Karanlık Kardeşlik – Bölüm 7

     “Hadi Elrin kalk artık!”

     “Niye, ne oldu ki?”

     “İnanmıyorum! Yoksa unuttun mu?”

     “Tal beni rahat bırak!”

     Elrin yastığına gömülüp yeniden uykuya dalmaya çalışırken kapının çarparak kapandığını duydu. Muhtemelen kız kardeşi onu uyandıramayınca sinirlenip çıkmıştı. Onu sinirlendiren şeyin ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Tal onu son iki yıldır yaptıkları özel ziyaretleri için rahatsız etmişti. Özel ziyaret…

     Elrin doğrulmaya çalışırken aklına gelenler nedeniyle yüzünü buruşturdu. Oraya gitmek, orada bulunmak istemiyordu. Tal neden bu kadar ısrarcıydı?

     Giysi dolabına yöneldiğinde aslında dolaptan herhangi bir şey almaya gerek olmadığını düşündü. Zira dolabın tamamı küçük yatak odasına saçılmıştı. Çürümeye yüz tutmuş yatağının kenarından siyah gömleğini aldı ve odadan çıktı.

     Merdivenleri inerken seslendi:

     “Hazırım bile Tal! Sen neredesin?”

     Aşağıya inmişti ama kardeşinden herhangi bir iz yoktu. Yüksek ihtimalle onu beklemekten sıkılıp dışarıya hava almaya çıkmıştı. Ocağın olduğu tarafa geldiğinde kahvaltısının hazır bir biçimde masada onu beklediğini fark etti. Hemen kendine sandalye çekip yemeğinin başına oturdu.

     Kardeşi gibi Elrin de hüzünlüydü. Bugün tam iki yıl olmuştu. O zamandan beri her gözünü kırpışında cansız bir biçimde yerde yatan anne ve babasının görüntüleri zihninde beliriyordu. Ölüm onları gizemli bir sonla almıştı.

     Kendi evlerinde, kendi koltuklarında, oturur halde boğazları kesilerek öldürülmüşlerdi. Aslında o böyle düşünmek istiyordu. Çünkü bütün bulgular onların intihar ettiği yolundaydı. İkisi de ellerinde bıçaklarıyla birbirlerinin boğazlarını keser pozisyonda bulunmuşlardı. Yaşadıkları orman köyünde ki elflerin aksine Elrin onların cinayete kurban gittiğine inanıyordu. Çünkü böylesi daha kolaydı, daha dayanılabilirdi. Gözlerinin nemlendiğini hissetti.

     Dışarı çıktığında, Tal bahçe kapısına dayanmış Saklı Köy’ü izlemekteydi. Aralarında sadece bir saatlik yaş farkı vardı. Elrin büyük kardeşti fakat şu an Tal kadar dayanıklı görünebilmeyi isterdi. Kız kardeşini teselli edenin kendisi olması gerekiyordu. Fakat korkunç olaydan beridir ona destek olan hep Tal olmuştu.

     “Demek uyanabildin. Bir şeyler yedin değil mi? Senin için hazırlamıştım.”

     Parlak ve dümdüz olan altın sarısı saçlar savruldu. Güzel yuvarlak yüzdeki bir çift yeşil göz –Elrin’in gözleri- ona şefkatle bakıyordu. Siyah yas elbisesiyse onun bu genç yaşında –ki ikisi de henüz on yedi yaşındaydı- ne kadar büyük bir yükün altında olduğunu simgelercesine tüm yüzünü gölgeliyordu. Genç yaşta yetimlik ve işe yaramaz erkek bir  kardeş.

     “Gidelim Tal.” diyebildi sadece.

     Köyün sokaklarında ilerlerken ahalinin gözlerini üzerlerinde hissediyorlardı. Hepsi bu günü bilirdi. İkiz kardeşler ailelerinin mezarını ziyaret için yas elbiselerini giyer ve köyün dışına çıkardı. Elrin bundan nefret ediyordu. Çünkü o gözlerde ya acıma ya da yoğun bir kızgınlık olurdu.

     Orman elflerinin yaşam alanı olan bu yer Nibenay Vadisi’nin doğusunda bulunuyordu. Köyü çevreleyen tehlikeli orman sayesine bugüne kadar hiçbir yabancı buraya ayak basamamıştı. Eğer ırkınız elf değilse köyün dışına konuşlanmış gözcüler tarafından vurulmanız işten bile değildi. İkiz kardeşler fısıltılar eşliğinde köyün dışına çıktılar.

     Ormanın içerisinde bıraktıkları işaretler sayesinde ilerleyerek anne ve babaların mezarlarına geldiler. Köyün ileri gelenleri intihar ettikleri için ailesinin köye gömülmesine izin vermemişlerdi. Onların inanışlarına göre kendi ruhlarına ihanet edenler ormanın ruhuna da ihanet ederdi. Bu yüzden bedenleri Nibenay Nehri’ne atılmalıydı. Yani ikizlere başka şans tanımamışlardı. Anne ve babaların bedenleri şu an kim bilir neredeydi?

     “Tal, bunlar sadece taş. Mezar bile değiller.” dedi Elrin ailelerinin temsili mezarına bakarken. “Bu aptalca bir şey.”

     “Hayır! Onların ruhları hala burada, onları hissedememek senin şapşallığın Elrin!” diye onu payladı Tal. “Hala göremiyorsun!”

     “Ruhları göremezsin.” dedi Elrin sinirli bir şekilde. Kardeşinin bu ruh saçmalığına inanmasına bir türlü anlam veremiyordu.

     Tal yine de ona aldırmadı. Anne ve babalarını temsil eden iki biçimsiz taşın önüne eğilip bir süre onları izledikten sonra:

     “Sizi çok özledim.” dedi. Sesindeki kırılganlık Elrin’in ürpermesine neden olmuştu. “Gittiğinizden beri o kadar yalnızım ki…”

     Devamını getirememişti. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Elrin onu ilk defa ağlarken görüyordu. Donakalmıştı. Kardeşinin son sözleri midesinin kasılmasına sebep olmuştu. “…o kadar yalnızım ki…”

     Son iki yılın Tal’ı ne kadar harap ettiğini şu ana kadar hiç görememişti. Ailesinin talihsiz ölümü üzerine bir de işe yaramaz erkek kardeşiyle uğraşmıştı. Elrin onun duygularını anlayamamıştı. Birbirlerine destek olmaları gerekirken hep geri çekilmişti. Daha bu sabah kardeşinin onu uyandırmasına kızmıştı. Galiba iki yıl boyunca fazlasıyla bencil davranmıştı.

     “Ben… Ben…”

     Tal başını kaldırıp Elrin’e hüzünle baktı. Daha kötüsü olamazdı. Ona bakan gözler hala şefkat doluydu. Bir şeyler söylemek istiyordu. Tal’ı teselli etmek, ondan özür dilemek istiyordu. Aptallığı için, bencilliği için…

     Arkasını döndü ve koşarak kaçmaya başladı.

     “ELRİN, DUR LÜTFEN!”

     Duramazdı, bu bakışları hak etmiyordu. Bu bakışlardan uzaklaşmalıydı. Neden diğer herkes gibi nefret yoktu ki içlerinde? Ormanı koşarak aşarken Elrin gözyaşlarının rüzgârla karışıp arkasından izler bırakmasına izin verdi.

     Sonunda durduğunda dinlenmek için bir ağacın gövdesine yaslandı. Kesik kesik nefes alıyordu. Umurunda bile değildi. Kardeşine daha fazla zarar vermek istemiyordu. Onun bu yük altında ezilmesine razı olamazdı. Belki de Elrin olmazsa diğerlerinin nefret yüklü bakışlarından da kurtulurdu. Belki de…

     Duyduğu çığlığın etkisiyle irkildi. Karnına suçluluk duygusuyla yeniden sancılar saplanırken geldiği yöne doğru delicesine koştu

     Yine yapmıştı! Aptalca, bencilce duyguları yüzünden Tal’ı yalnız bırakmıştı. Köyden yarım gün uzaklıktaydılar. Her türlü şey başına gelmiş olabilirdi.

    Bir süre koştuktan sonra onları görmüştü. Üç haydut Tal’ı köşeye sıkıştırmışlardı. Kız çaresizlik içinde kaçmaya çalışıyordu. Her zaman dümdüz olan saçları karmakarışıktı. Ağlamaktan yüzü kırmızıya dönmüştü. Elbisesi yırtık içindeydi. Haykırmaktan sesi çatallanmıştı. Haydutlarsa –iki insan, bir argonian- kahkahalar eşliğinde kızın yolunu kesiyor, onu ağaçlara fırlatıyorlardı. Tal onların avıydı ve onunla oynuyorlardı.

     “ONU RAHAT BIRAKIN AŞAĞILIK HERİFLER!!!”

     Elrin avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Aslında bu iyi bir fikir değildi, çünkü elinde silah olarak kullanabileceği herhangi bir şey yoktu.

     Üç haydut durup Elrin’e baktılar. Tal’ı kolundan yakalayıp kendine çeken bir tanesi:

     “Defol git bücür! Çocuklara ayıracak vaktimiz yok!” diye bağırdı. Sonra da Tal’ı gösterip, “Görmüyor musun yeterince meşgulüz!”

     Diğer ikisi gülmeye başladılar. Sonra da Elrin’i görmezden gelerek yeniden Tal’ı taciz etmeye başladılar.

     Elrin yerdeki taşlardan birini aldığı gibi ona en yakında duran argoniana fırlattı. Argonian taşın çarpmasıyla anında yere düştü ve hareketsiz bir biçimde öylece kaldı.  Diğer haydutlarsa arkadaşlarının yaralanması karşısında sinirlenmişlerdi. Tal’ı kolundan yakalan haydut kızı diğerine fırlattı.

     “Eğer şimdi defolup gidersen Niba’ya yaptığın şeyi görmezden geleceğim bücür!” dedi hırlayarak. “Kız bizim, onu unut!”

     “Kardeşimi yalnız bırakacağımı düşünüyorsan fena halde yanılıyorsun! Tal’ı almadan hiçbir yere gitmiyorum!” diye bağırdı Elrin.

     “Ooooo! Kahraman bücür kötü kalpli haydutlara karşı!”

     “Ortamı gerginleştirme Karden!” diye bağırdı Tal’ı tutan. Sesini değiştirip tiz bir tonla ekledi. “Çok korktum, bacakların titriyor. Bence gidelim! Böyle azılı bir katil karşısında hiçbir şansımız yok!”

      “ELRİN!”

     Tal Elrin’e bakıyordu. Yardım istiyordu. Onu kurtarmasını istiyordu. Fakat Elrin ne yapacağını bilmiyordu…
 
     Yoksa yardım istemiyor muydu? Tal ona umutsuzca bakmıyordu. Yeşil gözler ona inanılmaz bir nefretle bakıyordu.

     “Defol Elrin!” dedi sinirden titreyerek. “Beni sen yalnız bıraktın!”

     “Ama… Tal!”

     “Eğer sen beni bırakıp gitmeseydin, eğer ben senin adını defalarca haykırmasaydım bunlar başıma gelmeyecekti.” dedi Tal. “Şimdi beni kurtarmaya mı geldin?”

     “Tal!”

     “Git Elrin! On dakika önce nasıl gittiysen şimdi de gidebilirsin! Kendi başımın çaresine bakabilirim. Her zaman olduğu gibi!” Kolunu bastıran haydutla başa çıkmaya çalışırken ekledi:

     “Senden nefret ediyorum Elrin!”

     Elrin taş kesilmişti. Kıpırdayamıyor, konuşamıyor hatta nefes bile alamıyordu. Haydutlar Tal’ı sırtladılar ve arkalarına bile bakmadan ormanın derinliklerinde kayboldular.

     Sadece görebiliyordu. Görüyordu ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. Ailesinin son ferdini de kaybetmişti.

***

     Üç yıl sonra döküntü handaki odasında Elrin başının arkasındaki okun diğer tarafında ki kişiyi tanımakta hiç güçlük çekmemişti. Ruhunu gizlemiş olsa da oydu. Sesini biliyordu. Kaçırıldığı gün kadar nefret doluydu.

     “Tal?” dedi özlemle. Yay biraz daha gerildi.

     “Bana sadece kardeşim Tal derdi. Adım Telaendril!”

     Yayı tutan eller bir anda serbest kaldı…

Exit mobile version