenlin, Valen Dreth, Scar-Tail, Gri Tilki. Bunların hepsini beni aşıyordu. Şu anda hepsi mezarda! Bırak Lucien’de aşsın.”
“Ben yinede bu işi Kara El’in kendisine bırakalım diyorum.”
Vicente’nin kararsızlığı artık canını sıkmaya başlamıştı. Elrin vampirin gözlerinde ki korkudan tiksinmişti. Kendisi de korkuyordu. Zaten en başından beri hep korkmuştu. Ama korku yatakhanede ölenlere bir fayda sağlamazdı. Kardeşinin küle dönen bedenine de sağlamazdı. Çünkü daha önemli şeyler vardı; kardeşlik gibi, güven gibi, sadakat gibi…
Ne yazık ki Lucien’de bunlardan hiçbiri yoktu. Ocheeva’da bunlardan hiçbiri yoktu.
“Sen gel ya da gelme ben gidiyorum Vicente!” diye patladı Elrin. “Kardeşlerimin hepsi öldü. Ve bunu yapan Kara El’den önce bana hesap vermeli.”
“Harika bir çocuksun Elrin.” dedi Vicente gülerek. “Gerçektende Kardeşlik’in bu güne kadar gördüğü en harika kişisin. Ölecek olman ne acı.”
“Ne?”
Elrin karnındaki acıyı şimdi fark ediyordu. Vicente’nin sol eli omzuna dayanmıştı. Fakat sağ eli kanlar içindeydi. Gümüşten bir bıçak tam midesinin altındaydı. Ve o kadar tanıdıktı ki. Yere düşerken boğazında yükselmekte olan kanın tadını alabiliyordu.
“Üzgünüm oğlum.
Ungolim ve Adamus terk edilmiş evin önünde vedalaşmak üzereydiler. Adamus’un geri dönmesi gerekiyordu. Buraya kadar gelmesinin sebebi Ungolim’e her hangi bir sorun durumunda Cheydinhal’a güvenli girişi sağlamaktı. Tam da tahmin ettikleri gibi bir sorun vardı. Kardeşlik üyesi Antoinetta Marie ölü bulunmuştu. Adamus’un muhafızlardan aldığı bilgiye göre bir orman elfi kısa süre önce giriş yapmış, cesedi görünce deli gibi koşup uzaklaşmıştı. Muhafızlar suçlu olabileceğinden şüpheleniyorlardı.
“Daha büyük bir sorun var Adamus.” dedi Ungolim tedirgin bir tonla. “Bu üçüncüydü. İçeri girmekten çekiniyorum. Galiba Leyawiin’de buluşmak aptallıktı.”
“İçeri seninle gelmem mümkün mü?” dedi Adamus. “Leyawiin’e dönmem gerek ama seni burada bırakmak aptallığın son halkası olur gibime geliyor.”
“Tapınağa giremezsin Adamus.” diye Ungolim kafasını sallayarak. “Girişte koruma büyüleri var.”
“Tamam öyleyse Ungolim, sakın öleyim deme!”
“Sen beni merak etme Adamus.”
Ungolim bir süre arkadaşının gidişini izledi. İçeride neler olduğunu hem merak ediyor hem de korkuyordu. Antoinetta Marie serinin parçalarından biriydi. Aşağıda neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Terk edilmiş eve girip kanlı koridora kadar sessizce ilerledi. Kapı normalde bütün üyelere girişte parola sorardı. Ama Ungolim Dinleyici’ydi, parolaya ihtiyacı yoktu. Kapı ardına kadar açıldı.
Beş dakika sonra girişteki sandalyelerden birinde omuzları çökük bir biçimde oturuyordu. Kardeşlik’in suikastçıları ölmüştü. Dinleyici yetişememişti. Kardeşlerinin hepsi gafil avlanmıştı. Eksik olan tek bir kişi vardı. Vampir Vicente Valtieri.
Haini bulmak hiç bir şeyi değiştirmemişti. Girişteki kan gölü Elrin içinde aynı şeylerin yaşandığının kanıtı gibiydi. Taş zemine dağılan kan şüphesiz bir orman elfine aitti. Ungolim sandalyesinden kalktı ve kan gölünün yanına gitti.
Kanlı zemine yakından bakınca bir şey dikkatini çekmişti. Kanın kırmızısının içine gömülmüş bir kağıt parçası vardı. Kağıdı kanın içinden çıkartıp üzerindeki sıvının gitmesi için bir kez silkeledi. Şimdi yazılanları az çok görebiliyordu. Zaten bu kadarı onun için yetmişti.
“Aferin evlat.” dedi Ungolim kağıdı bir kenara fırlatıp. Genç Eleyici muhtemelen ölmemişti ve hainin kim olduğuyla ilgili ipucu bırakmıştı. Eğer bunu bıraktıysa başka ipuçları da vardır diye geçirdi içinden.
“İkinci kez aferin evlat.” dedi Ungolim.
Kan izlerini şimdi fark edebiliyordu. Vicente, Elrin’i Farragut Kalesi’ne götürmüştü.
***
Elrin kendine geldiğinde ilk hissettiği soğuk olmuştu. İkinci ise karnında ki büyük acı olmuştu. Halsizce gözlerini araladı.
“Sen!”
Lucien Lachance kollarını kavuşturmuş tam karşısında dikiliyordu. Vicente ise hemen yanında yatırılmış olduğu taş yatağın kenarında duruyordu. Lucien’in yanında ki masadaysa kan içindeki eşyaları vardı. Neden üşüdüğünü anlamıştı. Çırılçıplak olmalıydı.
“Uyandın demek Eleyici Elrin!”
“Hastasın sen!”
“Teşekkür etmen gerekmiyor mu?” dedi Lucien alınmış gibi yaparak. “En azından sen yaşıyorsun. Yani şimdilik!”
“P*ç herif!” diye küfretti Elrin. “Onlar benim kardeşlerimdi! Sen, peki ya sen Vicente?”
“Kendimce sebeplerim vardı diyelim.” dedi Vicente elinde ki kadehi kaldırarak. “Lucien avlanmam konusunda hep cömert olmuştur.”
“Bir de senin hayatını kurtardım!” diye bağırdı Elrin nefretle. “Senin yüzünden Ocheeva’yı öldürdüm!”
“Bak bunun için teşekkür etmem gerekiyor.” dedi Lucien “Sayende plana sadık kalabildik.”
“Plan mı? Ne planı?”
“Kardeşlik’in yönetimini alma planı!” dedi Lucien neşeyle. “Ve Kardeşlik’in işe yaramaz suikastçılarından kurtulma planı! Her şey değişiyor Eleyici Elrin.”
“Sen gerçekten de hastasın.” dedi Elrin. Bu sefer sesi bayağı zayıf çıkmıştı. Çünkü yarasının verdiği acı yeniden gün yüzüne çıkmıştı.
“Hayır, hiçte değilim!” diye karşılık verdi Lucien. “Yeni düzende sen ve kardeşin gibilere yer yok!”
“ONUN ADINI AĞZINA ALMA ADİ HERİF!” diye nefretle haykırdı Elrin. Haykırışı o kadar şiddetli olmuştu ki karnında ki yara yeniden açılmıştı. Beceriksizce sol elini karnına tutup kanamayı engellemeye çalıştı. Normalde sağ elini de kullanırdı ama onu gizlemeyi tercih etti. Kardeşleri için haykırdığı sırada avucunda bir ağırlık hissetmişti. Woe eşyalarının olduğu yerden olağanüstü bir biçimde sağ eline gelivermişti.
Bıçağı sadece birine saplayabilirdi. Yani her şekilde ya Vicente ya da Lucien onu öldürecekti. Bu kesindi. Sinirini yatıştırmaya çalışır gibi görünürken bir yandan da doğru anı kolluyordu.
“LUCIEN!”
Sen arkalardan gelmişti. Başka bir orman elfine aitti. Doğru an buydu. Elrin hayatının son enerjisiyle yattığı yerden fırladı ve Woe’yu Lucien’in kalbine sapladı. Karanlık adam ne olduğunu anlamamıştı bile.
Ungolim içeri girdiği anda gerdiği yayını salıvermişti. Elrin’in ayağa fırladığını ve Luicen’e doğru gittiğini görmüştü. Bu yüzden Vicente’yi hedeflemişti. Vicente oku yemeden hemen önce Elrin ve Lucien’in önünde olduğundan hiç bir şey görememişti.
Vicente yere yığılırken onu Lucien Lachance’ın cansız bedeni izledi. Elrin ise ayaktaydı. Çıplak bedeni kendisinin ve Lucien’in kanıyla boyanmıştı. Yeşil gözleri intikam ateşiyle parıldıyordu.
Elrin yere düşerken zaman yavaşlamıştı ki sanki. Ungolim yayını bir kenara atıp Eleyici’nin yanına koşmaya başladı. Ona yetişmesi, onu kurtarması gerekiyordu.
Herkesi kaybedemezdi…
Kucakladığı kanla kaplı genç bedenin yüzünü okşadı.
“Ne olur ölmüş olma Elrin!”
Fakat cevap yoktu. Gözleri tıpkı ikizininkiler gibi donuk bakıyordu. Eleyici Elrin kardeşinin yanına gitmişti.
O gün Dinleyici ilk defa bir yoldaşı için ağladı.
SON
(Elrin’in hikayesine ortak olan herkese sonsuz teşekkürler! -Emin Çıtak)