Yeni neslin çıkış oyunlarından biri olan ve Sony’nin kendine has serisindeki dördüncü oyun Killzone: Shadow Fall büyük bir ihtişamla çıkışını yaptı. Oyun çıkmadan önce gösterilen videolar, söylenen sözler ve yapılan duyurular beni çok ciddi etkilemişti. Killzone serisinin aslında benim için pek bir önemi yoktu. Gözüme her zaman sıradan bir oyun olarak gelmişti. Sebebini tam olarak anlayamasamda bu tam olarak böyleydi. Ben de yeni neslin ilk oyunlarından olan Killzone: Shadow Fall’a gözümü dikmiştim.
Yeni nesil geldi mi?
PlayStation’ın üzerinde büyük bir etkisi bulunan ve özellikle Türkçe çıkması ile birlikte bizlerin daha da çok dikkatini çekmiş olan Killzone 3’ün çok çok ilerisine gidiyoruz yeni oyunumuz ile birlikte. Aslında o kadar da uzaklaşmıyoruz fakat 30 yıl benim için oldukça uzun bir dönem. Killzone: Shadow Fall’un hikayesi siz nasıl bakarsanız ona göre şekilleniyor diyebilirim. Yani hikayeyi sevmeyen kişiler oyunu şöyle görebilirler: “İşte yine iki ulus arasında savaş var. Bunlar birbirlerini dövüyorlar. Biz de barışı sağlamaya çalışıyoruz. Hikayeye fazla kafa takma zaten oyun yeni nesil grafikleri önemli.” İşte bu benim için yanlış bir kavram diyebilirim.
Killzone serisindeki hikaye nedense seriyi pek sevmememe rağmen bana her zaman çekici gelmiştir. Biliyorum içerisinde pek çok klişe durum var fakat yine de güzel bir hikayesi bulunuyor bence. Killzone: Shadow Fall’un hikayesi yukarıda da bahsetmiş olduğum gibi Killzone 3’te gerçekleşen olayların 30 yıl sonrasında yer alıyor. İkinci extrasolar savaşın ardından Helghan gezegeni petrusite radyasyon ile kaplanmış durumda ve tamamen yaşanılmaz bir hal almış gibi görünüyor. Bu gezegenden sağ çıkan çok az Helghan’lı var ve onlar Vekta’dan yardım dilenir olmuş. Vektalılar da onları kapıda bırakmıyorlar ve gezegenlerinin bir kısmını onlar için ayırıyorlar.
Daha sonra Vekta gezegenini bir bölümüne Yeni Helghan inşa ediliyor ve Helghanlılar burada yaşamlarına devam ediyorlar. Tabii Vektalılar ile Helghanlılar arasındaki savaş devam ediyor fakat iki ulus barış içinde yaşadıkları için bunu gösteremiyorlar. Birbirlerine saldırmamaları için iki devlet arasında koca bir duvar bulunmakta, tıpkı bir baraj gibi. Bu duvarın ötesine geçmek iki ulus için de yasak.
Soğuk savaş her iki ulusu da tetikliyor!
Bu barış bir yere kadar sürüyor tabii ki. Soğuk savaş en sonunda bir yerden patlak veriyor ve iki ulus tekrardan sıcak temasa geçiyor. İşte bizim buradaki görevimiz iki devlet arasındaki barışı tekrardan sağlayıp korumak. Tabii hikaye ilerledikçe karakterimiz amacından sapıyor fakat size bunları burada söyleyemeyeceğim. Aksi takdirde ağır dayak yerim ve spoiler vermiş olurum. Şimdi oyunumuzun nereden başladığına değinmek istiyorum sizlerle.
Yeni nesil ve yeni heyecan. PC’yi konsollara göre daha az seven biri olarak PlayStation 4’ü en sonunda elime alıp oynamam çok mutluluk vermişti bana. Türkçe olarak sunulmuş olan Killzone: Shadow Fall’u açtım ve olağanüstü grafiklere sahip yüksek teknoloji içeren bir oyun bekler oldum. Neyse konumuz bu değildi, oyunun başlangıcına bakacaktık en son.
Killzone: Shadow Fall’un senaryosundan yukarıda bayağı bir bahsettim fakat söyleyeceklerim bunlarla sınırlı değil tabii ki de. Evet, oyuna giriş yapıyoruz ve bir çocuk olarak Killzone evrenine bakış atıyoruz. Babamız ile birlikte New Helghan dediğimiz cehhennem gibi yerden kurtulup Vekta gezegeninin cennet tarafı olarak görülen Vekta City’e ulaşmaya çalışıyoruz. Daha sonra birkaç ciddi olay gerçekleşiyor ve aradan uzun yıllar geçiyor. Bu yıllar esnasında askeri eğitim alıyoruz ve çok iyi bir Shadow Marshall oluyoruz.
Barışı sağlamak mı? Ben emir almam!
Bize verilen görev ise Helghanlılar ile Vektalılar arasındaki barışı korumak. Tabii sıcak temasa geçen uluslar arasındaki barışı korumak hiç de kolay olmuyor. Üstelik bu barışı korurken aynı zamanda teröristler ile de uğraşmak zorundayız yani Black Handler ile. Helghanlılar ile savaşma esnasında bu pislikler ile de mücadele veriyoruz.
Tabii bu savaş esnasında bizim fikirlerimiz farklı yönlere kaymıyor değil. Echo adlı karakter ile tanışıyoruz ki kendisi New Helghan’ın başında yer alan Hera Visari’nin kızıdır. Ve bu karakter ile hikaye farklı bir yöne dönüyor. Amacımızdan saptığımız için kendi devletimiz ile de düşman bir hale geliyoruz ve her şey sarpa sarıyor. Oyunu bitirdikten sonra Credits kısmını geçmemenizi öneriyorum. Hikaye orada bile devam ediyor.
Hikayeyi geniş ve anlaşılır bir şekilde anlatmışımdır umarım. Zaten anlatmadığım yerleri oyunu oynarken göreceksiniz. Kimilerine göre sürükleyici bir hikayesi bulunmuyor olabilir fakat ben gayet sevdim.
Dronelar robotlar ve dahası
Hikayenin haricinde tabii ki en büyük iki öğe grafikler ve oynanış mekanikleri. Grafiklerine en son değinmek istediğimden dolayı şimdi oynanış mekaniklerinden bahsetmek istiyorum sizlere. Eğer Call of Duty ve Crysis seviyorsanız, Killzone: Shadow Fall’da hoşunuza gidecektir diyebilirim. Bunun sebebini şöyle açıklayabilirim sizlere. Görevler esnasında uzaya çıkıyoruz ve uzayda bazı işler tamamlıyoruz. İşte bu görevler bana bu iki oyunu hatırlattı. Black Ops 2’de bulunan eldiveni hatırladınız mı? İşte ona benzer bir eldiven giyiyoruz ve kapıları açarken elimizi kullanarak açıyoruz.
Peki droneları hatırladınız mı şimdi söyleyince? Black Ops 2’nin robot devrimi ile birlikte gözümüze sokulan dronelardan bu oyunda da mevcut. Üstelik bir tanesi sürekli olarak bizim yanımızda dolaşıyor ve bize yardımda bulunuyor. Bu drone ile birlikte gelen taktiksel öğeler oyunun düzenini bir hayli değiştiriyor diyebilirim. PlayStation 4’ün yeni gamepadi olan Dualshock 4 ile birlikte gelen touchpad ile drone’u kontrol ediyoruz. Bize kalkan verebiliyor, düşmanlara ateş açabiliyor veya onları sersemletebiliyor. Hatta gideceğimiz yolda bir kablo dayayarak yol kat etmemize de yardımda bulunuyor.
Killzone: Shadow Fall’un ölüm sistemi biraz farklı. Görevler esnasında çevreden adrenalin paketleri buluyorsunuz ve bu adrenalin paketlerini kullanarak hayatta kalıyorsunuz. İsterseniz kendiniz kullanabiliyorsunuz, isterseniz de öldüğünüz zaman drone’un sizi kaldırması için yedekte saklıyorsunuz. Unutmadan şunu da söyleyeyim. Eğer drone’u kullandıysanız ve şarj olma esnasında ise sizi kaldıramıyor ve adrenalin pakediniz olmasına rağmen oracıkta ölüveriyorsunuz. Ölmediğiniz zaman yani yeniden dirildiğinizde zaman yavaşlıyor ve slow motion moduna giriyor. Bu sayede düşmanları kolayca temizliyorsunuz ve tekrardan ölmeniz biraz daha güç kılınmış oluyor.
Dualshock’tan gelen sesler beni korkuttu!
Drone’u kullanarak savaşınızı daha da kolaylaştırabiliyorsunuz fakat drone’u kullanmanın süresi biraz kısıtlı. Onun için gözünüzü el bombalarına dikebilirsiniz. Bu el bombalarını kullanarak dilerseniz onları sersemletiyorsunuz, dilerseniz de direkt olarak öldürüyorsunuz. Oyun içerisinde edindiğim tecrübe yardımıyla sizlere şunu söyleyebilirim ki, sersemletme bombası daha çok işe yarıyor. Eğer bu iki seçeneği de kullanmazsanız zorlu bir savaştan canlı kalmanız oldukça zor. Çünkü oyun ilerledikçe zorluk seviyesi de artıyor ve oyun geçilmez bir hal alıyor.
Touchpad kısmı haricinde yeni gelen birkaç kısım daha bulunuyor. Mini hoparlör, kulaklık çıkışı ve arkadaki move sensörü gibi. İşte bunlar da oyun içerisinde interaktif bir işlev görüyorlar. Move sensörü öldüğümüzde kırmızı oluyor, canımız ful iken yeşil duruyor ve farklı farklı renklere bürünüyor. Mini hoparlör ise toplamış olduğumuz ses kayıtlarının sesini bize aktarıyor. Yani ses televizyondan değil Dualshock 4’ten geliyor. PlayStation 4’ün kutusundan çıkan kulaklık ile sesi sadece sizler duyuyorsunuz. “That’s all folks.”
Silahların biraz kısıtlı olduğunu söylemek mümkün fakat bu kısıtlama hiçbir zaman canımı sıkmadı diyebilirim. Shadow Marshall üyelerinin kullanmış olduğu silah her zaman yanımızda bulunuyor ve aşırı güçlü bir silah. Yani mermilerini düzgün ve idareli bir şekilde kullanırsanız sizi oyunun bitimine kadar taşıyabilir kendisi. Diğer yandan yere düşen Shadow Marshalllar’ın silahlarını da kullanabiliyoruz. Onları da kullanmak ayrı bir zevkli, teknolojiden daha yoksun bir şekilde üretilmiş olduklarını da söyleyebilirim. Daha çok gerilla tarzı yapıdalar.
Konsollar için ufak bir gelişim
Oynanışına hayran kalınacak bir durum yok tabii ki ama kötü de değil yani. Eleştirmenlerin eleştirisine maruz kalmış olduğunu gördüm. Not olarak şunu da bir kenara yazabilirim. Crysis’te görmüş olduğumuz yer çekimsiz bölümler Killzone’da da yer alıyor. Görevler esnasında bu alanlara girip çıkıyoruz ve farklı bir tema içerisine bürünüyoruz. Yer çekimsiz alanlar haricinde bizleri havaya uçurabilen birkaç yer de bulunuyor. Buralardaki güç merkezlerini yok ediyoruz ve bir enerji açığa çıkıyor. Bu enerji de bulunduğu yerdeki nesneleri yukarıya doğru çıkartarak bize yeni bir yol oluşturmuş oluyor, tabii ki bize zarar vermiyor.
Oynanıştan bu kadar bahsetmek yeterlidir bence. Zaten drone işimizi oldukça kolaylaştırdığından başka hiçbir şey olmasa da olur diyoruz bazen. Ve en can alıcı kısıma gelmiş bulunmaktayız, oyunun grafiklerine. Yeni nesilin ilk oyunlarından biri olan Killzone: Shadow Fall bu anlamda bir devrim yapması gerekiyordu fakat yapamadı. Killzone 2’nin E3 fragmanını izlemişsinizdir herhalde. Oyun içi görüntüler ile çekildiği söylenen fragman oldukça büyüleyiciydi fakat oyuna girdiğimizde tam olarak aynısını bulamamıştık.
İşte Killzone: Shadow Fall için de bunu söyleyebiliriz. Yeni nesil gözümüzde o kadar çok büyütülmüştüki çok mükemmel bir şey bekliyorduk fakat çok da mükemmel olduğunu söylemek mümkün değil. Tabii konsolların asıl gücünü bildiğiniz gibi 1-2 sene geçtikten sonra görüyoruz fakat Killzone için daha iyi grafikler de mevcut olabilirdi. Tamam konsollar için mükemmel bir grafik geliştirmesi olmuş fakat Crysis 3’ün hala bir alt seviyesinde kalmış olduğunu söyleyebilirim.
Kas gösterisi yapmak amacı ile ışığı o kadar çok abartılı bir şekilde kullanmışlar ki beni oyundan en çok soğutan sebep oldu. Etrafta yanan küçük ateşler bile o kadar çok parlıyor ki sanki uranyum yakmışlar da orada öyle bir şey yanıyor. Işığı bu kadar çok gözümüze sokmalarının ardındaki amaç nedir bilmiyorum fakat oyunu oynarken gözlerimin ağrıdığını söyleyebilirim. Hatta bir süreden sonra parlaklığı bile kıstım. Her neyse diyerek devam ettim fakat sürekli olarak karşıma çıkması çok rahatsız etti ve oyundan beni biraz soğuttu. Grafiklerin beklediğim kadar iyi çıkmaması beni biraz üzmüştü fakat konsollar için yeni bir dönem başlamıştı bildiğiniz gibi. Bundan dolayı Killzone: Shadow Fall’un üstüne pek fazla gitmemem gerektiğini anladım. Zaten konsolun asıl performansını 1-2 sene sonra göreceğiz.
Multiplayer’ın pek fazla tadı yok
Yani diyeceğim Killzone: Shadow Fall’u eğlenmek için alıyor olmanız lazım, eğer yeni nesilin nasıl bir gücü olduğunu merak ediyorsanız benim gibi 1-2 sene daha beklemeniz gerekiyor. Eğer başka bir Killzone oyunu çıkış yaparsa ondaki grafikler ile Shadow Fall’daki grafikleri karşılaştırınca farkı daha iyi anlayacağız.
Killzone: Shadow Fall’un multiplayerına değinmek gerekirse eğer kısaca şöyle sizlere bahsedebilirim. Çok mükemmel bir oynanış zevki yok fakat zaman geçsin diye oynayabilirsiniz. Görevlerimizi yapmış olduğumuz haritalarda Helghanlılar ile VGA’lılar düşman bir şekilde kapışıyorlar. Yine Black Ops 2’de görmüş olduğumuz dronelar ve robotlar multiplayer modunda yer alıyor. Yani pek farklı bir oynanış stili bulunmuyor. Yine diğer oyunlardaki gibi seviye atlıyoruz, yeni teçhizatlara sahip oluyoruz ve kendi düzenimizi ortaya koyuyoruz. Yazı biraz uzun olmuş olabilir fakat söylemek istediklerimi tam olarak aktardığımı düşünüyorum. Yeni neslin başka bir incelemesinde görüşmek üzere.